30 Nisan 2019 Salı

İnşaatta düşüp hayatını kaybeden KHK’lı Kazım öğretmen beraat etti

30 Nisan 2019
Üç ay önce inşaatta düşüp hayatını kaybeden KHK'lı öğretmen Kazım Kurnaz (34), hakkında açılan 'terör örgütüne üye olmak' suçlamasından beraat etti.




1 Şubat 2019'da Düzce'de çalıştığı inşaatın asansör boşluğuna düşerek hayatını kaybeden coğrafya öğretmeni Kazım Kurnaz, Bank Asya hesabı ve AKTİF SEN'e üye olduğu için hakkında açılan 'terör örgütü üyesi olmak' suçlamasından bugün beraat etti.

Türkiye'nin farklı şehirlerinde 10 yıl coğrafya öğretmenliği yapan Kurnaz, 15 Temmuz'dan sonra KHK ile ihraç edilmiş, darbe girişiminden üç gün sonra da ifadeye çağrılmıştı. İfade sırasında maruz kaldığı muamele yüzünden psikolojisi bozulan ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Kurnaz hakkında açılan 'terör örgütü üyeliği' davasından sevindirici karar çıktı ama artık çok geç.

Hayatta olsaydı göreve iade edilecek olan Kurnaz ne beraatını görebildi ne de sevinebildi. Ailesi de hala yaslı. Abisi Tarık Kurnaz, "Kardeşim geri gelir mi ki... Tek dileğim artık buralardan gitmek, o güne kadar hep onun yasını tutacağım." dedi.

Abisi Tarık Kurnaz'ın Bold Medya'ya gönderdiği kararda şöyle deniliyor:

“Sanıklar Abdullah Kesmen, Hasan Yamanoğlu, Kazım Kurnaz, Mevlüt Yaşar yönünden yapılan inceleme neticesinde: Her ne kadar İlk Derece Mahkemesince adı geçen sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılmalarına karar verilmiş ise de; sanıkların Asya Katılım Bankasında açılmış hesaplarına ait hesap hareketleri incelendiğinde; sanıkların işlemlerinin rutin bankacılık işlemleri olduğu; sanıkların örgütün sözde liderinin talimatıyla hareket ettiklerine dair mahkumiyetlerine yeterli delilin bulunmadığı, sanıkların örgüt ile irtibatlı ve iltisaklı dernek ve sendikaya üye olmalarının tek başına örgüte üye olma ya da üye olmamakla birlikte yardım etme suçu için yeterli değil olmayacağından, sanıklar Abdullah Kesmen, Hasan Yamanoğlu, Kazım Kurnaz, Mevlüt Yaşar'ın üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli, her türlü şüpheden arınmış, somut ve inandırıcı tam bir vicdani kaanate ulaşılamadığı, bu nedenle 'şüpheden sanık yararlanır' evrensel ilkesi gereğince sanıklar Abdullah Kesmen, Hasan Yamanoğlu, Kazım Kurnaz, Mevlüt Yaşar'ın atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine karar verilmesi gerektiği anlaşılmakta...” 


UYAP EKRANINDAN ÇEKİLEN BERAAT KARARI 


En son Samsun Vezirköprü Ahmet Faik Edis Kız Anadolu Lisesinde öğretmenlik yapan Kurnaz, KHK ile ihraç edilince inşaatlarda çalışıp hasta annesine ve engelli kardeşine bakıyordu. Bir yandan da vefat eden babasından kalan kredi borcunu ödüyordu. Özel okullarda bile iş bulamamıştı.
Öğrencileri tarafından çok sevilen Kazım öğretmenin hikayesini 6 Mart 2019'da yayınlamıştık.
Önce ihraç sonra da terörist ilan edilen Kazım Kurnaz'ın yaşadıkları hiç unutulmayacak.

https://sevincozarslan.blogspot.com/2019/03/kazm-ogretmenin-hikayesi-ihrac-edildi.html

27 Nisan 2019 Cumartesi

Halime Gülsu’nun annesi: Kızımı öldürdüler Allah da onları tüketsin

27 Nisan 2019
KHK’lı ve tutuklu ailelerin çocuklarına yardım ettiği için tutuklanıp cezaevinde öldürülen Halime Gülsu, 15 Temmuz’dan sonra hayatını kaybeden sembol isimlerden biri oldu. Yaşadıkları ne bugün ne de yarın unutulacak gibi değil. Annesi de zaten “Yazın, dünya duysun, tarihe geçsin” diyor.

Gülsu’nun ölümüme sürüklenişi ile ilgili 400 sayfalık bir dosya hazırlandı. Avukatları Tarsus Cezaevi yönetimine ve diğer sorumlulara dava açmaya hazırlanıyor. Bunun için MAZLUMDER Adana Şubesi’nin 4 Mayıs’ta açıklayacağı rapor bekleniyor. Tarsus Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma ise 1 yıl geçmesine rağmen hala sonuçlanmadı.

Tutuklandığında kızının yanında olmayan, cenazesine de gidemeyen annesi Zeynep Gülsu (66) olan biteni Kanada’dan izliyor. Bir yandan üzülüyor, bir yandan acısını sahiplenen insanların varlığıyla teselli buluyor. İngilizce öğretmeni Halime Gülsu’yu vefatının birinci yıldönümünde annesi anlattı.

Röportajı, Halime Gülsu’nun vefatından bir-iki hafta önce Tarsus 3 No’lu Kadın Kapalı Cezaevi’nde çekilen Bold Medya’nın ulaştığı son karesi ve annesi ile birlikte 2017 yazında ziyaret ettikleri Mısır fotoğraflarıyla yayınlıyoruz.

Ne zamandır Kanada’da yaşıyorsunuz?

21 Ocak 2018’de Kanada’ya oğlumun yanına gelmiştim. Hâlâ buradayım. Gelinim hastalanmıştı, zatürre geçiriyordu. Oğlum ‘anne eşim hasta, iki çocuk var, gelebilir misin’ dedi. Karar verdik geldik. Bir daha da gitmedim. Şimdilik buradayım. Dönmeyi de düşünmüyorum. 82 yaşında hasta ablam var. Dün onunla konuştum. Gelmiyor musun diye soruyor. Ülkemi çok seviyorum ama özlemiyorum artık. Kırgınım çok.

Kaç çocuğunuz var?

Dört tane. Üç erkek bir kız. İrfan, Sinan, Zübeyir ve Halime. Halime en küçüğümdü. Beş de torum var, altıncısı yolda.

Vefatından bir-iki hafta önce Tarsus 3 No’lu Kadın Kapalı Cezaevi’nde çekilen son fotoğrafı…

Kızınızın vefatını nasıl öğrendiniz?

27 Nisan’da vefat etti kızım, bana 28 Nisan’ın sabahında söylediler. Buradaki oğlum öğrenince anneme ben diyemem demiş. Sabah kalktım, evde bir gariplik var. Saat 9-10 gibi bir adam börek alıp gelmiş. Pikniğe mi gidecekler diye düşünüyorum ben. Sonra kızkardeşim aradı, abim aldı telefonu eline. Öyle öğrendim. Ben zaten söylemiştim ‘Benim kızım çıkamaz oradan’ diye. Ağlayıp bağırma çağırma bizde olmaz zaten kızım. Dilimden dökülen ilk cümle ‘Kızımı öldürdüler, Allah da sizi tüketsin’ oldu.

Mersin’de birlikte mi yaşıyordunuz?

Evet, biz birlikte kalıyorduk. Eşim 14 Eylül 2015’te vefat etti. Abileri evli, Halime benim yanımdaydı. Tutuklandığında da kızımın yanında yoktum, görüşlerine de cenazesine de gidemedim (ağlıyor)…

Zeynep ve Halime Gülsu, vefatından 7 ay önce Mısır’da yaşayan abisini ziyarete gitmişti.
Hakkınızı helal edin sizi üzdük, acınızı tazeledik...

Yok kızım, sen sor ki, dünya duysun, tarihe yazılsın. Ben bir yıldır unutamıyorum. Bizimle bir olan, acımızı paylaşan herkesten Allah razı olsun. Son mektubunu okumuşsunuzdur. Ben de her şeyi mektubundan öğrendim. Çok üzülüyordum, çocuğun bir şeyinden haberim yok diye. HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan da Allah razı olsun. Ona da çok dua ediyorum. O ilgilendi, mektuplarını her şeyi ortaya döktü.

Koğuş arkadaşlarıyla görüşme imkanınız oldu mu?

İki kişiyle görüştüm. Biri Adanalı bir hanımdı. Kızımın hastalandığını herkese bu hanım haber veriyor. 20 kişilermiş koğuşta, nöbetleşe baktık dedi. Ağrım yok ama çok halsizim diyormuş. Adı gibi halim selimdi, ne şikayet etti, ne sesini çıkardı dediler. Üst kattaymış Halime. Hastalanmış. Sedye istemişler. Kapıyı da açmamışlar. ‘Bir sürü varsınız, tutun götürün’ demişler. Bunları herkes bilsin, duysun…

 En son ne zaman görüşmüştünüz?

20 Şubat 2018’de gözaltına aldılar. Herhalde bundan kısa bir süre önce görüşmüştük. Tam da hatırlamıyorum. Ben zaten Mersin’e dönmek için hazırlanıyordum. ‘Anne iyiyim, beni merak etme’ demişti. Cezaevine girince hiç görüşemedik. 25 Nisan’da abisi açık görüşe gitti. 30 dakika görüştüler. O gün geldiğinde Halime’nin durumu iyi değil eski haline dönmüş demişti. Doktor raporlarına kayıp dediler. Polise verilmiş rapor kayıp olur mu? Abisi tekrar aldı, götürdü. Yine kayıp dediler. Çok haksızlık yaptılar kızıma. Zulüm altında öldü. Koğuştaki arkadaşları hiç ilaç içmediğini söylüyor.

8 yaşından beri hastaydı kızınız. Hastalığı nasıl ortaya çıkmıştı?

Çocukken toprak yerdi, kansız diyordu doktorlar. Liseyi bitirdikten sonra çok hastalandı. Kan tahlilleri yaptılar. O kadar kötü bir hastalık ki, hemen perişan ediyor. Komaya girdi. Mersin’de ilk götürdüğümüz devlet hastanesi artık bizim yapacağımız bir şey kalmadı deyince fakülte hastanesine yatırdık. Ordaki doktoru Burak Akçay üç yıl takip etti kızımı.

Sonra abisi İrfan (Gülsu), Gaziantep’te Mesut Onat diye bir doktor buldu ona. O doktor Elhamdülillah kızımı iyi tedavi etmişti. Bayağı iyileşmişti. Hatta ben buraya gelmeden önce ‘kızım git bir muayene ol’ dedim. Halime gitti, kontrollerini yaptırdı. Doktor bir ilacı daha kesmiş, durumun çok iyi demişti. Gerçekten de öyleydi. Biz de seviniyorduk. Ben de öyle gelebildim buraya. Tam Mersin’e döneceğim zaman tutuklandı. Geldiler gece yarısı kızımı, sıcak yatağından almışlar, evimi de öyle dağıtmışlar ki hiç hakkımı helal etmiyorum. Zirveden zırvasına kadar hiç kimseye…

Nasıl bir çocuktu Halime Gülsu?

Aktif bir çocuktu. Çok saygılıydı bize. Zekiydi. Beni gezdirirdi. Eşim öldü evim yıkılmadı ama kızım öldü evim yıkıldı. Evlat acısı çok zor. Allah kimseye göstermesin. Ama ben mutluyum. Elhamdülillah dini uğruna öldü evladım. Onunla teselli oluyorum.

Nerede büyüdü?
Eşim Mersin’in Tarsus ilçesinin Pirömerli Köyü’nde imamdı. 1975’te evlendik. 2002’ye kadar aynı köyde kaldık. 27 sene. Halime de o köyde doğdu, büyüdü. İlkokulu bitirince Halime’yi İmam Hatip Ortaokulu’na gönderdik. Hastalanınca okulu bitiremeden Malatya’ya kansızlık tedavisi için gitti. Sonra Malatya’da süper liseye geçti. En son Mersin Dumlupınar Lisesi’nden mezun oldu. Üniversite imtihanlarına girdi ama hastalığından dolayı iki-üç sefer kazanamadı. Sürekli hastanelerdeydik çünkü.

Sonra İngilizce öğretmeni oldu…


Önce iki yıl İlahiyat okudu kızım. Ama daha sonra Gaziantep Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü okudu. İngilizce Öğretmeni’ydi. Gaziantep Gazikent Lisesi’nde ancak bir yıl öğretmenlik yapabildi. 15 Temmuz’dan sonra eve gelmişti. O gün de kızımla birlikte evimizdeydik. Herkes gibi biz de ilk defa televizyondan duyduk.



Öğretmen olmak hayali miydi?

Öğretmen olmadan önce komşumuzun çocuklarını çalıştırırdı, herkes çok severdi onu. ‘İnşallah Halime ablamız öğretmen olur. Ne kadar güzel anlatıyor’ derlerdi. Gerçekten de çok iyi bir öğretmendi. İşine bağlıydı ve işini severdi. Okulu kapanınca Mersin’de mağdur ailelerin çocuklarına ders verdi, onlarla ilgilendi.

‘Birkaç kez gitme, yapma dedim. Anneyim, endişeleniyorum. ‘Yok anne, hiç bana mani olma, ben o çocuklara yardım etmem lazım’ demişti. Anne babası cezaevinde olan lise çağında genç bir kızdan bahsetmişti. Çocukla aileden kimse ilgilenmemiş, perişan halde. Psikolojisi bozulmuştu. ‘Anne nasıl ilgilenmeyeyim bu çocuklarla. Bak ne haldeler’ demişti. Ben de o zaman razı olmuştum.




Halime Gülsu Mersin Güneykent Mezarlığı’na defnedildi. Babasının da mezarlığı orada bulunuyor.
 ZÜBEYİR GÜLSU (ABİSİ): TEK DÜŞÜNDÜĞÜ ZOR DURUMDAKİ ÖĞRENCİLERİYDİ

“Annem ile Halime en son 5 Temmuz 2017’de Mısır’a gelmişti. Eşim hamileydi o zaman. Doğum için geldiler. Gelmeden önce 4-5 aylık bir bilet almalarını söylemiştim. Bir yere göndermek istemiyodum. Ama ancak bir buçuk ay kaldılar. Halime’yi o zaman bayağı söylemiştim, biletini uzatalım, sen burada kal diye. İstemedi, aklında hep zor durumdaki öğrencileri vardı. Öyle deyince ben de zorlamadım.


Normalde Halime’nin hakkında hiçbir arama soruşturma yoktu. Buradan gittikten 3-4 ay sonra bir öğrencisini teknik takibe almışlar. Onun evine gidince Halime’yi de orada görünce o da teknik takibe alınmış sanırım. Halime takip edildiğini fark etmişti ve bana söylemişti. Abi bizi takip ediyorlar, fotoğrafımı çekiyorlar demişti. Hatta bir ara ‘Mersin’deki Muğdat Camii’ne gittik namaz kılmak için, yukarı çıktık. Temizlikçi kılığında biri bizi namazı bitirene kadar bizi seyretti sonra gitti demişti. Birkaç kez parkta da aynı şeyi yaşamışlar.

Kardeşimin tek düşüncesi annesi babası hapse düşmüş çocuklardı. Onları düşünür, üzülür, elinden geldiğince onlara yardım ederdi. Yaptığı bundan başka bir şey değildi. Kardeşimi bu yüzden öldürdüler. Kendini öğrencilerine adamıştı. Biz de kararına her zaman saygı duyduk, destekledik. Bizim tek üzüntümüz, acımız onu bir daha göremeyecek olmak.”

HALİME GÜLSU’NUN ÖLDÜRÜLME SÜRECİ

32 yaşındaki Halime Gülsu 8 yaşında yakalandığı sistemik Lupus hastalığıyla yıllardır mücadele ediyordu. Cezaevine girmeden önce son kontrollerini yaptırmış, doktoru iyi durumda olduğunu söylemişti. Fakat cezaevinde ilaçları verilmediği ve tedavisi ihmal edildiği için hayatını kaybetti. Tarsus Cezaevi yönetimine defalarca dilekçe vermesine, vefatından 4 gün önce Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER)’e mektup yazmasına rağmen kimseye sesini duyuramadı ve 27 Nisan 2018’de cezaevinde hayatını kaybetti.

KHK'lı AİLELERE YRDIM ETMESİ SUÇ SAYILDI

Halime Gülsu, cemaat operasyonları kapsamında 20 Şubat 2018’de Tarsus terörle mücadele polisleri tarafından yapılan ev baskınlarında 80 evhanımıyla birlikte gözaltına alındı. Mersin 4. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 3 Mart 2018’de silahlı terör örgütüne üye olmak ve finanasal yardım sağlamak iddiasıyla tutuklandı. Yaptıkları iş kendisi gibi KHK ile mağdur olan ailelere yardım etmekti.

HALİME GÜLSU'NUN ABİSİ İRFAN GÜLSU'NUN 28 NİSAN 2018'DE BOLD MEDYA'YA ÖZEL VERDİĞİ RÖPORTAJ: https://www.youtube.com/watch?v=xKfpn27FVBY&t=834s

HDP MİLLETVEKİLİ ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU'NUN ORTAYA ÇIKARDIĞI SON MEKTUBU DA BU LİNKTEN OKUNABİLİR: https://medyabold.com/2019/01/16/hapishanede-goz-gore-gore-oldurulen-halime-gulsunun-mektubu/




23 Nisan 2019 Salı

Bir akademisyenin 15 Temmuz’u: Üniversitede sorgu, hapishane, ölüme yolculuk, dağılan bir aile…

23 Nisan 2019
Türkiye'nin uluslararası projelerinde görev alan bir akademisyendi. Profesörlerce fişlenip sorgulandı, üniversite koridorunda kelepçelendi, ailesi dağıldı, bir saat kanalizasyonda sürünerek özgürlüğe yürüdü...




S. A., Düzce Üniversitesi Meslek Yüksekokulu'nda bir akademisyendi. Fakat sıradan bir akademisyen değil. Ulusal ve uluslararası üniversitelere sürekli kabul alan, Türkçe ve İngilizce makaleleri bulunan bir hocaydı. Ama 15 Temmuz'dan sonra cemaat soruşturmaları kapsamında, üniversitedeki meslektaşları tarafından önce üniversitede sorgulanıp sonra polise ihbar edildi.

"7,5 ay cezaevinde yattıktan sonra hakkındaki tüm iddialardan beraat eden S. A, ailevi tehditler nedeniyle Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. Meriç'i geçmeden önce başına gelmeyen kalmadı. Edirne'de bir köyün giderinin aktığı kanalizasyona düşerek, üç kez köpek saldırısına uğrayarak, üç kez yakalanma tehlikesi geçirerek bir yolculuk yapan 37 yaşındaki genç akademisyen, şimdi Almanya'da 'iyileşmeye' ve hayata tutunmaya çalışıyor.

S.A.'nın anlatımıyla, akademisyenlik, dağılan bir yuva ve mülteciliğe uzanan yolculuğuyla yaşadıkları:

"2002 yılında Selçuk Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünü kazandım. 2004-2005 yılında aynı üniversitenin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümüne de kaydımı yaptırdım. İki bölümü aynı anda 2007'de bitirdim. Aynı yıl Moskova Devlet Üniversitesi Genel İşletme ve Stratejik Yönetim Bölümünde master için kabul aldım. Bir yıl Rusça kursuna gittikten sonra masterımı tamamlayıp 2009 yılının son döneminde İngilizcemi geliştirmek üzere Amerika'ya gittim ve Brooklyn College'a kayıt oldum, burada hem dil öğrendim hem de tezim ile ilgili araştırmalar yaptım.

Sonra Türkiye'ye döndüm. 2010 Temmuz'da evlendim ve 2010 Eylül ayında Düzce Üniversitesi'nden kabul aldığım için burada göreve başladım. 2016'ya kadar Düzce'de çalıştım.

OKUMAYA AŞIK BİR İNSANIM

Okumaya aşık bir insan olduğum için hep koşturdum. Ayrıca yabancı dilimi ve potansiyelimi de değerlendirmek istiyordum. Sakarya Üniversitesi'nde endüstri, Düzce Üniversitesi'nde işletme doktorasına başladım. Sakarya'da Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okumak için de başvurdum.

Ben kendimi bildim bileli böyleyim. Eğitim hayatım boyunca hep kütüphanelerde araştırmalar yaptım. Sadece kendi alanımda değil, başka alanlarda da araştırma yapmak, yayınlar çıkarmak, başka şeyler öğrenmek hep ilgimi çekmiştir. Öğrencilerime faydalı olmak için çeşitli kurslara gittim.

Endüstri mühendisiyim ve iş güvenliği alanlarımızdan biri. Üniversitede bunların da derslerini görüyoruz ama bir şeyi öğretebilmek için derinleşmek lazım. Kalite yönetim sistemi, gıda yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi... Bunların hepsinin eğitimlerine katılarak başdenetçiliklerini teker teker aldım.

Düzce Üniversitesi, Ukrayna, Rusya, Gürcistan, Belarus gibi ülkelerle Karadeniz Bölgesi İşbirliği Antlaşması imzalamıştı. Okulu temsilen İstanbul'da gerçekleştirilen toplantılara ben gidiyor, projeleri takip ediyordum.

Ayrıca 2013 ve 2014 yılında Macarsitan'a Szeged Üniversitesi'ne misafir öğretim elemanı olarak gittim. Ulusal ve uluslararası birçok toplatıya katıldım. Yerli ve yabancı 11 makalem bulunuyor. Sakarya'da başlayıp Düzce İşletme'de devam ettiğim doktoramın da son dönemindeydim.

ÜNİVERSİTE FİŞLEDİĞİ İÇİN, YÖK KAZAKİSTAN'A GÖNDERMEDİ

Farklı tecrübeleri sevdiğim için önüme çıkan tüm fırsatları değerlendiriyordum. 2015 yılında Kazakistan'daki Ahmet Yesevi Üniversitesi'nden kabul aldım. Fakat YÖK izin vermediği için gidemedim. Ahmet Yasevi Üniversitesi kadro açtığına dair ilanlarını YÖK'e gönderiyor. YÖK de Türkiye'deki üniversitelere böyle bir program olduğunu, şartları uygun olanların başvurabileceğini duyuruyor. Üniversite de ilanı personeline dağıtıyor. Başvuru için belgelerimi hazırladım, hem YÖK'e hem de üniversitenin kendisine gönderdim.

Ahmet Yesevi Üniversitesi'nin Ankara'da merkezi vardır. Beni mülakata çağırdılar. Gittim, bizzat rektör sözlü mülakat yaptı ve 'tamam sizi kabul ediyoruz' diye olumlu cevap verdi. YÖK'ten de haber bekliyoruz. Bu arada pasaportumu çıkardım, evrakları hazırladım. Birkaç defa toplantı yapıldı, hatta gidecek öğretim elemanlarıyla toplantı yaptık. Ama YÖK yine de izin vermedi. 2015'te polis olan kardeşim gözaltına alınmıştı. Ondan dolayı beni de fişlemişlerdi.




15 TEMMUZ GÜNÜ DOKTORA STAJI İÇİN POLONYA'YA GİDECEKTİM

Doktoramın son döneminde olduğum için 2016'da doktora stajı için Polonya Wroclaw Üniversitesi'ne başvurmuştum, kabul aldım. 15 Temmuz 2016'da Polonya'ya gidecektim. Biletlerim hazırdı. Yola çıkmadan birkaç gün önce Adana'ya ailemin yanına gitmiştim. Yurt dışına gidiyorum, onlarla vedalaşayım, ne olur ne olmaz diye düşünürken darbe girişimi oldu.

Bütün memurlara görevinize dönün çağrısı yapıldığı için ben de üniversiteye döndüm. Görevime başladığıma dair resmi bir yazı verdim. Yurt dışı görevlendirmem olduğu halde bir yere gitmediğimi, işimin başında olduğumu belirttim.

Tatil dönemi olduğu için genelde 10.00 gibi gidiyorduk okula. 21 Ağustos 2016'da bölüm başkanı beni sabah erkenden üniversiteye çağırdı. 07.00-08.00 gibi aramıştı. Bir terslik olduğu belliydi. Görevden uzaklaştırılma yazısı gelmişti hakkımda. 'Gerekçesi nedir?' diye sordum. 'Bilmiyoruz, yazıyı size göstermemiz bile yasak' dediler. Benim için o kadar şok edici bir andı ki, hemen üniversiteden çıkmak istedim. Çıkmazsanız zaten güvenlik gelip götürüyor ve ikinci bir yazıya kadar okula yaklaşamıyorsunuz. Biraz da bu yüzden çıkmak istedim. Onurunuza, gururunuza dokunuyor bunlar. Odamızı mühürlemişler tabi, giremedik. Kişisel eşyalarımızı dahi alamadık. Kişisel eşyadan kastım normal kıyafetlerimiz...

Meğer aynı gün hakkımda tutuklama kararı da varmış ama ben bunları sonra öğrendim. Neyse eve gittim. Bir hafta boyunca evdeydim. Ne üniversiteden bir haber var, ne gelen ne giden var. Dayanamayıp bir hafta sonra 29 Ağustos 2016'da rektörlüğe gittim. Tekrar sordum kararı. "Hocam beklerseniz mülakata alırız" dediler.

REKTÖRLÜĞÜN GÖREVLENDİRDİĞİ İKİ PROFESÖR BENİ SORGULANDI

Mülakata alacaklar diye bekliyorum. Yanıma güvenliği diktiler. Arabamın anahtarını, üzerimdeki her şeyi güvenliğe bıraktım. Mülakat başladı, mülakat diyorum ama aslında beni sorguya aldılar. Rektörlükte disiplin soruşturmaları için bir oda tahsis edilmişti, orada oluyor bu olay. İlk defa birinin ifadesi alınırken kapıya güvenlik koyuyorlardı. Hem kapının önüne hem de arkasına. Beni sorguya çekenler rektörlük tarafından görevlendirilmiş iki profesördü; İlyas Uygur ve Haldun Müderrisoğlu.

Ellerinde 30-40 soru vardı. Hizmet Hareketi ile bağlantımın olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorlardı. Ben de ne Bank Asya hesabı, ne gazete aboneliği, ne de başka bir şey vardı. O yok, bu yok, yok yok yok... Sorgulama bu şekilde devam etti. En son mühendislik fakültesinin de dekanı olan profesör, "Bylock kullandınız mı?" diye sordu. Kullanmamıştım. Kullanmadığımı her sorguda defalarca dile getirdim ama dikkate alınmadı. Mahkeme sürecinde de herkesin üniversite tarafından nasıl fişlendiğini gördüm. Rektörlükten gizli ibareli belgeler mahkemeye sunulmuştu. Kiminin Bank Asya hesabı, kimi hakkında gizli tanık...

BİR YANDAN SORGULARKEN BİR YANDAN DA POLİSE HABER VERMİŞLER

Üniversitedeki odadan çıktığımda kapıda terörle mücadele şubesinden 3-4 polis beni bekliyordu. Meslektaşlarım beni sorgularken diğer yandan da savcılığa "S.A hakkında yakalama kararı var mı?" diye sormuşlar ve evet cevabını alınca okulda olduğumu polise bildirmişler. Meslektaşlarım yapıyor bunu. Ve ben 'örgüte üye olmaktan' üniversite kapısında gözaltına alındım. Diğer meslektaşlarımın gözleri önünde, onurumu kıra kıra, rencide ede ede yaptılar bunu.

DÜZCE'DEKİ YAPILANMAYI DEŞİFRE EDERSEN...

Önce hastaneye sonra emniyete, oradan da Düzce İl Emniyet Müdürlüğü ana binasına götürdüler. Nezarethanelerde yer yokmuş. Sonra dediler ki, "5 gün kimseyle görüşmeyeceksin. 5 günden 30 güne kadar burada kalabilirsin. Bu süre içinde belki 1 kere avukatınla görüşebilirsin". Dördüncü gün ifadem alındı. Bir CMK avukatı geldi. Yine benzer birçok soru sordular. Hepsine hayır dedim çünkü kendimi biliyorum. "Bu numara sana mı ait?" dediler. Benimdi. "Bu numara üzerinden Bylock kullanılmış, emin misin kullanmadığına" dediler. Emindim.

Bir gün sonra mahkemeye çıktım. Sulh ceza hakimi "Birkaç isim verirsen cezanda indirim olacak. Düzce'deki cemaat yapılanmasını deşifre edersen etkin pişmanlıktan yararlanabilirsin" dedi. Böyle bir bilgim bulunmadığını, itiraf edecek de bir şey yapmadığımı ifade ettim. Bylock kullanmadığımı, tutuksuz yargılanmak istediğimi söyledim ama olmadı.



GÖREMEDİĞİNİZ DOSYA NEDENİYLE Mİ BENİ TUTUKLUYORSUNUZ!

Hakim, son bir sözün var mı diye sordu. Var, dedim. Hem görevden uzaklaştırma, hem de tutuklanma kadar ağır iki olayı hak edecek ben ne yapmış olabilirim ki beni tutukluyorsunuz. İşlediğim suç nedir. İddiayı bilmek istiyorum dedim. "Sizinle ilgili 8 dosya var" dedi. Nasıl yani! Benimle ilgili sekiz dosya nasıl olabilirdi ki... İnanamamıştım. "Üniversite dosyası bunlar" diye de ekledi. "Dosyada yazan suçum ne?" diye yineledim. "Dosyalar gizli, biz de göremiyoruz" dedi. "Göremediğiniz suçla mı beni tutukluyorsunuz?" diye tepki verince hakim gözlerimin içine bakamadı. Ve iki suçtan beni tutukladı. Anayasal düzeni ortadan kaldırmak ve silahlı terör örgütüne üye olmak. Aynı gün Düzce Çilimli Cezaevi'ne gönderildik. 9 kişilik koğuşlarda 27 kişi kaldık. Yerlerde yatıyordu herkes.

YANLIŞLIK YAPILAN BYLOCK LİSTESİNDE ADIM GEÇİYORMUŞ!

Birkaç gün sonra ailem avukat tuttu. Avukatım da Bylock kullanıp kullanmadığımı sordu, ona da yok dedim. 7,5 ay cezaevinde yattıktan sonra Bylock kullanmadığıma dair emniyetten yazı gelince tahliye oldum. Bylock kullananlarla ilgili ilk başta 216 bin kişilik bir liste hazırlanmıştı. Sonra bu liste yanlışlık var diye 90 bine düştü. Benim adım da o yanlışlık yapılan kişiler arasındaydı. Bylock kullanan bir kişi bir Wifi'ye bağlanırsa ve siz de o Wifi'ye bağlandıysanız siz de Bylock kullanmış gibi oluyorsunuz. Durum bundan ibaretti. Sonuç olarak beni tutuklayan savcı adli kontrolle tahliye etti. Ama 7,5 ayım cezaevinde geçti. Sonra adli kontrol de kalktı, bankadaki tahditler de.

HAKKIMDAKİ TÜM İDDİALARDAN BERAAT ETTİM

Bu arada cezaevindeyken Ekim 2016'da 675 sayılı KHK ile ihraç edilmiştim. Cezaevinden çıkınca üniversiteye geri dönmek için başvurdum, tabi bizi dikkate almadılar. Meğer üniversiteden biri hakkımda gizli tanıklık yapmış, sonra da ben onu tanımıyorum demiş. Bu nedenle dosyamdaki gizli tanık iddiası böylece düşmüş oldu. Gözaltına alındığımda evde 'Bediüzzaman ve Bilinmeyen Yönleri' adlı bir kitap vardı. Onu almışlar. Hakim 'evinde örgütsel doküman çıkmış' demişti. Nesil Yayınları'nın bastığı bir kitaptı ve kitap hala satıştaydı. Nesil Yayınları KHK ile kapatılmadığı için hakim bu itirazımı kabul etti. Ve Aralık 2018'de hakkımdaki tüm iddialardan beraat ettim. 2,5 yıldır yargılanıyordum. Beraat etmiştim. Artık bir oh çekebilirdim... Ama nerede!



EŞİM BOŞANMA DAVASI AÇTI,
İSTEDİKLERİNİ VERMEZSEM 'FETÖCÜ' DİYE İHBAR EDECEĞİNİ SÖYLEDİ

Fakat bu kez eşim ve ailesi beni vatan haini olarak görmeye başladılar. Beraat ettikten sonra çocukları aldı gitti. Boşanma davası açtı. Gerekçeye de 'terör örgütüne üye olduğundan ihraç edildiği için psikolojisi bozuldu' diye yazdırmış. Benden çok fazla tazminat istedi. Akademisyenken kazanıyordum ama sonra para kazanamadık ki... İş için 40'ın üzerinde fabrikaya başvurdum. Alan olmadı. En son anket analizleri yapmaya başlamıştım.

BOŞANMA GEREKÇESİNİ GÖREN SAVCI, İSTİNAF MAHKEMESİNE BAŞVURDU

Eşimin açtığı dava ile İstinaf Mahkemesi'ndeki dosyamın onaylanması arasında birkaç gün vardı. Savcı boşanma davasındaki gerekçeyi görünce beraat kararının onaylamaması için istinafa başvurdu. Avukatım da kararın bozulabileceğini söyledi. Artık her güne stresle uyanmaya başlamıştım. Ha bugün ha yarın tekrar alacaklar diye psikolojim etkilendi haliyle.

Bir sabah polisler geldi, adres ve gelir tespiti yapacaklarını söylediler. İstanbul 11. Aile Mahkemesi'nden yazı gelmiş. Tabi ben korkuyorum acaba yine mi tutuklanacağım diye. 7-8 defa emniyete çağırdılar.

Bu arada eşim ve ailesi beni sürekli tehdit ediyordu. Ya 50 bin TL para verirsin, her ay 2500 TL gönderirsin, evdeki eşyaları gönderirsin, çocukların velayetini bırakırsın ya da gider adliyede ifade veririm diye.

9 yıllık evliydik. Biri 3,5, diğeri 8 yaşında iki kızım var. Çocuklarla görüşmek istiyorum. Gelirsen savcılığa bildiririm diyordu. Uzaklaştırma kararı aldırdı, çocuklarla görüşmemi engelledi. Eşimin, kayınvalidemin tehditleri, AKP'Li oldukları için evime partiden adam bile gönderiyorlardı. Çok zor ve depresif günler geçirdim. Başımı yastığa stressiz, kaygısız koyduğum bir tek gece bile yoktu. Ağır depresyona girmiştim, günde 3-4 paket sigara içiyordum. Yargılandığım davanın etkisi geçmeden bu defa da yuvam yıkılmıştı. Çok bunalmıştım ve anne babama dahi haber vermeden yurt dışına çıkma kararı aldım.

JANDARMALARLA ARAMDA 5 METRE KALMIŞTI Kİ...

19 Mart 2019'da Meriç üzerinden Yunanistan'a geçtim. Fakat kolay olmadı. Nehir kenarına varabilmek için Edirne İpsala taraflarında bir köy yolunda kilometrelerce yürüdük. Hava soğuk, sis var. Yürüyoruz ama nereye yürüdüğümüzü biz de bilmiyoruz. Kaçakçılar birdenbire jandarma pusu kurmuş dedi ve jandarmalarla aramızda 5 metre kala bizi bırakıp kaçtılar.

Yanımda bir aile daha vardı. Ben de bir refleksle sırtımdaki çantayı attığım gibi koşmaya başladım. Jandarmalar teslim olun kaçmayın, ateş edeceğiz diye bağırıyorlardı. Ben durmadım, niye durmadım, bilmiyorum, bir refleks ile bir anda koşma hissi uyandı. Normal şartlarda durup teslim olacak birisiyimdir.

ELLERİMİN VE DİZLERİM ÜZERİNDE KANALİZASYON BALÇIĞINDA SÜRÜNDÜM

Tarlalara doğru kaçıyordum. Kaç kişilerdi bilmiyorum. Jandarma bir süre kovaladı beni. Biraz koştuktan sonra önüme bir kanalizasyon çıktı. Üstü açık bayağı büyük bir kanalizasyondu. İçini göremedim tabi ki. Mecburen oraya indim ve indiğim gibi dizime kadar balçığa battım ve yüzüstü düştüm. Bu arada el fenerlerini görüyorum.


ETRAFIMDA BÖCEKLER, KURBAĞALAR, YILANLAR, FARELER KAÇIŞMAYA BAŞLADI

Battığım gibi bir ivmeyle koşayım, karşı taraftan çıkayım diye düşündüm ama ayağımı balçıktan çıkaramadım. Sürünmeye başladım. Belki yarım, belki bir saat o balçığın içinde dizlerimin ve elimin üstünde sürüne sürüne yol aldım. Ne kadar bir süre geçtiğini kestiremiyorsunuz, zaten zaman mevhumunu yitiriyorsunuz.

Önümde kurbağalar, fareler, yılanlar, böcekler sağa sola kaçışıyor. Bildiğiniz kazuratın (dışkı) geçtiği, köyün pislik suyunun gittiği ve muhtemelen Meriç nehrine aktığı bir kanaldı.

Kanalizasyon düz gidiyordu sonra sola doğru kıvrılıyordu. Suyun aşındırdığı bir yer vardı. Sırtımı oraya dayadım ve beni görmesinler diye büzüştüm. Orada 15-20 dakika saklandım. Ara ara kafamı kaldırıp gelen giden var mı diye kontrol ettim. Baktım kimse yok çıkıp devam ettim. Ama o kadar zor çıktım ki... Üstüm başım balçıktan, pislikten, kazurattan öyle ağırlaştı ki... Soğuktan etkilenmemek için kalın mont giymiştim. O montun balçıktan ne hale gelebileceğini tahmin edersiniz.

ÜÇ KEZ KÖPEK SALDIRISINA UĞRADIM, PARÇALAYACAKLAR SANDIM

Neyse çıktım, kanalizasyondaki tüm pisliklerin bulaştığı elbiselerimle yürüyorum ve soğuktan donuyorum. Tekrar tarlalara girdim, ara sıra yere yatıyorum, ışıklar görüyorum çünkü. Biraz yürüdükten sonra devasa bir köpek üstüme saldırdı. İç cebimde çakı, çakmak vardı, onları çıkardım. Sopa buldum vs. Köpekten kurtuldum. İlerlemeye devam ettim. Bu arada yolumu kaybettim, kaç km ve kaç saat yürüdüm bilmiyorum.

Yol üstünde kapalı alanda bir sürü gördüm bu kez. Bu sefer çoban köpeği saldırdı üzerime. Beni parçalayacak sandım ve 500 metreden fazla peşimi bırakmadı. Elimdeki çakmağın biraz daha gazını açarak sopayla, çakıyla onu da savdım. Hala Türkiye tarafındayım. Tarlalardayım, ilerliyorum ama endişeliyim... Derken 5-6 köpeğin olduğu bir sürü daha üzerime saldırdı. Bu defa herhalde beni parçalayacaklar dedim.

ARTIK SIFIR NOKTASINA GELMİŞTİM Kİ...

Artık kendimi de her şeyi de bıraktım. Çünkü o an öyle adrenalin oluyor ki korku yerini sıfır noktasına bırakıyor. Endişe, kaygı, korku hiçbir şey hissetmiyorsunuz, umurumda değil, ne olursa olsun diyorsunuz. Bu duygularla elimdeki sopayı artık nasıl bir refleksle, cesaretle savurduysam köpeklere doğru... Bir yandan da avazımın çıktığı kadar bağırıyorum. Yoksa öldürecekler, parçalayacaklar beni... Köpekler bir-iki hırladıktan sonra uzaklaştılar.

Bir süre sonra yol kenarında oda gibi bir yapı gördüm. Oraya gittim ve telefonu açtım. Telefona bir şey olmamıştı. Kalın montun altında deri mont vardı, onun iç cebine koymuştum. Kaçakçılara ulaştım, bir saat sonra geldiler. Arabada bir kadın, bir erkek vardı. Onlar da nasıl kaçtığıma şaşırdılar. Sırt çantamın içindeki Laptop, diplomalar hepsi gitti tabi ki...

JANDARMA TEKRAR KISTIRDI

Kaçakçılar beni bir yere götürdü ve orada beklememi söylediler. Onlara artık güvenmiyordum ama yapacak başka bir şey de yoktu. Mecbur bekledim. Sazlıkların içine doğru girdim, dışarıdan görünmeyecek şekilde saklandım. Bir araba geleceğini ve biri inerse hemen binmemi söylediler. Bir araba yanaştı ve öyle yaptım. Yola çıkar çıkmaz biraz ileride jandarma yolu kapattı. Hemen geri döndük, baktık diğer tarafı da kapatmışlar. İki taraftan da kıstırılmıştık. Yine tarlalara daldık. Şoför yolu bilmiyordu, yanındaki adam tarif ediyordu. Bir yerde durup farları kapatıp yer değiştirdiler. Sonra oradan girip buradan çıktık ve jandarmaları yine atlattık.

AYAK PARMAKLARIMDA HİS KAYBI OLUŞTU



Beni bir eve götürdü kaçakçılar. Duş aldım. Çok dar ve eski kıyafetler verdiler. 2-3 numara küçük bir ayakkabıyı giydiğim için şu anda 4 parmağımda his kaybı var. Ben artık geçmek istemiyordum, ümidimi kaybetmiştim, belki de geçmemek gerekiyor diye düşünmeye başlamıştım. Gidip teslim olmayı dahi defalarca düşündüm. Sabah tekrar deneyeceğiz dediler. Son bir kez daha şans vermek istedim kendime. Yanımda küçük çocukları olan bir aile de vardı ve herkes endişeliydi. Erkenden yola çıktık ve epeyce yürüdükten sonra geçiş yapacağımız yere yaklaştık. Tam varmak üzereydik ki bir tabur jandarma yine çıkageldi.

Araba geriye döndü ve jandarmaları yine atlatmıştık. Hemen nehrin kenarına indik ve bota binip geçtik. Tabi ayakkabının, kıyafetlerin darlığı, soğuk... Ciğerlerimi üşüttüm orada. Akciğerlerimde iltihaplanma başlamış. Hala iyileşemiyorum. Yunanistan tarafında da 6-7 km yürüdük. Yanımdaki aileyi de yalnız bırakmak istemedim, dil bilmiyorlar, eşyaları var...

Nihayetinde tren istasyonunda hepimizi polis aldı. Her mültecinin yaşadığı süreç benim için de başlamıştı. 20 Mart'ta nezarethanede, 21-23 Mart arasında cezaevinde kaldık. Sonra kapalı kampa gönderdiler.

UÇAĞA BİNENE KADAR YÜREĞİM AĞZIMDAYDI...

Atina'dan iltica başvurusunda bulunacaktım. 2025'e kadar randevu bile vermiyorlardı. Sahte kimlikle Atina'dan Almanya'ya uçmayı denedim. İlk seferde yakalandım. İkinci kez Girit'ten denemeye karar verdim. Pazartesi Atina'ya gelmiştim. Cumartesi gemiyle Girit'e geçtim, pazar günü sabah Girit'ten uçtum ama uçağa kadar görevliler beni birkaç kez durdurdu. Yok otobüs dolmuş o yüzden durdurmuşlar, yok öncelikli olanlar varmış bu yüzden durdurmuşlar.

Neden böyle oluyordu bilmiyordum ama son anda hep bir şeyler çıkıyordu. Her seferinde yüreğim ağzıma geliyor ve sonrasında derin bir nefes alıyordum. Yüreğim ağzımda yaşadığım o birkaç saat de nehri geçene kadar yaşadığım bir günlük yolculuk da bir ömür gibiydi. Bitti. Ama ömrümden de çok şey gitti.

Artık Almanya'dayım, ilticaya başvurdum ve şimdilik kampta kalıyorum. Bugün yol mülakatım var. Bir an önce Almanca öğrenip burada da eğitim hayatıma devam etmeyi düşünüyorum. Her şeye yeni baştan başlamak zor ama o zorlu yolculuktan sonra her şey iyi geliyor... Sadece kızlarımı özlüyorum."

20 Nisan 2019 Cumartesi

BEN SENİN ADINI YAŞADIĞIM ADALETSİZLİĞE DERMAN OL DİYE ÖMER KOYDUM!

20 Nisan 2019 
Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra binlerce insanın hukuksuz gerekçelerle gözaltına alındığı ve tutuklandığı süreçte en büyük acımasızlık çocuklara yapılıyor. Yaklaşık 700 bebeğin annesi ile birlikte cezaevinde tutuklu bulunduğu sürece 8 aylık Ömer Asaf bebek de eklendi. 2 yıldan fazla açıkta bekleyen anne öğretmen Fatma Erden, 2 ay önce görevine iade edilmişti. Polisin davet üzerine ifade vermeye gittiğinde tutuklandı.
Bir anne ve bebek daha cezaevine girdi. Kütahya'da yaşayan Fatma Erden ve 8 aylık oğlu Ömer Asaf 17 Nisan'da tutuklanarak Kütahya E Tipi Cezaevi'ne gönderildi.

Telefonla görüştüğüm baba Necip Erden tutuklanma nedenini ve olayın nasıl geliştiğini şöyle anlattı:

"17 Nisan Perşembe günü evimize bir tebligat geldi. İfade vermeye çağrıyorlardı. 14.30'da Kütahya Adliyesi'ne gittik. Bir kişi daha vardı ifadeye gelen. Onu bekledik biraz. 16.10 gibi ifadesi alınmaya başladı, 17.30'de tutukladılar. Tutuklanma nedeni eşimle aynı okulda çalışan iki öğretmen kendi aralarında konuşuyorlar, bizim eve oturmaya geleceklerini ve adresimizi yazmışlar. 2015 yılının ekim ayında olmuş bu konuşma. Bunu suç saydılar."

15 Temmuz'da sonra Valilik kararı ile açığa alınan Fatma Erden 30 ay bekletildikten sonra iki ay önce görevine geri dönmüştü. Köprüören Tek Termik Ortaokulu'nda Teknoloj ve Tasarım Öğretmeni olarak görev yapıyordu.

Kendisinin de 13 Şubat 2017'de Bylock iddiasıyla tutuklandığını ifade eden matematik öğretmeni Necip Erden, "İçerik bulamadıkları için 18 Ekim 2017'de tahliye edildim. 31 Ocak 2018'de de 6 yıl 3 ay hapis cezasına verildi. Dosyam Yargıtay'da. Şu an çocuğumuzun içeride olması en büyük sıkıntımız."

Tutukluluğa itiraz için Tavşanlı Sulh Ceza Mahkemesi'ne eşi ve kendi iki ayrı dilekçe veren Fatma Erden'in ilk mahkemesi Kütahya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 16 Mayıs'ta görülecek.

BEN SENİN ADINI YAŞADIĞIM ADALETSİZLİĞE DERMAN OL DİYE ÖMER KOYDUM!

"Biz oğlumu parke üzerinde bile emekletmeye kıyamazken şu anda betonun üzerinde emeklemek zorunda. Hepimizin günahı olabilir ama 8 aylık bir çocuğun suçu ne! Oğluma adil olsun diye Ömer, iyi bir yönetici olsun diye Asaf adını verdim. Şu an oğlum adaletsizliği iliklerine kadar yaşıyor!" diyen Necip Erden oğluna ve annesine yazıp postaladığı ilk mektubu gönderdi:

Ömerime...

Adaletten adı olup adaletsizlikle yargılanan 8 aylık Ömerime... Hiç suçu olmayan, safa, pak, temiz olan Ömerime... Ayrı düşmek de varmış oğlum, o kısacık yaşantında ayrı kalmak da...

Ben senin adını yaşadığım adaletsizliğe derman ol diye ÖMER, Hz. Süleyman'ın hükmettiği her şeye vezir olan iyi bir yönetici olasın diye ASAF koydum. Ömer Asafım...

Gün gelip baban ve daha nicelerinin yaşadığı bu adaletsizliği giderecek bir yönetici olasın diye be oğlum... Ama o büyük isminle şimdi parmaklıklar arkasında küçük yüreğinle adaletsizliği her nefesinden hissediyorsun.

Annenle senin parke üzerinde emeklemene kıyamazken şimdi beton üstünde emeklemek zorundasın be oğlum.

Oğlum kıyamam, bilirim annen senin meleğin, sana halı da olur kilim de. O melek seni yere kondurmaz oğlum. 


Yarim razıyım müebbet yatmaya, yeter ki siz çıkın, siz kalmayın yaricim. Koca dünya 8,5 ay yattığım o küçücük koğuştan daha da dar. Nefesim olun, tez vakitte gelmeniz dileğiyle.

Bekliyorum sizi babam...
Bekliyorum. 


 
Necip Erden: Oğlum bu kalemi adı gibi var olabilmek için, adalet için tutacaktı.


Tutukladığı hamile kadını hakim böyle teselli etti: Üzülme 6 aylık olunca istinaf bırakır

20 Nisan 2019 
4 Eylül 2018'den bu yana Antalya Döşemealtı L Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Hatice Şahnaz'ın doğumuna çok az kaldı. Tutuklandığında 3 haftalık hamile olan 28 yaşındaki Şahnaz, 8 aydır cezaevinde. Şu anda 35. haftalık. Kısa bir süre sonra anne olacak olan Şahnaz, hamilelik gibi zor bir süreci cezaevinde geçirmek zorunda kaldı. Doktorun verdiği tarihe göre 15-20 Mayıs tarihleri arasında bir kız çocuk dünyaya getirecek. Ve eğer Yargıtay kararı bozmazsa bir bebek ve anne daha cezaevine geri dönecek. Oysa bu, 5275 Sayılı Ceza İnfaz Kanunu'na aykırı.

15 TEMMUZ'DA KIZI İSTEDİ, 16 TEMMUZ'DA NİŞANLANDILAR


Hatice ve Hüseyin Şahnaz, Bursa'da tanışıp evlenmeye karar verdiler. Hüseyin Şahnaz, 15 Temmuz 2016 akşamı ailesiyle birlikte müstakbel eşini isteme merasimindeydi. 16 Temmuz 2016'da da nişanları oldu.

Hüseyin Şahnaz, evlilikten önce askerliğini halletmek için hemen askere gitti. Sivas Temeltepe'de 20 günlük askerken 'Bylock kullandığı' iddiasıyla tutuklandı. Sonra Çorum'a, oradan da Bursa cezaevine nakledildi. 1 Şubat 2018'de de tahliye edildi. Bir gencin 15 ayı haksız, hukuksuz yere hapiste geçti.

29 yaşındaki Şahnaz cezaevinden çıkınca önce Kayseri'deki köyüne, düğünden bir-iki ay önce de Antalya'da bulunan nişanlısının yanına gitti.

Bilecik Üniversitesi Kamu Yönetimi'nden mezun olan Şahnaz, Antalya'da bir kuyumcuda iş buldu ve sigortası dahi olmadan, asgari ücretle çalışmaya başladı. Mütevazi bir ev kiraladı ve 20 Temmuz 2018'de evlendiler. Yaşadıkları onca şeye rağmen hiçbir şey olmamış gibi hayata tutundular.

EVLERİNE KAÇAKÇILIK ŞUBESİNDEN POLİS GELDİĞİNDE 1,5 AYLIK EVLİYDİLER

Fakat mutlulukları yine kursaklarında kaldı. Evlerine polis geldiğinde 1,5 aylık evliydiler. Sanki kaçakçılık yapmış ya da bir yere kaçıyorlarmış gibi Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü kapılarını çalmıştı.

Hüseyin Şahnaz:

"Aslında eve önce, yurt dışına çıkış yasağı kağıdı geldi. Eşim hakkında o güne kadar herhangi bir şey yoktu. Gözaltına alınmadı, mahkemeye çıkmadı vs... Neden bu yasak geldi diye adliyeye gidip sorduk. Bilemiyoruz, normalde gelmemesi lazım dediler. Biz gidip kendi ayağımızla ne oluyor diye sormamıza rağmen iki hafta sonra kaçakçılık şubesinden gelip eşimi aldılar."

4 Eylül 2018'de tutuklanan Hatice Şahnaz'ın ilk duruşması 8 Kasım 2018'de Antalya Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Genç kadın, birileri adını verdi diye ve Bylock kullandığı gerekçesiyle ilk mahkemede 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu sırada 3 haftalık hamileydi.



HAKİM: BİZE BİR ŞEY ANLATMADI, SERBEST BIRAKAMAYIZ

Hakim, avukat ve Hatice Şahnaz arasında mahkemede geçen diyalog şöyle:

Hakim: Hamile imişsin. Hakkında itirafçılar var. Etkin pişmanlıktan yararlanmak istiyor musun?

Hatice Şahnaz: Adımı söyleyenleri tanımıyorum. Ben hiçbir şuç işlemedim.

Avukat: Hakim bey müvekkilim hamile, biz tutuksuz yargılanır diye ek süre de istemedik.

Hakim: Bize bir şey anlatmadı, bırakamayız. Ek süre alsanız da tutuklu kalır. (Hakim, Hatice Şahnaz'a dönüp) Boşa üzülmeyin, hamile olduğuz için 6 aylık olunca istinaf bırakır.


Hakimin dediği maalesef olmadı. İstinaf mahkemesi Hatice Şahnaz'ın cezasını dört ay sonra onayladı. Dosyası şu anda Yargıtay aşamasında.

Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi mezun olan Hatice Şahnaz, Bursa Kemalpaşa'da bir kolejin kreşinde çalışıyordu. Kolejde çalıştığına ilişkin 8 farklı ifadede ismi geçtiği için hakkında soruşturma başlatıldı.

6 AY DOLANA KADAR KELEPÇE İLE KONTROLE GÖTÜRÜLDÜ


Hüseyin Şahnaz, hamilelikle ilgili kontrollere eşinin 6 ay boyunca kelepçe ile götürüldüğünü söylüyor:

"Cezaeviyle hastane arası yarım saat-45 dk. Eşim 6 ay dolana kadar o kapalı cezaevi aracının içinde eli kelepçeli kontrole götürüldü. Sonra kelepçesiz götürmeye başladılar. CİMER'e yazı yazdık, sağlık durumundan endişe ediyoruz diye. '12 defa hastaneye götürüldü, endişe edilecek bir şey yok' diye cevap verdiler. Psikolojik olarak da çok yıprandı. Geçen aya kadar doktor, çocuğun ayağı yamuk görünüyor, doğduğu zaman ameliyat olması gerekir, sakat diyordu. Kaç ay onun sıkıntısını, stresini yaşadı. Hamdolsun bu ay ayağı düzelmiş. Şimdi kararı istinaf onayladığı için ona üzülüyor."

'ÇIKARSAM NASIL YAPACAĞIZ...'

Hatice Şahnaz, görüş günlerinden birinde eşine "Çıkarsam nasıl yapacağız" diye dert yanmış: "Normalde sağlık sigortası yok tabi ki, yeni evlenmiştik. 'Çıksam bile nasıl yapacağız' gibi endişeleri var. Psikolojisi o kadar etkilendi ki, çaresiz bir kadın böyle bir cümle dahi kurabiliyor maalesef. Hayırlısıyla çıksın da diğer konuları dert etmeyiz. Telefonda hep çocuğa alınacak şeyleri anlatıyor. Bir-iki hafta içinde lazım olan şeyleri götüreceğim."

BEN, EŞİM, ANNEM, ABİM, KARDEŞİM... HEPİMİZ BİR ŞEYLERDEN GEÇTİK

Şahnaz ailesi 15 Temmuz'dan sonra birçok aile gibi sıkıntılar yaşadı: "Babam on yıl önce vefat etti, annemler beni ziyarete gelirken kaza geçirdi. Annemin sağ kolu sakat kaldı. Omuriliği boynundan aşağıya doğru kırılmış, hastaneye götürdük, 'bir şey yapamayız felç olur' dediler. Şimdi iyi ama abimin de kazada kaburgası kırıldı. Düğün için biriktirdiğim para yollarda, hastanelerde bitti. Düğün için kredi çekmiştik onları ödemeye çalışıyoruz. Üç senedir, ben, annem, abim, kardeşim, eşim hepimiz bir şeyden geçiyoruz..."
Hatice-Hüseyin Şahnaz bir görüş gününde.

17 Nisan 2019 Çarşamba

Cezaevinde kalp krizi geçirip hayatını kaybeden KHK'lı öğretmen Yusuf Paçacı… ‘Neden izcilik faaliyeti yaptın’ diye sorgulanmış

17 Nisan 2019
KHK'lı tutuklu öğretmen Yusuf Paçacı hayatını kaybetti. Ne dirisini ne ölüsünü ailesine göstermediler. KHK'lı eşi bugün kocasını son yolculuğuna uğurluyor.




20 aydır Batman M Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan beden eğitim öğretmeni Yusuf Paçacı (39) geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Olay dün öğlen saatlerinde meydana geldi. Cezaevinde rahatsızlanan Paçacı Batman Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı ve hemen ameliyat edildi. Haberi alır almaz eşi, kızı, abisi ve arkadaşları hastaneye geldi. Doktor "Durumu çok kritik, her şeye hazırlıklı olun" demesine rağmen ailesinden hiç kimsenin hastayı son kez görmesine müsaade edilmedi. İzin almak için Batman Adliyesi'ne koşturan aile vefat haberini burada aldı.

Tekrar hastaneye dönüp eşinin cenazesini görmek isteyen Selda Paçacı'ya yine izin verilmedi. "Ne dirisini gösteriyorsunuz, ne ölüsünü, biz ne yapacağız ki..." serzenişlerine rağmen "Savcı gelip görmeden, incelemeden size gösteremeyiz" cevabı verildi.

NEDEN İZCİLİK FAALİYETİ YAPIYORSUN DİYE SORGULANDI


Aslen Erzincanlı olan Yusuf Paçacı, 20 yıldır Batman'da yaşıyor ve Batman Cumhuriyet Lisesi'nde öğretmenlik yapıyordu. Önce ilkokul öğretmeni olan Paçacı sonra branş değiştirip beden eğitimi öğretmeni olmuştu. İzcilik konusunda faal ve uzman bir eğitimciydi. Türkiye İzcilik Federasyonu Batman İl Temsilcisi'ydi. Batman'da gerçekleştirilen tüm izcilik faaliyetlerinde öncülük yapıyor, Batman İzcilik Kulübü'nde ve Batman Valiliği'nin projelerinde görev yapıyordu. Öğrencilerini İstanbul'a, Çanakkale'ye izcilik faaliyetine götürecek kadar idealist bir öğretmendi. Fakat sırf bu etkinliklerden dolayı bile suçlandı. Paçacı ayrıca Avrupa Birliği projeleri konusunda da uzmandı.

672 sayılı KHK ile ihraç edildikten sonra, Hizmet Hareketi'ne yönelik soruşturmalarda 20 ay önce tutuklanan ve 8 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Paçacı'nın cezasını istinaf mahkemesi bir haftada onayladı. Dosyası Yargıtay aşamasındaydı. Tutuklanma nedeni ise 'adını veren tanıklar ve valilik çatısı altında gerçekleştirilen Sosyal Destek Projeleri (SODES)'ydi. Mahkeme sırasında bu projeleri neden yaptığı dahi sorgulandı. Yakınları, 14 kişilik koğuşta 28 kişi kalan, stres yaşayan ve ümitsizliğe düşen Paçacı'nın geçirdiği kalp krizini bu duyguların tetiklediğini söylüyor.

'NE ÖLÜSÜNÜ NE DİRİSİNİ GÖSTERİYORSUNUZ, BİZ NE YAPABİLİRİZ Kİ...

Cezaevlerinde hayatını kaybeden insanların ailelerine yapılan insani olmayan uygulamalara aileler isyan ediyor.  Yusuf Paçacı'nın eşi Selda Paçacı, "Kalp krizi geçirdi, ameliyat edildi. Hastanede yoğun bakımda yatıyor. Görmek istedik. Oradaki askerlere, görevlilere yalvardık. 5-10 metre de olsa görmek istiyoruz dedik. Savcılıktan izin almanız gerekli dediler. Savcılıktan hemen izin alınmıyor. Doktor 'durum çok kritik, her şeye hazırlıklı olun' deyince eşi çok kötü oldu. Süreci hızlandırmak için avukatla görüştük. Batman Adliyesi'ne gittik. Savcının yanına çıktık, kimlikleri verdiğimiz anda telefon geldi. Vefat haberini aldık. Ondan sonra da göstermediler. Dirisini göstermediniz, bari ölüsünü gösterin. Vefat etti, neden göstermiyorsunuz diye söyledik, yine savcılık izni gerekli dediler. Yoğun bakım ünitesinden almışlar, morga götürmüşler, morga indik. Orada da yetkililere söyledik. Savcı gelip görmeden, incelemeden size gösteremeyiz dediler. Olay yeri inceleme geldi, savcılık geldi. Bütün işlemler bittikten sonra sadece abisinin görmesine izin verildi." dedi.

GERİDE YETİM BİR KIZ ÇOCUĞU KALDI


Selda-Yusuf Paçacı ve kızları 14 yaşındaki Semranur'un bir açık görüş sırasında çekilen son fotoğraflarından...


KHK'dan ihraç edilen İngilizce öğretmeni Selda Paçaçı ve Yusuf Paçacı çiftinin 14 yaşında bir kız çocukları var. Yusuf Paçacı'nın cenazesi 17 Nisan 2019'da Erzincan Refahiye Kalkancı Köyünde ikindi vaktinde kılınan cenaze namazından sonra defnedildi.







YUSUF PAÇACI CEZAEVİNDE ARKADAŞLARIYLA..

Zeytin çekirdeklerinden tespih yapmak için duvara sürterek şekil veriyorlar. 








GÜLTEN BIÇAKÇI'YA DA EŞİNİ GÖSTERMEDİLER 



Dün bir vefat haberi de Antalya'dan geldi. 34 aydır Isparta E Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Bekir Bıçakçı, 13 Nisan 2019'da cezaevi banyosunda düşerek beyin kanaması geçirmişti. 74 yaşındaki eğitim gönüllüsü, kaldırıldığı Antalya'daki özel bir hastanede dün (16 Nisan 2019) hayatını kaybetti. Eşi Gülten Bıçakçı'ya da tüm uğraşlarına rağmen eşini son anda görmesine izin verilmedi.

16 Nisan 2019 Salı

Cezaevinde büyüyen yüzlerce bebekten biri: Bedirhan...

16 Nisan 2019
Baba 9, anne 8 yıl aldı. İki küçük çocuk dedelerine emanet, üçüncüsü Bedirhan ise ömrünün bir yılını zindanda geçirdi bile. O yüzlerce mahkum bebekten biri.

Cezaevlerindeki bebeklerin sayısı her geçen gün artıyor. Ocak 2019’da açıklanan son rakamlara göre 677 bebek annesiyle birlikte mahkum. Yeni girenlerle birlikte bu rakam yaklaşık 700 civarında.

Bedirhan Halim Kaya (2), bir yıldır Balıkesir Burhaniye T Tipi Kapalı Cezaevi’nde annesiyle birlikte kalıyor. Annesi Zinnet Kaya bir ifadede ismi geçtiği gerekçesiyle 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üstelik ifadeyi veren kişi mahkemede “baskı altındaydım” diyerek ifadesini geri çekmesine rağmen. Baba Babahan Kaya da aynı cezaevinde bulunuyor. Dosyası şu anda istinafta olan babaya 9 yıl 4 ay ceza verildi.



2009 yılında Balıkesir’de evlenen Kaya çifti, üniversiteden yeni mezun olmuş, öğretmenlik heyecanı ile hayata başlayan eğitimcilerdi.



Van doğumlu Babahan Kaya, Balıkesir Üniversitesi Fizik Bölümü mezun olduktan sonra Balıkesir merkezdeki FEM Dershanesi’nde çalışmaya başladı. Erzurumlu Zinnet Kaya, Uşak Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra aynı dershanede rehber öğretmen oldu. Evliliklerinin ilk iki yılında Balıkesir merkezde idiler, sonraki 8 yıl Edremit’te geçti.

15 Temmuz’dan sonra İzmir’e yerleşen ve 4 Şubat 2018’de İzmir’deki evlerinde gözaltına alınan Kaya çiftinin tutuklanma nedeni bir itirafçının isimlerini vermesi ve Bylock kullandıkları iddiası. SEGBİS ile mahkemeye bağlanan itirafçı ‘ben bu ifadeyi gözaltında polis baskısıyla verdim’ dedi ancak Türkiye mahkemelerinde artık bu durum hiçbir şey ifade etmiyor.

ÇOCUKLAR HAYATA KÜSTÜ


Kaya çiftinin üç çocukları var. Kamil Yusuf (9), Nihal (7) yaşında, Bedirhan Halim (2). Kamil Yusuf ve Nihal bir yıldır anneanne ve dedesiyle yaşıyorlar (yukarıdaki fotoğrafta amcaları ile birlikteler). Birdenbire aile düzenleri bozulan ve anne-babalarından ayrılmak zorunda kalan çocuklar yaşadıkları şokun hala etkisindeler. Ömürleri boyunca da bu travmayı unutamayacaklar.

Amcalarının A. Kaya’nın belirttiğine göre normalde çok konuşkan ve neşeli bir çocuk olan Kamil Yusuf’un ağzını bıçak açmıyor. Bir parmağı ağzında, diğeri saçında sürekli köşelere çekiliyor. Kimseyle iletişim kurmuyor. Nihal’in ağlama krizlerine ise anneanne ve dede derman olmaya çalışıyor.

Nihal ve Kamil Yusuf
SÜT ANNELER BESLEDİ 

Annesi tutuklandığında 1 yaşında olan Bedirhan Halim, cezaevine 4 ay sonra; Haziran 2018’de girdi. Bu süre içinde mahalleden ve akrabalardan bulunan süt anneler onu besledi.

Bedirhan şimdi 8-9 kişilik koğuşta 16-17 kadınla birlikte kalıyor, süpürgelerle oynuyor. Işık süzen camlara bakıp oralara doğru gitmek istiyor. Annesi onu cezaevi kantininde bulduklarıyla avutmaya çalışıyor.

BEDİRHAN HALİM'İN CEZAEVİNDE ÇEKİLEN FOTOĞRAFLARI 










 

BEDİRHAN HALİM'İN CEZAEVİNE GİRMEDEN ÖNCEKİ KARELERİ