9 Ekim 2013 Çarşamba

'İstanbul'da değil ama Anadolu'daki restorasyonlarda hatalar yaptığımız doğru'

9 Ekim 2013
Türkiye 2003 yılından bu yana tarihî eser şantiyesine döndü. Başta İstanbul olmak üzere, Anadolu’nun hangi şehrine giderseniz gidin mutlaka etrafı çevrilmiş yapılarla karşılaşıyorsunuz. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün uzun yıllar ihmal edilen işlere dört elle sarılmasını konunun uzmanları takdirle karşılıyor, fakat peşinden de eleştirilerini sıralıyorlar. ‘Restorasyonlarda hatalar yapıldığını, özellikle nakışların tahrip edildiğini, tarihimize sahip çıkıyoruz anlayışı ile tarihi eserlere bilinçsizce kıyıldığını’ söylüyorlar. Bazıları hangi camide, ne tür yanlışlar olduğunu bizzat gidip fotoğraflıyor. Bu eleştirilerin en yetkili muhatabı, on yılda 4 bine yakın eserin restorasyon projesini başlatan Vakıflar Genel Müdürlüğü. 14 Ekim 2010’dan beri kurumun başında olan Dr. Adnan Ertem’e eleştirileri sorduk. Ertem’in ayrıca, şubatta açılacak Ortaköy Camii’nin restorasyonunun uzamasıyla ilgili söylenenlere verdiği cevaplar ile caminin içindeki yeni sürprizleri, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’ndeki hatları neden kaldırdıklarını, müftülüklerin cami restorasyonlarına artık niye karşı çıktıklarını, Dünya Vakıflar Konferansı’nın sonuçlarını ve yakında açılacak yeni müzeye dair verdiği bilgiler de önemli.



Vakıflar Genel Müdürlüğü yoğun bir şekilde tarihî eser restorasyonu yapıyor. Son durum nedir?

Son on yıldır tarihî eserlerin restorasyonunda muazzam bir inkişaf var. ‘İhmal edildi’ cümlesini ben bir bürokrat olarak kullanmak istemezdim ama bu konuda özellikle ihmali vurgulamak gerekiyor. Hakikaten ülkemizin tarihî zenginliğine uzun yıllar sahip çıkılmadı.

Son rakamlara göre kaç eser restore edildi?

1998 ile 2002 arasında sadece 50 eserin restorasyonu söz konusu iken 2002’den bu yana 4 bin eserin restorasyon projesini yaptık. Kimi bitti, kimi devam ediyor. Devletten bize para mı geldi, hayır.

Bütün restorasyonlar vakıf gelirleri ile mi yapılıyor?

Biz devletten bir kuruş alan bir kurum değiliz. Devletin hiçbir katkısı olmuyor. Tamamen kendi gelirlerimizle giderlerimizi karşılıyoruz. Bu mal varlığı daha önce de yöneticilerin elindeydi. Niçin yapılmadı, bunların hepsi tabii ki belli.

Niçin yapılmadı peki?

Bilinçli bir ihmal var gibi geliyor bana. Bir Sultanahmet’i, Süleymaniye’yi, Fatih Camii’ni hiç kimse göz ardı etmemeliydi. Hangi yönetici olursa olsun, Sultanahmet Camii’nin turistik anlamında yaşaması bu ülkenin kazanımıdır. Ama bu kadar göz önündeki eserler bile ihmal edildi. Nedeni bence şu: iş yapmak, sıkıntı almak demektir; icra, soruşturmalar, incelemeler, dedikodular hepsi beraberinde gelir. Yapmazsanız rahatsınız demektir.

Siz de bu sıkıntıları mı yaşıyorsunuz? Mesela restorasyonlar bir yandan takdirle karşılanıyor, bir yandan eleştiriler var. Sizce bu eleştiriler haksız mı?

Haklılar. Söyledikleri doğru. Ben buna itiraz etmiyorum. Yaptığımız işler, dört dörtlüktür, mükemmeldir iddiasında bulunmuyorum. Mutlaka hatalarımız var, yanlış uygulamalarımız var. Bunu da açık açık söylüyorum. Mesela Sivas Gök Medrese’de yanlış uygulamalar yapıldı.

Ne yapıldı?

İş bitirilemediği için orası yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. İşi alan firmanın müteahhidi iflas ettiği ve tekrar geri alma noktasında hukuki süreç biraz uzadığı için biz ancak şimdi müdahale edebiliyoruz camiye. Divriği Ulucamii’nde 50 sene önce yapılan yanlış uygulamayı kaldırmak için yeni bir proje yapıyoruz. Yanlış uygulamalar olabilir, hatalı restorasyonlar olabilir, restorasyon yaparken tahribat da olabilir. Bunlara itiraz etmiyorum ama bizim bilinçli olarak bunu yaptığımızı kabul etmiyorum.

Tabii ki bilinçli olarak yapmıyorsunuz; fakat Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bir bilim kurulu yok mu?

Oraya gelecektim şimdi… İstanbul’daki restorasyonlarımızla ilgili çok fazla şikâyet yok. Çünkü İstanbul’daki eserlerin hepsine ayrı bir bilim kurulu oluşturuluyor.

İstanbul’la ilgili yanlış uygulamaları hocalardan duyuyoruz aslında…

İstanbul ile ilgili son yaptığımız restorasyonlarla alakalı bana pek bir şikâyet gelmiyor. Varsa ayrıca onun üzerine gideriz. Fatih Camii’nin kitabesinin takılmasıyla ilgili bir eleştiri geldi. Ama bu yanlış bir uygulama değil. Benim yanlış uygulamadan bahsettiğim tezyinatı (süsleme) bozma, çiniyi sökme, caminin yapısına uymayan bir taş taklidi yapmak…

Peki bu bilim kurulunda kimler var?


Hepsi eski eserden anlayan uzmanlar. Yerine göre hattat, taş ustası, kalemkâr, sanat tarihçisi…

O zaman bilim kurulunda hattatlar, kalemkârlar yok iddiası doğru değil.

Bizim her camimizin bilim kurulu var ve hepsi de alanında uzman isimler. Fakat hattat veya diğer uzmanları her bilim kuruluna koymak durumunda olamayabiliriz. Caminin yapısına göre değişiyor.

Ama camilerin genelinde hat var…

Problem sadece bu değil. Ben bilim kuruluna hattat da, kalemkâr da koyuyorum. Fakat bu sefer, ‘o ne anlar hat işinden, o hattat değil, eseri tahrip etti’ diye tartışma çıkıyor.

Hattatlar birbirlerini beğenmedikleri için mi çıkıyor bu tartışmalar?

E, tabii kimse kimseyi beğenmiyor. Camiada tartışmasız tek bir isim Ahmet Ersen hoca. Herkes onun dediğine tamam diyor. Ama söz konusu kalemişi, tezyinat, bezeme, hat olduğu zaman birçok eleştiriler geliyor.

Olay sadece hattatların birbirini beğenmemesi mi?..


Biz yaptığımız restorasyonlara çıplak gözle baktığımızda ‘bu ne biçim olmuş’ tepkisi oluyorsa orada gerçekten çok büyük bir tahribat vardır. Detaya indiğinizde bilim insanlarının, sanatkârların, zanaatkârların tartışmasına girdiğimiz zaman işin içinden çıkamayız. Bakın bizim Anadolu’da yaptığımız restorasyonlarda sıkıntımız var. Bunu açık açık söylüyorum.

Nereden kaynaklanıyor bu sıkıntılar?

Öncelikle Anadolu’da müteahhit bulamıyoruz. İstanbul’daki müteahhitler İstanbul işlerine ancak yetiyorlar. Ayrıca firmalar Anadolu’ya çıkmak istemiyor, biraz işler küçük olduğu için, biraz şantiye kurmak maliyetli olduğu için, biraz da dağılmamak için. Anadolu’da her yer aynı değil tabii. Diyarbakır’da restore ettiğimiz Ulucami çok güzel oldu, Erzurum’daki Çifte Minare de güzel oluyor. İhale sistemi var sonuçta, firmaları seçemiyorsunuz.

İhale ile inşaat şirketlerine tarihî eser onarımı yaptırılması da çok eleştirilen bir konu…

Onda artık yapacak bir şeyimiz yok. Yasal düzenleme o şekilde, öbür türlü olsa peşkeş çekildi deniliyor. İkisinin arası yok.

İhaleye katılan şirketlerin ehliyeti nasıl belirleniyor?

Eski eser restorasyonu konusunda karneleri var. İşi nasıl bitirmişler, ne zaman bitirmişler vs. gibi konularda yeterliliklerine bakılıyor. Eski eser restorasyonu yapmayan hiçbir firmanın ihaleye girmesi mümkün değil.

Karneleri iyi olanlar da başarılı mı sizce?

Başarılı olanlar var, kendisini bizimle geliştirenler var. Hâlâ eksik, hâlâ istediğimiz düzeyde iş yapamayanlar da var.

İnternet sitenizde sadece Vakıf İnşaat’ın linki var. Onların sizinle ilgisi nedir?

Vakıf İnşaat’ın yüzde 50’si bizim, yüzde 50’si TOKİ’nin. Yönetim çoğunluğu onlarda ama sonuçta onlar da ihaleye giriyor. Yani ayrıcalığı yok. Eskiden Bakanlar Kurulu kararı ile onlara verilebiliyordu bazı işler, fakat yeni ihale kanunuyla bu kaldırıldı.

Restoratör konusunda da tecrübeli, yetişmiş eleman yetersizliği hep dile getiriliyor. Sizin bir restoratör politikanız var mı?

Dört-beş yıldır Restoratörler Derneği KOREFD ile çalışıyoruz. Müteahhitlerle çalışan restoratörleri bu dernekle birlikte eğitiyoruz, sertifika veriyoruz. Eğitimlerini eserlerin restorasyonunda alıyorlar. Müteahhitlere de onlarla çalışmalarını şart koşuyoruz. İkincisi, bugünlerde İtalya ile bir projeye başlayacağız. Biliyorsunuz İtalya restorasyon konusunda oldukça ileri. Onlarla protokol imzaladık. Şeyh Süleyman Mescidi’ni birlikte restore edeceğiz, tecrübelerinden faydalanacağız. Oradan gelen uzmanlar restoratörlerimizi eğitecekler. Bunu ilk defa uyguluyoruz. Eğer başarılı olursa projeyi devam ettireceğiz. Gerekirse bizim restoratörlerimizi İtalya’ya göndereceğiz. Eğitimler üç hafta sürecek.

Üç hafta yeterli mi?

Eğitim almış, altyapısı olan bir restoratör için yeterli.

Genel müdürlüğünüzün ne kadar restoratör kadrosu var?

16 kişi. Yeterli mi, değil. Ama biz de her kurum gibi her sene belirli sayıda personel istihdam etme şansına sahibiz. Bütün Türkiye için 60-70 restoratör istihdam etmemiz lazım. 50’si sadece İstanbul’a lazım. Anadolu’ya şimdilik 20 yeterli. Ama siz zannediyorsunuz ki bizim imkânlarımız var da kullanmıyoruz.

Bu kanun sonuçta değişemez mi, belki kültür politikasının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor..

Bunu söylüyoruz, söylemiyor değiliz. Sonuç itibarıyla bize sunulan sınırlar içinde elimizden geleni yapıyoruz. Her sene restoratör alıyoruz.

'Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’ndeki hatları kaldırdık'

Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nin duvarlarındaki hatları, 1950’li yıllarda uygulandığı için kaldırdık. Tıpkı Edirnekapı’daki camide olduğu gibisıva kaldırılacak, orijinal taş duvar gözükücek. Çok daha iyi bir görüntü oluyor. Bunları kendi irademizle yapmıyoruz. Kurul kaldırın diyor, kaldırıyoruz.”

Ayasofya İmarethanesi Halı Müzesi oluyor

“İstanbul ve Anadolu’da bize bağlı toplam 13 müze bulunuyor. Ayasofya Müzesi’nin arkasında Ayasofya İmareti var. Restorasyonu uzun sürdü biraz ama tamamladık. Müze şeklinde teşhir tanzim işleri yapıldı. Bugünlerde Halı Müzesi olarak açılışını yapacağız. Sultanahmet Camii Hünkar Kasrı’ndaki Halı Müzesi’ni oraya taşıyacağız. Sultanahmet’teki Halı ve Kilim Müzesi’ydi. Şimdi ikisini ayırıyoruz. Tamamen modern, günün müzecilik anlayışıyla düzenledik orayı. Müzecilik bizim işimiz değil müzecilik kolay da değil, biraz acemiliklerimiz olabilir. Eğer burada başarılı olursak diğer müzelerimizin de günümüz müzecilik anlayışıyla yeniden teşhir ve tanzimini düzenleyeceğiz.” 

'O kadar restorasyon yaptık ki cemaat cami bulamıyor'

Vakıfların gelirleri iyi değil mi?


İyi mi kötü mü bir şey söyleyemem ama bizim paramız bereketli. Ben göreve başlayalı üç sene oldu. İki vakıf üniversitesi kurulmuştu. Bezm-i Alem ile Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi. Fakat henüz faaliyete başlamamışlardı. Her iki üniversitenin muazzam derecede nakit ihtiyacı vardı. Eğitim dönemi başlayacağı için öncelikle maddi olarak onlara yöneldik. İster istemez restorasyon programı biraz yavaşladı. Ama çok fazla değil. Birinci sene böyle geçti. Şimdi müftülükler bize ‘artık camileri restorasyona almayın.’ diyor. 

Neden?


E, şimdi Karaköy’den yola çıkın bakın. Kılıç Ali Paşa Camii’nin restorasyonunu yeni bitirdik, yanında Nusretiye camiinin restorasyonu başladı, hemen ileri gidin Fındıklı’daki Molla Çelebi’nin karşısında Süheyl Efendi Camii, biraz daha ileride Ortaköy Camii’nin restorasyonu devam ediyor. Biraz geride ise Küçük Mecidiye Camii restorasyonda. Biraz yukarı çıkın Yıldız Hamidiye Camii’nde çalışma var. Cemaatin namaz kılacak camisi kalmadı.

Müftülükler bu yüzden mi yapmayın diyor?


Evet, Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii’ni restorasyona aldık. Orada zaten Aziz Mahmud Hüdai Camii restorasyonda. Yanındaki Valide Sultan Camii’ni de başlatalım istedik. Fakat, müftülük ‘hayır’ dedi. Haklılar. Cemaatin öncelikli olarak namaz kılması lazım. Mihrimah Sultan bitince diğerine başlayacağız. Beyazıt Camii’nin restorasyonu için de Nuruosmaniye Camii’nin restorasyonunun bitmesini bekledik. İster istemez müftülüğün bu itirazını dikkate almaya başladık. 

‘Ortaköy Camii açıldığında, bambaşka bir yere geldik diyecekler’ 
 
Ortaköy Camii’nin restorasyonunun uzamasıyla ilgili de eleştiriler olmuştu...

Ama uzamasının sebebiyle ilgili çok yanlış yönlendirmeler var. Esnaf haklı olarak diyor ki, burayı bitirin. Doğru. Esnafa soruyorsunuz, Ortaköy Camii’nin manzarasından istifa ediyor musunuz, peki Vakıflar’a bunun bir katkısı var mı, yok. O zaman bize köstek olmasınlar. Restorasyon uzadıkça ticari anlamda sıkıntı oluşuyor, sıkıntı olmasa bile istedikleri kadar getirisi olmuyor. Ama hep söylüyoruz Ortaköy Camii’nde 1960’lı yılların yanlış uygulamaları var. Onları bertaraf etmek öyle kolay olmadı. Çimento uygulamalarını, eklemeleri hepsini kaldırdık. Yeni halini gören bambaşka bir yere geldik diyecek. Mesela caminin girişi iki katlıydı, bir katı kaldırdık, çünkü ilave edilmiş. Orijinalinde böyle bir kat yok. Eski haline getirdik. O katı aldığınız zaman girişte muazzam bir ihtişam ortaya çıkıyor. Ortaköy Camii’nde eski uygulamalar ile yeni uygulamalar noktasında devrim yapıldı. Bu çok önemli bir husus.

     İkincisi Ortaköy Camii’nde hiçbir yerde olmayan bir uygulama var. Şutuk, yani mermer görünümü veren süslemeler… Bu uygulama camilerde çok var fakat ustası yok Türkiye’de. Sadece Dolmabahçe Sarayı’nda var uzmanlar ve onları da artık zamanlarında istihdam ederek bu işi yetiştirmeye çalışıyoruz. Bir alçı ustasıyla işleri daha çabuk bitirebiliriz ama o zaman istediğimiz güzellikte olmaz, biz orijinaline yakın olsun istiyoruz. Şöyle de bir gerçek var, hiçbir eski eserin restorasyonu öngörülen tarihte bitmez.

Şutuk ustaları nereden geldiler?

Kendilerini yetiştirdiler. Bu alanda hakikaten açık var. Ben müteahhitlere bu alanda adam yetiştirmelerini öneriyorum. O uygulamalar en fazla zaman kaybına neden oldu. Ama bütün bunlara rağmen şubat ya da mart ayında bitireceğiz. Ama beni üzen asıl başka bir konu var.

Nedir?
Ortaköy Camii’ni Kuveyt Türk’ün sponsorluğunda restore ediliyor. Dolayısıyla Kuveyt Türk’ün reklamı camiyi çevreleyen panolara asıldı. Restorasyonun bitmemesi bu olaya bağlanıyor; ‘ne kadar uzun sürerse o reklam orada duracak, bundan dolayı bitirilmiyor’ diye yazıldı. Asla böyle bir şey yok. Biz gerekirse Kuveyt Türk’ün reklamını indiririz, hemen bugün hiç problem değil. Kuveyt Türk yetkilileriyle de görüştüm. Onlar da buna razılar. Ama eğer bir kişi, kurum böyle önemli tarihî eser restorasyonlarına katkı sağlıyorsa reklamından da istifade etsin, ne olacak? Aynı şeyi diğer kurumlara da söylüyorum. Herhangi bir caminin restorasyonunu yapın, siz de reklam panonuzu asın diye…

Aslında sponsorluk ülkemizde çok destekleniyor. Bu bilerek gündeme getirilen bir durum mu?

Bilerek kaşınıyor. Bir kere bir eski esere girdiğinizde sıvaya raspayı vurduğunuzda ne çıkacağı belli değil, bambaşka bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Bunları kimse hesap etmiyor. 

'Vakıf kurma konusunda daha atak olmalıyız'


23-24 Eylül 2013’te Dünya Vakıflar Konferansı düzenlediniz. Uluslararası vakıflar geldi Türkiye’ye. Bu konferanstan muradınız neydi?

Batı tipi vakıflar ile İslam dünyası vakıflarını bir potada nasıl değerlendirebiliriz, bu konuları konuştuk, tecrübelerimizi paylaştık. Yeni Zelanda’dan Avustralya’ya kadar ilginç tecrübeler var. İslam ülkeleri arasında yeni bir vakıf kanunu çalışması var, sekreteryasını Kuveyt Vakıf Bakanlığı üstleniyor. Vergi muafiyeti olmadığı sürece vakıfçılık ya da hayırseverlik sisteminin özel şahıslara geçebileceğini sanmıyorum. Biz bu konuda epey çalışma yaptık. Vakıf kurmak isteyenlerin kuruluş mal varlığını ayrım gözetmeksizin 500 bin TL’lerden 50 bin TL’ye düşürdük. 3-4 yıldır uygulanıyor bu. Ama vakıf sayısında sıçrama olmadı. Benim özlediğim düzeyde değil. Vakıflar Medeniyeti olan bir devletin torunları olarak vakıf kurma konusunda biraz daha cesaretli, atak olmamız lazım.

     Batı dünyası her geçen gün vakıf adı altında çeşitli örgütlenmeler yapıyor. Sivil toplum kuruluşları çok aktif ve etkili. Her alanda yardımlaşmayı, hayırseverliği ön plana çıkarıyorlar. Ve bunları aktif hale getirecek her türlü argümanı kullanıyorlar. Aslında Batı, vakfı bizden öğrendi ama bizden çok ilerideler, çünkü geliştirdiler. Bizdeki eksiklik vakıf kurmayı cazip hale getirecek ekipmanları oluşturmak. Vakıflar için vergi muafiyeti belirli şartlara bağlanmamalı, her vakfın vergi muafiyeti olmalı ve vakıf sayısı çoğalmalı diye düşünüyorum.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ