20 Temmuz 2017 Perşembe

‘Orhan Pamuk’u listeden çıkarıyoruz’

20.07.2017 
'Orhan Pamuk Yasaklı Kitaplar Kütühanesi’nde’ haberimize Documenta 14 yönetimi açıklama gönderdi.
Fuarın iletişim sorumlusu Caroline Kim’in gönderdiği açıklama, ‘Haklısınız, Orhan Pamuk’un vakası aslında çok hassas. Resmi olarak Pamuk hiç yasaklanmadı, ancak bu çalışmanın başlangıç aşamasında araştırmacılarımızdan biri, Isparta’nın Sütçüler ilçesinde yaşanan bir olaya rastladı.’ diyerek başlıyor ve 2005 yılında yaşanan olayı anlatıyor. Dönemin kaymakamı Mustafa Altınpınar, halk kütüphanelerine ‘Türk milletinin onuruna leke getirdiği için’ Orhan Pamuk’un kitaplarını raflardan indirmeleri ve imha etmeleri emrini vermişti. İçişleri Bakanlığı, Sütçüler İlçe Kaymakamı Mustafa Altınpınar hakkında, Orhan Pamuk’un Ermeni soykırımına yönelik sözleri üzerine kamu kitaplıklarındaki kitaplarının toplatılarak imha edilmesi emri nedeniyle inceleme başlatmıştı. Ve Isparta Valisi İsa Parlak, “Kaymakam Altınpınar, yetkisini yanlış kullanmış. Netice olarak bu yanlış bir emirdir. Emir önceki gün iptal edildi. Valilik olarak gerekli uyarıları yaptık ve bu konu kapandı.” şeklinde açıklama yapmıştı.

Açıklamasına‚ ‘Sonuçta yerel bir yönetici de olsa bu girişim bir skandala yol açtı, bir tepki dalgası meydana geldi, yetkili daha sonra emrini resmen iptal etti, yetkisini aştığını açıkladı. Bu yaşanan resmi bir yasaklama veya sansür olarak kabul edilemez fakat araştırmamız sırasında pek çok ülkede resmen’ bir yasak bulunmasa da birtakım ‘gayrıresmi’ sansür yöntemleri uygulandığını gördük. Kitapların basılmaması, bir anda kağıt tükenmesi, yayıncı bulunamaması veya kitapların kütüphane raflarından toplanması gibi… Aslında bunlar da sansür anlamına gelir.’ diye devam eden Caroline Kim:

‘Biz, her yıl ‘Yasaklı Kitaplar Haftası’ düzenleyen Amerika Kütüphaneler Birliği ile temasa geçtik. Onlar bize yasaklanan ve engellenen kitaplar arasındaki farkı anlattılar. Onlar ‘Yasaklı Kitaplar Haftası’nda bu iki kategori arasında ayırım yapmadan engellenen ve yasaklanan kitapları bir arada değerlendiriyorlar. Yasaklanan kitapların büyük bir kısmı ‘resmen’ yasaklanmıyor ama okullardan ve kütüphanelerden çıkarılıyor. Engellenen kitaplara, genelde ailelerin talebiyle okullardan ve kütüphanelerden çıkarma uygulanıyor. Biz de, bu sanatsal çalışmamızda sıkça engellenen bu kitaplara da yer vermeyi uygun gördük çünkü ABD genelinde bu tür uygulamalar ifade özgürlüğüne müdahale olarak görülüyor. Bu sanat çalışması da bu girişimlere karşı bir duruşu sergiliyor. Bu nedenlerle, Orhan Pamuk’un kitaplarının bu sanat çalışmasına yer verdik ama haklısınız onların uzun yasaklı kitaplar listesinde bulunmaması gerekir. Ben de listeden çıkarılmasını isteyeceğim.’ diyor.

Almanya’nın Kassel şehrinde 10 Haziran’da açılan çağdaş sanat fuarı ‘Documenta 14’te bu yıl, Arjantinli sanatçı Martha Minujin’in tasarladığı ‘The Parthenon of Books- Kitapların Partenonu’nda tüm dünyadan 100 bin yasaklı kitap sergileniyor. Eserde, Türkiye’den Nazım Hikmet’in 5, Orhan Pamuk’un 2 ve Osman Pamukoğlu’nun 1 kitabı yer alıyor. Listeye göre Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı 2013’te, Kar ise 2014’te Türkiye’de yasaklandığı ifade edilmiş ve bu bilginin kaynağına ‘bireysel araştırma’ diye not düşülmüştü.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Nazım Hikmet ve Orhan Pamuk Yasaklı Kitaplar Tapınağı’nda

19.07.2017
Arjantinli sanatçı Marta Minujin'in 'Kitaplar Parthenonu’ adlı 'iş'inde tüm dünyadan yaklaşık 100 bin yasaklı kitap yer alıyor. Türkiye'den 8 kitabın bulunduğu tapınakta hiç yasaklanmayan Orhan Pamuk romanının yer alması ironik. 


Almanya’nın Kassel şehrinde beş yılda düzenlenen çağdaş sanat fuarı ‘Documenta 14′ devam ediyor. 10 Haziran’da açılan fuarda bu yıl 160’tan fazla uluslararası sanatçının, yaklaşık 150 eseri, kamu kurumları, meydanlar, sinemalar ve üniversiteler başta olmak üzere 40 farklı noktada sergileniyor.

Documenta 14’ün en ilgi çeken eseri, Marta Minujin’in tasarladığı ‘The Parthenon of Books- Kitapların Partenonu’. Atina’daki Parthenon Tapınağı’ndan esinlenerek inşa edilen eserin tüm sütunları, poşetlere geçirilmiş yasaklı kitaplarla dolu. Documenta’nın resmi sitesinde yayınlanan 70 bin eserin yer aldığı uzun listede, Türkiye’den Nazım Hikmet’in 5, Orhan Pamuk’un 2 ve Osman Pamukoğlu’nun 1 kitabı yer alıyor. Listeye göre Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı 2013’te, Kar ise 2014’te Türkiye’de yasaklanmış. Bu bilginin kaynağına ise ‘bireysel araştırma’ diye not düşülmüş. Orhan Pamuk’un kitapları Türkiye’de hiç yasaklanmadı. Documenta yönetimine, ‘listeye neden alındığını’ sorduk fakat bir cevap alamadık. Pamuk’a açılan ‘Türklüğe hakaret’ davasında aldığı tehditler ve tek tük kitaplarının yakılması nedeniyle bu listeye alınmış olması muhtemel. Pamuk’un internet ortamında kolayca ulaşılabileccek İngilizce biyografilerinde bu bilgilere sıklıkla yer veriliyor.

Listede Nazım Hikmet’in, ‘Bütün Eserleri’, ‘Dört Hapishaneden’, ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’, ‘Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri’, ‘Nazım Hikmet’in Bütün Eserleri-1 de yer alıyor. Bu yasaklara kaynak olarak Emin Karaca’nın Belge Yayınları tarafından basılan ‘Vaay Kitabın Başına Gelenler’ adlı araştırması kaynak gösteriliyor. Orman Pamukoğlu’nun ise ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok adlı kitabının, 2006 ve 2008’de olmak üzere iki kez Türkiye’de yasaklandığına yer verilmiş. Bu bilginin kaynağı, Nuri Kayış ve Serhat Hürkan’ın hazırladığı, Sinemis Yayınları’nın yayınladığı Sansürsüz Sansür Tarihi (1795-2011) adlı eser.


TEMELİNDE BİLE KİTAP VAR

Friedrichplatz meydanındaki Kitaplar Parthenonu’nun temeli Ekim 2016’da atılmış ve harcın içine sanatçı elleriyle yasaklı kitaplardan koymuş. Daha sonra bir kampanya başlatılmış. Herkesten elindeki yasaklı kitapları bu tapınak için bağışlayarak katkıda bulunması istenmiş. Sergi, sona erene kadar kampanya devam ediyor. Postayla gelen ya da elden getirilen kitaplar, sütunlara eklenmeye devam ediyor.

HİTLER’İN KİTAP YAKTIĞI MEYDANA KURULDU

Eserin kurulduğu meydanın da tarihi bir anlamı var. Marta Munijin bu eseri aslında 1983’te kendi ülkesinde inşa ediyor ve o zaman 30 bin kitaba yer veriyor. Sanatçı, kitaplara askeri cunta tarafından el konulduğu ve kitapların kilit altında tutulduğu döneme gönderme yapmaya amaçlıyor. Friedrichplatz ise Nazilerin 1933’te Yahudi ve Marksist yazarlara karşı başlattığı sansür kampanyasında toplanan kitapların yakıldığı alan. Munijn, 34 yıl sonra tekrar aynı fikri Almanya’ya taşıyarak yasaklı kitapları gündeme getiriyor. Çünkü kitaplar hâlâ yasaklanıyor, yakılıyor, yok ediliyor.




KÜÇÜK PRENS ARJANTİN’DE, ALİCE HARİKALAR DİYARINDA ÇİN’DE YASAKLANMIŞ

Documenta’nın resmi sitesinde yayınlanan 170 yazarın yer aldığı kısa listedeki yasaklı kitaplardan bazıları aşağıda. Uzun liste incelenirse ortaya ‘hangi kitap, hangi ülkede, kaç yılında, kaç kere yasaklanmış gibi sorulara cevap veren bir veri ortaya çıkmış olacak. Mesela Küçük Prens Arjantin’de, Alice Harikalar Diyarında kitabının ise Çin’de yasaklandığını bu listeden öğreniyoruz.

Üç Kuruşluk Opera (Bertolt Brecht), Da Vincinin Şifresi (Dan Brown), Don Kişot (Cervantes), Simyacı (Paulo Coelho), Zahir (Paulo Coelho), Genç Werther‘in Acıları (Goethe), Faust (Goethe), Alice Harikalar Diyarında (Lewis Carrol), Medeniyet ve Sorunları (Sigmund Freud), Lysistrata (Aristofanes), Değişim (Franz Kafka) Son Tango (Nikos Kazancakis), Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (Milan Kundera), Hayvan Çiftliği (George Orwell), Şeytan Ayetleri (Salman Rüşdi), Küçük Prens (Antoine de Saint-Exupery), Çavdar Tarlasında Çocuklar (J. D. Salinger), Gazap Üzümleri (John Steinbeck), Gulliver’in Maceraları (Jonathon Swift), Tom Sawyer’in Maceraları (Mark Twain), Candide (Voltaire), Türlerin Kökeni (Charles Darwin), Karamozov Kardeşler (Dostoyevski), Ecinniler (Dostoyevski), Anne Frank’ın Günlüğü (Anne Frank), Grimm Masalları (Grimm Kardeşler), Aslan Asker Schweik (Jaroslaw), Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Ernest Hemingway), Silahlara Veda (E. Hemingway), Ulysses (Joyce James), Bülbülü Ölürmek (Harper Lee), 1984 (George Orwell), Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı (Pablo Neruda), Deccal (F. Nitzche), Sodom’un 120 Gün (Marquis de Sade), Harry Potter (J. K Rowling), Şiirler (Friedrich Schiller), Doktor Jivago (Boris Pasternak), Yengeç Dönencesi (Henry Miller)…


ASLINDA İSTANBUL’DA AÇILACAKTI

Documenta 14, bu yıl iki ayaklı gerçekleştirildi ve tarihinde ilk defa Almanya dışına çıkmış oldu. İlk ayak nisan ayında Atina’da başlamıştı. Mülteci sorunu, ekonomik kriz gibi konuların odak noktasında olduğu Atina’daki etkinliğin kavramsal teması ‘Learning from Athens-Atina’dan Öğrenmek’ti. Yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği Atina’daki sergiler dün sona erdi. İkinci ve asıl ayağı ise Kassel’de 17 Eylül’e kadar devam edecek.

Türkiye’den Nevin Aladağ, Banu Cennetoğlu, Ardan Özmenoğlu, Pınar Öğrenci ve Erkan Özgen’in yer aldığı fuara, önceki yıllarda Kutluğ Ataman (2002), Halil Altındere (2007), Füsun Onur ve Cevdet Erek (2012) katılmıştı. Küratörlüğünü Adam Szymczyk’in yaptığı Documenta 14, son beş yılda dünyada yapılan önemli işleri bir arada sunarken, geleceğin sanatına da yön vermeyi amaçlıyor.

Documenta yönetimi, 14. çağdaş sanat fuarı için aslında önce İstanbul’u düşünmüş. Fakat güvenlik nedeniyle bu fikirden vazgeçmişler. İstanbul’da güvenlik başlı başına bir sorun, ama son bir yılda yakılan ve yasaklanan kitap sayısı düşünülürse Yasaklı Kitaplar Parthenonu‘nu İstanbul’da inşa etmek kolay olmazdı. (www.documenta14.de)



Kitaplar Parthenonu, Atina’daki Parthenon Tapınağı’ndan esinlenerek inşa edilmiş.
30 milyon bütçe ayrılmış

– Documenta, ilk kez 1955 yılında Arnold Bode tarafından açılıyor. Aynı zamanda öğretmen olan Bode’nin amacı, kültürel açıdan karanlık bir döneme giren Nazi Almanya’sındaki modern sanat çalışmalarını hızlandırmak.

– İlk Documenta’ya Picasso, Kandisky, Andy Warhol gibi günce sanat üzerine etkisi olduğu düşünülen sanatçılar katılmış.

– Fuar, 100 gün devam ettiği için ‘100 Günlük Müze’ olarak da adlandırılıyor.

– Alman devleti ‘Documenta 14’ için 30 milyon Euro bütçe ayırmış.

– Kassel 200 bin nüfuslu küçük bir şehir. Sergi vesilesiyle kente 1 milyon sanatseverin gelmesi bekleniyor.

Marta Munijin













5 Temmuz 2017 Çarşamba

Ben örgüt üyesi değil sadece anneyim… Kızımı geri istiyorum!

5 Temmuz 2017 
Boşanmak istediği eşinin 'Gülenci' şikayeti üzerine tutuklanan ve aylarca hapis yatan gazeteci Tuba Kaya şartlı tahliye oldu. Kaya kızının velayeti için yarın yeniden mahkemeye çıkıyor.

 Tuba Kaya, kızı Kübra ile cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez geçtiğimiz hafta sonu buluştu. Anne-kız özgürlüğün tadını çıkarabilmek için bütün gün gezdiler, eğlendiler. Kaya, henüz ev hapsi süreci başlamadığı için şimdilik evden çıkabiliyor. Ama yakında o da olmayacak.

On aydır Bursa Yenişehir Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci Tuba Kaya, 22 Haziran’da görülen mahkemeden sonra ev hapsi alarak tahliye edildi. Kaya, suçsuzluğunu artık evinden dışarı çıkmayarak ispatlamaya çalışacak.

27 yaşındaki genç gazeteci, çocuğunun gözü önünde hem fiziksel hem de psikolojik şiddet uygulayan kocası, boşanma aşamasında ‘Bu da Gülen cemaatinden’ diye ihbar ettiği için tutuklanmıştı. Kaya’nın boşanma ve velayet davası ise yarın görülecek. Kızının velayetini geri alabilmek için (mahkeme geçici olarak babaya vermişti) gün sayan Kaya, iki saat süren ilk mahkemesindeki savunmasının ardından bir anne olarak hissettiklerini ve evliliğinde yaşadıklarını yazdı.



Tuba Kaya: Silaha karşı bir anneyken silahlı terör örgütüne üye olmaktan yargılanıyorum
Cezaevi aracı, en arka 3 koltuğu hücreye çevrilmiş bir minibüstü; ellerimiz cezaevinden çıkarken kelepçelendi, aracın hücresinde dizlerimiz kapıya değecek kadar dar ve havasız bir ortamda adliyeye geldik. O gün (22 Haziran 2017) mahkemesi olan 3 kişiydik; sağımda uyuşturucuyla ilgili suçtan yargılanan bir Roman, solumda başka bir koğuştan benim gibi iftiraya uğramış genç bir öğretmen hanım vardı. Bursa Adliyesi kaç yıllıksa o kadar yıldır temizlenmemiş, pislik içindeki daracık koridorlardan onlarca jandarma eşliğinde nezarete, oradan da mahkeme salonunun tutuklu girişinin önüne geldik. Karşılaştığım birçok insan ‘senin burada ne işin var, buraya hiç yakışmıyorsun’ ifadeli bakışlarının arasında şaşkınlığını gizleyemedi, ısrarla suçumu sordular, jandarmalar, mahkeme salonundaki tüm görevliler hayret içinde yaşadıklarımı dinlediler…

Kesinlikle saygı duyulmayacak hale gelen, içinde kızımın ve benim sağlıklı kalmamızın imkansız olduğu kötü evliliğimi bitirip, tüm hayal kırıklığıma rağmen bebeğimle yeni bir hayat kurmaya çabalarken; hak etmediğim çok şey yaşadım. Oyuncak silaha bile karşı bir anneyken silahlı terör örgütüne üye olmaktan yargılanıyorum; terörist muamelesi gördüm, nezaretlerde, sorgu odalarında, mahkemelerde, beton ve demirden mündemiç koğuşlarda, cezaevi araçlarının hücrelerinde kelepçeli, zaman zaman jandarmalar tarafından kolumdan sürüklenerek 10 ay cezaevi koşullarında özgürlüğümden mahrum kaldım… Bunların hiçbiri, hiçbiri, hiçbiri beni yavrumun bir gün annesiz kalması kadar üzmedi. Ben sadece anneyim, örgüt üyesi değil.. Ve sadece kızımı geri istiyorum.

İCRA YOLUYLA KIZIMI GÖREBİLDİM

2.5 yaşında bir kız çocuğunu şiddet ortamından uzaklaştırmaya, boşanma sürecinin etkilerinden korumaya çalışırken benden koparılması, ekmek gibi su gibi bir ihtiyacı olduğu halde bir de annesizliği yaşaması canımı çok yaktı. Elimden hiçbir şey gelmedi, kimsenin umurunda olmadı. Polis baskınıyla evden çıkarken anneme teslim ettim onu, bir iki hafta ailem aracılığıyla görüş günlerinde gördüm, ne tutuklanacağımı ne de uzun süre kalacağımı düşünmediğim için bu sağlıksız ortamda yavrumu da hapsetmek istemedim. Ancak eşimin şikayetiyle tutuklanmama rağmen bu durum gerekçe gösterilerek geçici velayeti elimden alındı. 2 ay boyunca hiç göremedim kızımı. Aile mahkemesinin kararıyla izin alındı, bu defa cezaevi yönetimi yalnızca 10 dakika kapalı görüş hakkı tanıdı. Camın arkasından bana sarılmak için o kadar çırpındı ki…

Babası, ayda 1 kez 35 dakika açık görüşlere dahi göndermediğinden ailem icra yoluyla alarak binbir zahmetle kızımı görmemi sağladılar. Çocuk yorgun ve şaşkın, ne bekleyeceğini bilmeden, ben ne söyleyeceğimi bilemeden geçti dakikalar… Her gördüğümde biraz daha büyüyordu. Bu şikayetin bir husumet olduğunu herkes biliyor, görüyor, ancak bir şey yapamıyordu. Kendi yaşadıklarımı umursamadım ama ödemesi, suçlu olması imkansız küçücük bir çocuğa düşen bu bedel çok ağırdı. Tüm dualarım masum çocuklar için oldu. Ne yaptığını, nasıl uyuduğunu, ağladığında kimin teselli ettiğini düşündüm. “Neden bu durumda annem yanımda değil?” diye sorduğunu, boynunun nasıl büküldüğünü hissettim.

Çıkarıldığım mahkemede yaşadığımız şiddeti, kızımın en temel ihtiyacı olan anne ilgi ve sevgisinden mahrum kalışını, vicdanen ve hukuken suçsuz olduğumu anlattım. Salondaki herkes büyük bir şaşkınlıkla dinledi. Adli kontrol hükümleriyle, denetimli serbestlik şartıyla tahliye edildim. Tahliye olduğuma herkes çok sevindi ancak ben kızıma kavuşamama endişesini üstümden atamıyorum. Kızımı şimdilik ayda 2 defa görme hakkım var, prosedür gereği sosyal hizmet uzmanlarının raporuna göre velayet kararı verilecek.

AYLAR SONRA ONU İLK KEZ UYUTTUM

Cezaevinden çıktıktan sonra kızımla geçtiğimiz hafta sonu buluşabildik. Ailemle birlikte kaldığım evimize geldi. Aylar sonra ilk defa uyuttum onu, ertesi gün götürüp bıraktık. Bir çılgınlığın ortasında küçücük bir çocuk.. Ne oluyor? Neden oluyor? Anlatmak imkânsız.

Yarın ise velayet davası görülecek. Tutukluluk durumum kalkmış olsa bile bazı uzman raporlarının beklenmesi gerekiyor. Her şeye rağmen, tüm bu çılgınlığın içinde kendim için ve kızım için güçlü kalmak ve adalet için mücadele etmek zorundayım.

BOŞANMA KARARINI, ŞİDDETE BOYUN 
EĞEN BİR ANNE OLMAK İSTEMEDİĞİM İÇİN ALDIM

Eşim, kendi iftirasıyla gerçekleşen tutukluluğumu delil göstererek 2,5 yaşındaki kızımın velayetini talep ediyor, oysa benim suç işlediğime dair hiçbir delili yok, kaldi ki en vahşi canlılar bile yavrularına zarar verecek bir şey yapmıyor. Boşanma kararını, kızımın gözü önünde saygısızlığa ve şiddete boyun eğen bir kadın, bir anne olmayı kabul etmediğim için aldım. Elbette değer verdiğim eşimin, evliliğimin bu hale geldiğini görmeye de dayanamadım.

Ben bugünlerde kızıma kavuşacağım günlerin hayalini kuruyorum, ancak yargılamalar sırasında stresten bebeğini kaybeden arkadaşımın böyle bir hayali dahi yok. “Anne” diye ağlayan üniversite öğrencilerinin sesleri hâlâ kulaklarımda. Annesinin vefat ettiğinden haberi olmayan içerideki başka bir arkadaşım ise aklımdam hiç çıkmıyor.

Halimi, halimizi bir kez anlatabilmek için bir yıla yakın bekledim. Vefatının 42. yıldönümüne birkaç gün kala içimde, Nurettin Topçu’nun hep o cümlesi yankılanıyor:
“Hayatımızı çekilmez bir yük haline koyan bu ahlâkî sefaletin tâ içimizdeki müthiş manzarasını nasıl anlatalım: Sanki korkunç ve şerir bir varlık, perdenin arkasındaki o iğrenç yüzlü ifrit etrafa saldırıyor…”