14 Eylül 2015
Kartvizitinde ‘ressam' yazan ilk Türk sanatçı Nuri İyem, doğumunun 100. yılında “Nuri İyem 100 Yaşında / Portre” sergisiyle anılıyor. 16 Eylül Çarşamba günü Bebek'teki Evin Sanat Galerisi'nde başlayacak sergide, sanatçının ismiyle özdeşleşen Anadolu kadınını resmettiği portrelerinin yanı sıra vefatından sonra atölyesinden çıkan, tamamlanmamış resimleri de olacak.
Figüratif Türk resminin en önemli, bizce en değerli sanatçılarından Nuri İyem için en kapsamlı sergi, 2001'de TÜYAP Tepebaşı'nda açılan “Dünden Yarına Nuri İyem” retrospektif sergisiydi. Büyük bir ekiple hazırlanan bu sergi, Türkiye'de resim alanında yapılan ilk dijital arşivleme çalışmasıydı. 531 kişi, kurum ve özel koleksiyonlardan yaklaşık 2 bin tablo sadece sergilenmemekle kalmamış Apple Bilkom tarafından bir sergi için özel yazılan arşiv sistemiyle kaydedilmişti. Nuri İyem'in günümüzde 2-3 bin arasında (belki daha fazla) resmi olduğu biliniyor.
1915 yılında İstanbul Aksaray'da doğan Nuri İyem aramızdan 18 Haziran 2005'te ayrıldı. Yaşasaydı bugün 100 yaşına girecekti. Oğlu ve gelini Evin-Ümit İyem'in 1996'da kurduğu Evin Sanat Galerisi, sanatçının 100. doğum yılını 16 Eylül Çarşamba günü açılacak “Nuri İyem 100 Yaşında/Portre” sergisiyle anıyor. Kapsamı daha dar olan bu sergide, Nuri İyem'in ismiyle özdeşleşen Anadolu kadınlarının portrelerinin yanı sıra sanatçının vefatından sonra atölyesinden çıkan, tamamlanmamış resimleri de yer alacak. Ama elbette ki, kartvizitinde ‘ressam' yazan ilk Türk sanatçı Nuri İyem'i, bugün anıyorsak ve eğer bundan sonra anmaya devam edeceksek, bu, o portreleri sayesinde olacak. Beyaz yaşmaklı, çakmak çakmak bakan gözlerinde hüznü ve acıyı taşıyan o eşsiz kadın portreleri… Sanatçının 1960'tan itibaren bıkmadan usanmadan resmettiği bu tablolarda aslında gerçek bir hikâye gizlidir. Kendisinin ifadesiyle ‘hep ablasının yüzünü arar' sanatçı.
Nuri İyem'in resmini etkileyen en önemli kadın, 1922'de vefat eden ablası Aliye hanımdı. Evin Sanat'taki sergi 31 Ekim'e kadar açık kalacak. |
Henüz üç yaşındayken babasının görevi nedeniyle Cizre'ye giden İyem bir gün sıtmaya tutulur. Nöbet nöbet gelen ateş, titreme, terleme… Kendini kaybetmeler, saatlerce süren ızdırap, buhran hali. O günlerde İyem'in yanı başında hep ablası vardır. Gözünü açtığında Aliye hanımın merhametli, aynı zamanda endişe ve acı dolu yüzüyle karşılaşır sanatçı. Özellikle gözlerini hiç unutamaz. Nuri İyem hastalığı atlatır fakat Aliye Hanım, 1922'de doğum yaparken vefat eder. İyem, yaşadığı şoku yıllar sonra bir dostuna şöyle anlatır: “İnanamadım… günlerce, aylarca, yıllarca onun öldüğüne inanamadım. Hâlâ, ben inansam bile, içimdeki ben, ablasının öldüğüne inanmıyor.” Çocuk yaşta ablasını kaybetmesi, ölüm acısı Nuri İyem'i ve sanatını çok etkiler.
İyem, son yıllarını Etiler Çamlık'taki atölyesinde, yazın ise Şile'deki evinde geçirdi. Sağlığı elverdikçe resim yapmaya devam etti. Hayatında en büyük değeri kadınlara verdi. 23 yaşındaki genç bir kıza bile elini öptürmeyecek kadar kadına saygılıydı. Kimsenin önünde eğilmesini istemezdi. Nüvit Özüdoğru'nun dediği gibi, ‘kadın Nuri İyem'in resminde başlıca konuydu. Sömürüldüğünden ötürü. Necati Cumalı'nın, Cahit Atay'ın, Adalet Ağaoğlu'nun tiyatroda yaptığını Nuri İyem resimde yaptı.'
Ahmet Hamdi Tanpınar, Oktay Akbal, Sabahattin Eyüboğlu, hocası Leopold Levi, Adalet Cimcoz, Hilmi Yavuz, Sezer Tansuğ, Adnan Benk, Turgay Gönenç ve daha pek çok kıymetli isim onun Türk resmindeki değerini bildi ve yazılarıyla bunu her zaman dile getirdi. O anlamlı yazılardan biri de kısa bir süre önce (28 Ağustos'ta) kaybettiğimiz Oktay Akbal'ın, 1980 yılında Sanat Çevresi dergisinde yazdığı yazıdır. Hem Nuri İyem'i hem de Oktay Akbal'ı, daha dün gibi yazılmış bu yazıya yer vererek bir kez daha hatırlıyor ve saygıyla anıyoruz.
DOSTUM NURİ İYEM
OKTAY AKBAL, SANAT ÇEVRESİ DERGİSİ, 1980
“Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesi…” Tanpınar, bir yazısında Nuri İyem'den böyle söz ediyordu. Yaratılış mucizesi… Sanatçı, bir yaratılış mucizesidir. Sanat, doğaya aykırı bir eylemdir de ondan… Doğayla yarışa girmiş bir apayrı “doğa.” (…)
Nuri İyem “büyük” bir sanatçımız. Altınız çizerek, büyük diyorum. Cumhuriyet dönemi Türk sanatının, resim alanında ortaya çıkardığı birkaç gerçekten önemli ressamından, en başta adı anılması gerekenlerden biri. (…) Ta 1940'taki “Liman sergisinde mim koymuştum Nuri'ye. Hepsi genç, ateşli, hızlı, büyük savlarla dolu genç ressamlar arasında en çok dikkatimi çeken İyem olmuştu. İkinci sergileri de Eminönü Halkevi'nin alt katındaki dar uzun bir salonda açılmıştı. İyem'in bir İlhan Berk deseni vardı. Başka resimleri… Tanıyış o tanıyış, seviş o seviş… 1940, şimdi tam kırk yıl geride… Demek kırk yıllık bir hayranlık, bir sevgi, bir dostluk. (…)
1945-46'daki siyasal serüveninden bende kalan bir anı var: Köprüden Fahir Önger ve Suavi Koçer'le geçişimiz Nuri'nin yanındaki iki “sivil”le bize doğru gelişi. Tam yanımızdayken başını Haliç yönüne çevirip, bizi görmezlikten gelişi, Fahir'in bana “yürü” deyip kolumdan çekişi, ama Suavi'nin içtenlikle “Nuriciğim” diye ona doğru koşuşu, sonra “Nuri'nin yanındakiler beni tersledi” diye yanımıza gelişi… Bir zamandı o heyecanlar, o arayışlar da… Sonuçsuz kalan dürüst coşkular. Türkiye'de bir toplumculuk ışığının yakılmak istenmesi. Ama her zaman karşılaşılan o kapkara güçlerin o ışığı hemencecik söndürmeleri…
Nuri içine kapandı, kendi evrenine kapandı ardından. İşsizlik, yalnızlık, yoksulluk… Ne var ki Nasip vardı yanında. Gerçek bir sanatçı, gerçek bir insandı Nasip. Nuri'nin kırk yıllık yaşam arkadaşı. Gençtim, çok gençtim o günlerde, o yeni evlendikleri günlerde… Nuri ile Nasip kadar birbirine yakışan çifti tüm yaşamımda göremeyeceğimi nereden bilebilirdim! Sırt sırta verdiler, el ele… Sanat evreninden güç aldılar, çalıştılar, yarattılar, yaşadılar. En dürüst, en sağlıklı, en güvenli yaşamı sürdürdüler. Yaratarak hep yaratarak… Doğa, toplum, yasalar, alışkanlıklar, korkular bir yana itildi, varsa yoksa sanattı baş tacı olan, önemli olan…
Kimse inanmaz: Bir Nuri'dir gelmiş geçmiş Türk ressamları arasında Avrupa görmeyen… Bugün adı ünlüye çıkmış tüm ressamlarımız, heykelcilerimiz Paris kaldırımlarında birkaç yıl dolaşmışlardır. Müzeleri, galerileri, kahveleri tatmışlardır. Bir Nuri İyem'le eşidir Paris'i bilmeyen, görmeyen, bilmek görmek için de aşırı bir tutkusu olmayan..
Tanpınar şöyle yazar bu konuda: “Bu Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesini iki defa Derian'le konuşturun, üç ay Matisse ve Bonnard'la kalsın, Louvre ve Uffici müzesini gezsin, doya doya Cezanne'ı, Rembrandt'ı görsün, 15. asır İtalya'sı dediğimiz o mücevher yağmuruna altı ay tutulsun, sel halinde aydınlık iliklerine kadar işlesin, elbette ki Nuri'nin peyzajları, o sükut musikisi bize bu temaslardan bir fecri şimali gibi zengin, şaşırtıcı ve sadece tabiatüstü infilak halinde dönecektir.”
Nuri İyem –son yıllarda gitti mi bilmiyorum- Avrupa yolculuğu yapmadı hiç. Tanpınar'ın dediği yapıtları, müzeleri yakından görmedi. Demek ki ille de görmek, gezmek değil sanatçıyı büyük ve önemli kılan; kendi iç zenginliği, aydınlığı, içindeki o mücevher… Nuri de somuttan soyuta, soyuttan somuta geçen, ama her durumda da “kendi olan” yapıtlar veren bir sanatçı olduysa, yapısındaki “mucize”ye benzer cevherden.. Hem yaşamını sanatıyla kazanmak, hem de sanatını yeni yeni doruklara çıkarmak gibi güç, ama onu verici bir savaşımdan yüzünün akıyla çıkmak da bu “cevher”in güçlü oluşundan doğmuyor mu?
Karşımda Nuri'nin bir kadın portresi var. Acıyla kasılmış, her an bağırdı bağıracak, çığlıkları yeri göğü tutacak bir köy kadını bu. Ama böyleleri çığlık atmazlar, bağırmazlar, dışa doğru, içlerinde kalır bütün o çığlıklar, acı birikimleri… Bir sanatçı alır kor tablosuna o çığlıkları. Bir anlık acı, olur mu sana yüzyıllık bir acı… Bir etkililik, bir kalıcılık kazanıverir. Nuri'nin kadın yüzlerinde bu anlam var işte. Hem bugünde yaşıyorlar hem de yarında yaşayacaklar. Goya'nın Greco'nun insanları gibi. *(Sanat Çevresi dergisi, sayı 16, Şubat 1980, sayfa 8-9)
2001'de TÜYAP Tepebaşı'nda açılan "Dünden Yarına Nuri İyem" sergisinde eşi Nasip İyem'le. |
Fotoğraf. Ara Güler. The Marmara'da, o zamanki adıyla Etap Otel'de açılan retrospektif sergisinden. |