6 Haziran 2013 Perşembe

Hat mirasımız korunabiliyor mu?

6 Haziran 2013
‘Geleneksel sanatlar bir yandan yükselişte, özellikle hatların değeri gün geçtikçe artıyor, diğer yandan da hat mirasımız çürüyor.’ Son zamanlarda kısık sesle de olsa dile getirilen bir düşünce bu. İddiaları sormak üzere kapısını çaldığımız hat üstatları, profesörler ve bazı kurumlar tarafından nazikçe reddedilince konunun hassasiyeti daha net ortaya çıktı.


Baştan belirtelim; amacımız herhangi bir kurumu, kişiyi itham etmek değil. Kültürel mirasımızın korunmasına yapıcı bir katkı sağlamak. Her fırsatta dile getirilen tarihî bir söz vardır: “Kur'an-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı.” Halen İstanbul'da yazılmaya devam ediyor. Bu topraklar, Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid gibi hattat padişahlar yetiştirdi. Hafız Osman, Yesarizade Mustafa İzzet, Sami Efendi, Mustafa Rakım, Şeyh Hamdullah, Hamid Aytaç gibi paha biçilmez hat eserleri bırakan önemli sanatkarların yurdu oldu. Günümüzde de geleneksel sanatlara, özellikle hatta ilgi duyan gençlerin sayısı fazla. Her yıl nisan-mayıs ayı gelince başlayan icazet törenleri, açılan sergiler, bu ilginin ne kadar canlı olduğunu gösteriyor.

    İşin bir de maddi boyutu var. Müzayedelere çıkan hat eserlerinin sayısı, on yıl öncesiyle karşılaştırdığımızda hayli arttı. Eskiden müzayede kataloglarında tek tük rastlanırdı hat levhalarına ve onların da açılış fiyatı oldukça düşüktü. Şimdi tam tersi. Bu yıl nisan ayında ilk kez düzenlenen ve modern sanat ile geleneksel sanat dünyasını bir araya getiren All Art Sanat Fuarı da bu ilginin farklı bir boyuttaki tezahürüydü.

    Geleneksel sanat eserlerimizin değerinin fark edilmesi -biraz duygusal nedenlerle olsa da- sevindirici fakat ortaya çıkan başka bir gerçek var… Hat eserleri bugün, Türk İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Divan Edebiyatı Müzesi (Galata Mevlevihanesi), Türbeler Müze Müdürlüğü başta olmak üzere, yine İstanbul'daki birçok müzede, kütüphanede, özel koleksiyonlarda muhafaza ediliyor. Ama nasıl? Acaba ne durumdalar?



"Depolarda çok eser var"

‘Hat mirasımızın çürüdüğü' yönündeki iddialar, son zamanlarda kısık sesle de olsa dile getirilen bir mesele. En son geçtiğimiz nisan ayında Ayasofya Müzesi'nde açılan, hattat padişahların ve ünlü hattatların eserlerinin yer aldığı ‘Hattın Sultanları' sergisinde işin ehli bazı yetkililer tarafından bu konu ile getirildi. Görüşmek istediğimiz, fakat nazikçe reddedildiğimiz bir profesörün, ‘Hat mirasımızla yakında iyi bir adım atılacak, şimdi konuşmak işe limon sıkmak olur.' demesi durumun hassasiyetini ve aciliyetini ortaya koyması bakımından yeterli. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in aynı serginin açılış konuşmasındaki son cümlesini bu minvalde okumak yanlış olmaz: “Hat sanatımız bir ruh mühendisliğidir… Fakat biz bu sanatlarımızı uzun süre ihmal ettik.”

    Şu anda restorasyonda olan Beyazıt'taki Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nde yaklaşık 3 bin, Süleymaniye Kütüphanesi'nde yaklaşık 700, Türk İslam Eserleri Müzesi'ndeki toplam 50 bin eserin büyük bir kısmını hatlar oluşturuyor. Bu rakamlar mirasın belki de üçte biri. Mesela Topkapı Sarayı'nın muazzam bir hat koleksiyonu olduğu biliniyor. Fakat bunların bir kısmı teşhirde, bir kısmı depolarda. Hattat Savaş Çevik de bu noktaya dikkat çekiyor: “Müzelere gittiğimizde sadece teşhirdeki eserleri görüyoruz. Depolarda saklanan eserlerin sayısının da fazla olduğunu biliyoruz. Bunların teftiş edilmesi lazım.”

    Kültürel mirasımıza sahip çıkma bilinci son yıllarda gelişmeye başladığı için devlete bağlı müzeler, kütüphaneler ya da sanat kurumlarındaki durumun bir anda güllük gülistanlık olmasını beklemek de adil olmaz. İhmaller, ödenek yoksunluğu ve özensizlik sonucu yıllarca biriken sorunlar bir anda çözülemiyor. Zaten bazı müzeler, bu eksikliklerini gidermek için restorasyonda.
 
Hat: Ahmet Bursalı

Süleymaniye Kütüphanesi'nde örnek proje

Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi'nin kurduğu ve önümüzdeki günlerde açılışı yapılacak arşiv koruma sistemi, diğer müzelere örnek olabilecek bir proje. 50 kişilik Türk mühendis ekibi tarafından geliştirilen bu sistem, herhangi bir yangın veya deprem olduğunda 10 saniye içinde otomatik olarak kapanıyor ve içindeki tüm eserler bina yanıp yıkılsa da hiçbiri zarar görmüyor. Mesele, eserleri sadece depremden, yangından korumak değil. Yıllarca Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde görev yapan İstanbul Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nihal Somer, “Eserleri kurtarmak deyince restore etmek anlaşılıyor. Olay sadece restorasyon değil, restorasyon en son iş.” diyerek koruyucu konservasyonun önemini anlatıyor.

    Bu işin bir de ehil restoratörler kısmı var ki, daha çetrefilli bir konu. Şu anda mevcut müzelerin çoğunun kadrolu restoratörü bile yok. Bazılarının kadrosu 1-2 kişiyle sınırlı. Çoğu müze dışarıdan hizmet alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde 150 kişilik bir restoratör kadrosu açtığını duyurdu. Atanacak restoratörlerin 21'i İstanbul'daki kurumlarda görevlendirilecek fakat uzman bir restoratör olmak en az 10 yıl gerektiriyor. Sonuçta herkes iyi bir şeyler yapılsın istiyor, fakat aradaki mesafe nasıl kapatılır, işte bu henüz soru işareti.
Hat: Ahmet Faris Rizk



HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ