17 Mart 2014 Pazartesi

Tezhipte yeni tarz: Osmanî

17 Mart 2014 
Hat ve tezhip sanatkârı Orhan Dağlı, ‘Osmanî’ adını verdiği yeni bir tezhip tarzı geliştirdi. Bu, olağan bir durum değil. Lale Devri’nde gerilemeye başlayan tezhip sanatı adına dikkate değer bir gelişme. Mehmet Özçay’ın yazdığı Yâsîn-i Şerif cüzünü bu tarz ile tezhipleyen Dağlı, “Geometrik desen kurgusunun, Karamemi tarzı Haliç işi motiflerle hayat bulduğu bu yeni tarzın çiçekleri Yâsin Sûresi’nin aşkı ile açtı.” diyor.
Orhan Dağlı, I. Mahmud’un 1731 tarihli beratındaki (üstte) gibi bozulmuş motifleri ıslah ederek geliştirdiği Osmanî tarzını, Yasîn cüzünde (altta) genişçe kullanıyor.


Prof. Dr. Süheyl Ünver, 50 küsur sene evvel verdiği bir tezhip dersinde toplayabildiği 5-6 hanımefendiye der ki: “Bugünkü dersimiz tezhip. Çok zor bir derstir. Hatta bir yer gelecek, işte orada küfredeceğim, dikkat edin!” Ve hoca dersi anlatmaya başlar. Herkes pür dikkattir… Bir buçuk saat sonra ders biter ve tabii ki hoca küfretmez. Öğrencileri sorar: “Hocam ders bitti, küfretmediniz.” Cevap manidardır: “Küfredeceğimi mi zannettiniz! Dikkatinizi çekmek için öyle söyledim.” Elli yıl evvel geleneksel sanatlarımıza ilgi böyleydi. Bugün durum tam tersi. Anlatmak istediğimiz minyatür, çini, hat, ebru, tezhip kurslarının dolup dolup boşalması değil. Daha da ötesinde, yeni tarzların, üslupların geliştirilmesi.

Orhan Dağlı’nın yaklaşık on yıldır kafa yorduğu ve adına “Osmanî” adını verdiği yeni tezhip tarzının ortaya çıkış hikâyesini anlattığı “Osmanî Tezhîbi ile Yâsin Cüzü” semineri, Süheyl Ünver’in geleneksel sanatlarımızı diriltmek adına gösterdiği sabrın ve çabanın sonuçlarından biri.

İstanbul Tasarım Merkezi’nde geçen hafta çarşamba günü düzenlenen seminere ilgi yoğundu. Tüm sanatseverler Dağlı’yı iki saat boyunca neredeyse soluk almadan dinleyince, bir katılımcı düşüncelerini yukarıdaki hikâyeyi anlatarak ifade etti ve ekledi: “Şimdi siz çok dikkatli öğrencilerle muhatap olduğunuz için Ünver Hoca’nın yaptığını çok değerli buluyorum.”

Tezhip sanatı Lale Devri’nde son bir yükseliş gösterse de ‘gerileme’ dönemine giriyor. Dağlı’nın çıkış noktası bu dönem. 1700’lü yıllarda tezhipte tamamen Batı’ya yönelik zevk gelişmeye başlıyor. Dönemin sanatçıları barok ve rokoko ile klasik tarzın arasını bulamadıkları için natüralist çiçeklerle ilgili bir tezhip tarzı geliştirseler de devam ettiremiyorlar. Sonradan padişahların da isteğiyle bütünüyle barok ve rokokoya yöneliyorlar. Fakat barok ve rokokoda bu çiçekler kullanılmadığı için sistem kendini otomatikman geriletiyor. Orhan Dağlı, “I. Mahmud (1731) ile III. Ahmed’e (1722) beratlardaki süslemelere baktığımızda dönemin sanatkarları süslemedeki detayları, klasik manada çiçeğe vukufiyeti o kadar kaybediyorlar ki, çiçek çok basit bir seviyeye geliyor. O görkemli dönemlerin arkasından o çiçeği beğeniyorlar, güzel çizgisi o kadar aşağı iniyor yani. Bir süre barok ve rokokoya dönüyorlar. Daha sonra isteseler de klasik eser kalitesine bir daha ulaşamıyorlar.” diyor. 

Peki Dağlı’nın yaptığı yenilik ne? Dağlı, Lale Devri tezhîbi içinde gördüğü bir pençten yani beş yapraklı çiçekten yola çıkarak, 16. yüzyıl çiçeklerini sistemleştiriyor. Başka bir ifadeyle Lale Devri’ndeki bozulmuş motifleri, 16. yüzyıl çiçekleriyle ıslah ederek Osmanî’yi geliştiriyor. Güzel zevkini, düştüğü seviyeden yukarıya çıkarmaya talip oluyor. Bu tarza da köklerini geçmişten aldığı için Osmanî adını veriyor.

Dağlı, geometrik desen kurgusunun, Karamemi tarzı Haliç işi motiflerle hayat bulduğu Osmanî’yi ilk olarak Mehmed Özçay’ın yazdığı Yâsin cüzüne uyguluyor. Bu cüzün kendisine emanet edilmesinin de hikâyesi manidar: “Koleksiyoner Sami Tokgöz’ün, Mehmet Özçay’ın muhteşem nesîhi ile istinsâh edilmiş bu cüzü bana emanet ettiğinde ne yapacağımı şaşırmış, tasarım üstüne tasarım hayâl etmiştim. Nasip farklı imiş, çıraklık dönemimde bana emanet edilen bu müstesnâ eseri ustalık zamanımda tamamlamak mukaddermiş.”

Orhan Dağlı’nın bir yılda tamamladığı tezhibin başka bir önemi daha bulunuyor. Osmanlı’da döneminde cüz tezhiplemek çok yaygındı. Hattatlara Kur’an-ı Kerim’ler, cüzler yazdırılıyor, sonra da tezhiplettiriliyordu. Fakat bu talep, matbaanın gelişiyle birlikte geriliyor. Cumhuriyet’ten sonra Harf İnkılabı’yla birlikte ‘cüz tezhipletmek’ diye bir şey kalmıyor. Orhan Dağlı’nın günümüzün değerli hocalarından Mehmet Özçay’ın yazdığı Yasîn cüzüne yaptığı tezhip, yaklaşık 1940’lardan bu yana, uzun bir aradan sonra tezhiplendiği için önemli.

Dağlı, Osmanî’den önce iki tarz daha geliştirmişti. 2011’de damlakâri (yaprakların küçük damlalarla ifade edilmesiyle ortaya çıkan tarz) ve 2013’te gevherşah (mücevher etkisini klasik tezhiple sistemleştirerek ortaya çıkarttığı tarz). Bunlarla ilgili sunumları da önümüzdeki aylarda yapacağını söyleyen Dağlı, “Osmanî Tezhîbi ile Yasîn Cüzü” seminerini nisan ayında Üsküdar’daki Klasik Sanatlar Merkezi’nde tekrarlayacak. (0216 650 89 77)
“I. Mahmud (1731) ile III. Ahmed’e (1722) beratlardaki süslemelere baktığımızda dönemin sanatkarları süslemedeki detayları, klasik manada çiçeğe vukufiyeti o kadar kaybediyorlar ki, çiçek çok basit bir seviyeye geliyor."
Orhan Dağlı'nın verdiği “Osmanî Tezhîbi ile Yâsin Cüzü” semineri, Süheyl Ünver’in geleneksel sanatlarımızı diriltmek adına gösterdiği sabrın ve çabanın sonuçlarından biriydi.
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


4 Mart 2014 Salı

Şehir Tiyatroları'ndan kimler geldi kimler geçti!

4 Mart 2014
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bu yıl 100. yılını çeşitli etkinliklerle kutluyor. City’s Nişantaşı Alışveriş Merkezi’nde bugün saat 18.00’de açılacak “Alnında Işığı İlk Hissedenler-Darülbedayi’den Şehir Tiyatroları’na 100 Yıl” adlı sergi, yüz yıllık sanat kurumunun tarihini fotoğraflarla anlatıyor.
Moskova Sanat Tiyatrosu’nun 1902’de sahnelediği Ayaktakımı Arasında (1901) adlı oyun, ünlü Rus yazar Maksim Gorki’nin adından söz ettirmesini sağlayan en önemli eserlerinden biri olarak biliniyor. Türkçesi Vala Nurettin’e ait olan eser, Türkiye’de ilk kez 1936-1937 sezonunda Şehir Tiyatroları tarafından sahnelendi. Daha sonra Ankara Devlet Tiyatrosu başta olmak üzere başka tiyatrolarda da pek çok kez oynandı, ödüller kazandı. Ötelenen insanların hikayelerini anlatan oyunu, en son Devlet Tiyatrosu 19 Nisan 2005’te izleyici ile buluşturdu.
İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 1950'li yıllarda sahnelenen Oniki Öfkeli Adam'da rol alan oyuncular arasında Kani Kıpçak ve Hadi Hün de var.
Amerikalı Reginald Rose’un yazdığı, iki kez filmi çekilen On Öfkeli Adam adlı tiyatro oyunu da Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği oyunlar arasında yer alıyor. 1957’de ABD’de ilk filmi yapıldığında başrolde Henry Fonda vardı, diğer tüm oyuncular ise pek de ünlü olmayan tiyatro sanatçılarıydı. 12 Öfkeli Adam, yıllar içinde Şehir Tiyatroları tarafından birkaç kez sahneye taşındı.

Türk edebiyatında tiyatro alanında ilk yazılı eserlerin verilmeye başladığı II. Meşrutiyet döneminde yetişen Musahipzade Celal’in Bir Kavuk Devrildi oyunu da 1930’da yazıldı, aynı yıl sahnelendi, 1936’da ise yayımlandı. Musahipzade Celal, 1927’de Darülbedayi’de (Şehir Tiyatroları’nın ilk adı, 1914) sahnelenen Fermanlı Deli Hazretleri adlı eseriyle tanındı, fakat akıllara en çok Bir Kavuk Devrildi ile kazındı. Tekrar tekrar sahnelenen oyun, politik bir eleştiriydi. Yazar oyunda, yabancı yatırımların ekonomiyi iflasa sürüklemesini, bilgisiz yöneticilerin halkı sömürmesini; Balaban Ağa’da yetişmekte olan yükseköğrenim gençliğinin kendi sorunlarıyla baş başa bırakılmasını yeriyordu.

Kısaca bu üç oyundan bahsetmemizin nedeni bugün City’s Nişantaşı Alışveriş Merkezi’nde açılacak “Alnında Işığı İlk Hissedenler-Darülbedayi’den Şehir Tiyatroları’na 100 Yıl” adlı fotoğraf sergisi. Ayaktakımı Arasında, 12 Öfkeli Adam ve Bir Kavruk Devrildi ve daha pek çok oyunda rol alanlar, ülkemiz sınırlarında sahne tozunu ilk yutan ve ‘alnında ışığı ilk hisseden’ oyunculardı. Türk tiyatrosunun gelişmesine en çok onlar emek verdi. Sergide dünden bugüne Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen oyunlardan kareler ve başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere Cahide Sonku’dan Bedia Muvahhit’e, Vasfi Rıza Zobu’dan Kemal Gürmen’e Şehir Tiyatroları’nın efsane sanatçılarının portreleri yer alıyor.

Sergide şimdilik sadece 30 fotoğraf bulunuyor, aslında bu yıl 100. yaşını kutlayan Şehir Tiyatroları’nın tarihini 30 fotoğrafla anlatmak elbette zor. Neden bu kadar az fotoğrafa yer verildiğini fotoğraf seçimine katkıda bulunan Şehir Tiyatroları emektar oyuncusu Engin Uludağ şöyle açıklıyor: “Arşivimizde çok fotoğraf var. Fakat eski fotoğraflar iyi değil. Basılabilir ve büyütülebilir olanları seçtik. Bu sergi, çok büyük bir serginin küçük bir parçası. Daha sonraki sergilerde Şehir Tiyatroları’nın tarihini kronolojik bir akış içinde sergileyeceğiz.” 31 Mart’a kadar devam edecek sergi, daha sonra İstanbul’un çeşitli mekânlarında gezilebilecek.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ