30 Aralık 2015 Çarşamba

Minyatür sanatçısı Ülker Erke: ‘10 yıldır sergilerime gitmiyorum’

Ülker Erke, Çiftehavuzlar’daki evinden pek çıkmıyor. ‘10 yıldır hiçbir sergime gidemiyorum.’ diyen sanatçı vaktini çalışarak geçiriyor. Fotoğraf: Kürşat Bayhan, Zaman


30 Aralık 2015
Türkiye’de yaşayan birkaç önemli minyatür sanatçısı var. Cahide Keskiner ve Ülker Erke bu isimlerin başında geliyor. İkisi de artık 80’li yaşlarını sürüyor; evlerinden, atölyelerinden pek çıkmıyorlar. 9 Ekim’de Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi’nde öğrencileri ile ‘Kültürel Semboller’ sergisine katılan Keskiner, uzun bir aradan sonra talebelerini kırmayıp sergi yolunu tutmuştu. Geçtiğimiz cumartesi günü Küçükçekmece Belediyesi Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde başlayan “Sufi Işığı’ sergisine, 20 özel Mevlana portresiyle katılan Ülker Erke ise açılışa bile gelemedi. Hatta 10 yıldır, hiçbir sergisine gitmediğini, gidemediğini söylüyor. En son 2004’te Yıldız Sarayı içindeki Çit Kasrı’nda gerçekleşen “Minyatürlerle Mevlivîhâneler” sergisine gidebilmiş. Ülker Erke, kış aylarını genellikle evinde, çalışma odasında geçiriyor. 1980 yılından beri ev işlerine yardım eden Kıymet Hanım’la oldukça mutlu mesutlar. Bazen doktor için, bazen de çocuklarıyla akşam yemeği için dışarı çıkıyor. Yazları ise Akçay’da babasından kalan yazlığında geçiriyor.
Tezhip ve minyatürü Ord. Prof. A. Süheyl Ünver’den öğrenen Erke, 60’tan fazla yıldır minyatürle iç içe. Bugüne kadar Karacaoğlan ve Nedim’in şiirlerini, masal ve efsaneleri, gemileri, kuşları, Anadolu folklorunu, Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki şifahaneleri, Atatürk evlerini, baba ocağı Edremit’i ve zeytinini seri halinde minyatürleştirdi. Ama kendisinin en önemli serisi Mevlevilik ve Hz. Mevlânâ üzerine yaptığı çalışmalar. Erke, sanat hayatının erken dönemlerinden bu yana Mevlânâ minyatürlerini araştırıyor. Sayılarını hatırlamasa da bugüne kadar pek çok Hz. Mevlânâ portresi çizdi.

MEVLANA'NIN GENÇLİK PORTRELERİ

Minyatürlerine kaynaklık eden en önemli eser ise 1957 yılında Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından yayımlanan Şahabettin Uzluk’un ‘Mevlevilikte Resim-Resimde Mevlanalar’ adlı kitap. Eserin, bugün baskısını bulmak zor. TTK’nın arşivinde bile sadece 2 adet görünüyor. Kitapta, Mevlânâ’nın sağlığında 20 portresini yapan Rumi nakkaş Aynüddevle’nin hikâyesinin yanı sıra Mısır’da, İran’da yapılmış Mevlânâ portreleri yer alıyor. Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev’in kızı Gürcü Sultan tarafından Mevlânâ portreleri çizmek için görevlendirilen Aynüddevle’nin çizimleri daha sonra kayboluyor ve Erke’nin ifade ettiği gibi, sonraki yüzyıllarda ‘herkes kendi Mevlânâ’sını çiziyor. Kimi çekik gözlü, kimi elinde yelpazesiyle, kimi saçı sakalı karışmış halde…

Ülker Erke, bizim çok aşina olduğumuz ‘kırmızı ve tombul yanaklı’ Mevlânâ portrelerini doğru bulmadığını daha önce ifade etmişti. Sufi Işığı sergisinde, hem bilgi ve belgeler ışığında kendisinin tasavvur ettiği, hem de söz konusu eserden hareketle çizdiği 20 portre yer alıyor. Yirmi, Aynüddevle’ye ithafen belirlediği bir sayı. Aslında bu eserler, yıllar içinde peyderpey sergilendi. Erke, 20’den fazla kişisel sergi açtı. 60’ın üzerinde karma sergiye katıldı. Sufi Işığı için seçtiği portreleri yine görmekte fayda var çünkü kafamızdaki Mevlânâ portresi hâlâ aynı. Oysa sergide farklı çizimlerle karşılaşacaksınız, özellikle genç Mevlânâ’yı ve sanatçının Hollandalı ünlü ressam Rembrandt’ın Mevlana resminden esinlendiği minyatürü görmek şaşırtıcı olabilir.

Sergide, Erke’nin genç Mevlana portreleri (üstteki dört kare) ile Holllandalı ünlü ressam Rembrandt’ın Mevlana resminden esinlendiği minyatürü de yer alıyor (alttaki iki kare).
'SERİYİ BOZMAMAK İÇİN SATMADIM'
Ülker Erke, hiçbir eserini bugüne kadar satmamış, hepsini evinde saklıyor. Zaman zaman sergi için istediklerinde, muntazam bir istifle dizdiği arşiv odasından çıkarıyor. ‘Peki neden satmadınız?’ diye soruyoruz. “Serileri bozmak istemedim, arşiv değeri taşıyor. Bakın, gençler hâlâ onu tanımıyor. Birini satarsam hepsini birden sergilemek mümkün olmayacak. Doğrusu, seri halinde satın almak isteyen de olmadı.” diyor.

Sergideki ilginç Mevlana portrelerinden biri daha.









26 Ocak 2016’da sona erecek Sufi Işığı, Hz. Mevlânâ’nın doğum yeri olan Belh’ten çıkıp Konya’da son bulan yaşamını analtmayı hedefliyor. Sergide Erke’nin eserlerinden başka koleksiyonlardan toplanan tekke objeleri, tekke objeleri, görsel ve yazılı belgeler de yer alıyor. Mevlânâ Türbesi’nin ilk hali olduğu rivayet edilen bir fotoğraf bunlar arasında. 18. yüzyıla tarihlenen fotoğraf, ressam Şahin Paksoy koleksiyonundan alınmış (altta). 

Mevlana Türbesi


Ülker Erke, hiçbir eserini bugüne kadar satmamış, hepsini evinde saklıyor. Zaman zaman sergi için istediklerinde, muntazam bir istifle dizdiği arşiv odasından çıkarıyor.
Ülker hanım ile evinde selfie.




25 Aralık 2015 Cuma

‘Kültür merkezinden vazgeçtim, kitabını yazdım'

25 Aralık 2015
Pera Müzesi, 10. yılını kutluyor. Müzenin kurucusu İnan Kıraç, önceki akşam düzenlediği toplantıda 35 yıllık birikimini paylaştı. Suna-İnan Kıraç Vakfı'nın, sanata ve eğitime yılda 50 milyon TL ayırdığını söyledi. Daha da önemlisi, on yıldır uğraştığı ve MS hastası eşine adadığı Tepebaşı'ndaki TRT binasının yerine yapılması planlanan Suna Kıraç Kültür Merkezi'nden bürokrasi yüzünden nasıl vazgeçtiğini anlattı.
Soldan sağa: İnan Kıraç, İpek Kıraç, Özalp Birol... İnan Kıraç, bir hafta içinde yayınlanacak olan ‘Suna Kıraç Kültür Merkezi'nin Yapılamama Öyküsü'nde yaşadıklarını ve bürokrasi mücadelesini belgeleriyle anlatıyor.
Haziran 2005'te açılan Tepebaşı'ndaki Pera Müzesi 10. yılını kutluyor. Müzede bugüne kadar 70'ten fazla sergi açıldı. Henri Cartier-Bresson, Rembrandt, Niko Pirosmani, Josef Koudelka, Joan Miró, Akira Kurosawa, Marc Chagall, Pablo Picasso, Frida Kahlo, Goya gibi sanatçıların eserleri Türkiye'ye getirildi. On yılda müzeyi 1 milyon 200 bin kişi ziyaret etti. En çok gezilen sergi ise Müze Müdürü Özalp Birol'un verdiği bilgiye göre 23 Aralık 2010'da açılan Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisi. Bu başarının arkasında 10 yıldan daha fazla bir birikim var. Suna-İnan Kıraç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, müzenin kurucusu İnan Kıraç, önceki akşam müzede düzenlediği toplantıda kültür-sanat gazetecilerine 35 yıllık serüvenini anlattı.

İnan Kıraç, vakfın eğitime ve sanata yılda 50 milyon TL ayırdığını söylüyor. Bu paranın yüzde 35 eğitime, yüzde 15'i başta Pera Müzesi olmak üzere Antalya'daki müze ve kültür merkezine gidiyor. Yirmi yılda 114 bin gence eğitim imkânı sağlayan Kıraç, müzeden para kazanmak şöyle dursun, “Müzeye -aldığımız eserler hariç- 30 milyon TL harcamışız. Bunu 1 milyon 200 bine bölerseniz, demek oluyor ki ziyaretçilerin cebine 20 TL daha koymuşuz.” diyor. Kıraç, toplantıda, ‘Burada başarısız oldum' dediği bir konuyu anlattı. MS hastası eşine adadığı ve on yıldır uğraştığı Suna Kıraç Kültür Merkezi'nden artık vazgeçmiş ama kitabını yazmış. “Suna Kıraç Kültür Merkezi'nin Yapılamama Öyküsü” adlı kitap, bir hafta içinde yayınlanacak fakat satışa çıkmayacak. Kıraç, “Büyük mücadele verdim, on senede pes ettim. Frank Gehry, bizim projeyle aynı dönemde Paris'te Louis Vuitton Müzesi'ni yapmaya başladı ve tamamladı. Aramızdaki fark şu: Paris belediyesi, şehirdeki en güzel parkı Louis Vuitton'a 30 yıllığına parasız verdi ve o eser ortaya çıktı. Bendeniz başarısız oldum. Sebeplerini de hazırladığım kitapçıkta anlattım.” diyor.

Projesini Amerikalı mimar Frank Gehry'nin çizdiği kültür merkezi TRT binasının yerine yapılacaktı. Fakat TRT-İstanbul Büyükşehir Belediyesi-dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve müze arasında birlik kurulamadı. Kıraç, kitapta, yaşadıklarını belgeleriyle anlatmış. Kızı İpek Kıraç, “Babamın kaç kere eve güleç bir yüzle ‘Bu kez oluyor galiba' diyerek girdiğini hatırlıyorum. Ama artık içimiz soğudu.” diyor. 


O dönemin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın kültür sanat politikası hep eleştirildi. Gezi Parkı olaylarını yatıştırmak için AKM’yi opera binası yapacaklarını söylediğinde çok geç kalmıştı. Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol’un ifadesiyle yine bir fırsatı kaçırdı. Eğer, Suna Kıraç Kültür Merkezi’nin gerçekleştirilmesini sağlasaydı, eleştirilere cevap olarak “Suna Kıraç Kültür Merkezi bizim dönemimizde yapıldı” diyebilecekti. Projenin mimarı Gehry, İspanya’nın sanayi şehri Bilbao’nun kaderini değiştiren mimar olarak biliniyor. Şehre yaptığı ünlü Guggenheim Müzesi, Bilbao’yu tüm dünyaya tanıtmıştı. Neden İstanbul’un ayağına gelen böyle bir fırsatı tepmiş olalım ki…  

İNAN KIRAÇ'IN CEBİNDE TAŞIDIĞI RESİM



Suna-İnan Kıraç, ‘Oryantalist Resim', ‘Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri' ve ‘Kütahya Çini ve Seramikleri' koleksiyonlarını 2006'da Pera Müzesi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı'na devrederek tüm eserleri halka mal ettiler. İnan Kıraç, en sevdiği resimleri görmek için bile müzeye gidiyor. Bir tanesini de cebinde taşıyor. Fausto Zonaro'nun Göksu Sefası isimli tablosunu cep telefonunun kabına bastırmış. Zonaro, başına tozpembe renkli şalını dolayıp Göksu deresine gezintiye çıkan, hüzünlü ama aynı zamanda sevinçle bakan bu genç kız tablosunu 1910'da yapmış.

‘ORYANTALİST RESİM' KOLEKSİYONUNA SOTHEBY'S'İN BİÇTİĞİ DEĞER

300'den fazla oryantalist tabloyu vakfa devreden İnan Kıraç, İngiltere'nin ünlü müzayede evi Sotheby's'in yetkilileriyle aralarında geçen diyaloğu şöyle anlatıyor: “İki sene Sotheby's'in hem Avrupa, hem Amerika başkanı Türkiye'ye gelmişti. Müzeyi gezerken oryantalist resimlerin değerini sordum. Dediler ki: ‘Eğer biz şimdi alırsak 80 milyon dolar, ama müzayedeyi beklerseniz 100 milyon doları geçer.' 30 resim için bu değer biçildi. Akabinde fiyatların neden bu kadar yükseldiğini konuştuk. Son dört senede Araplar Ortadoğu'da 30 müze açmış. Ve çoğu oryantalist resim aldığı için fiyatlar bu denli yükselmiş.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

İnan Kıraç, Pera Müzesi kafesinde kültür-sanat gazetecilerini ağırladı. Kendisi, tanıdığım eN beyefendi sanatseverlerden biri.

18 Aralık 2015 Cuma

Bosnalı Kız İstanbul'da

19 Aralık 2015
20 yıl önce, Avrupa'nın göbeğinde yaşanan soykırımı unutmamak ve hatırlatmak zorundayız. ‘Bosnalı Kız' bunun için İstanbul'da. Bosna Savaşı'nda lise öğrencisi olan Šejla Kamerić'in, video, fotoğraf, yerleştirme ve heykel sergisi “Bim Bam Bom Çarpınca Kalp”, sanatçının savaşa dair çarpıcı deneyimlerine ve anılarına dayanıyor.

“Dişsiz?.. Bıyıklı?.. Leş Gibi Kokuyo?..” Üç şıklı bu soruya cevap arayan kişi, Hollandalı bir asker. Ucube gibi tarif edilen acaba kim olabilir? Bosna Savaşı'nda (1992-1995), Birleşmiş Milletler Koruma Gücü'nün görevlendirdiği asker, Srebrenitsa'daki kışlanın duvarına bu üç soruyu yazıyor, hemen arkasından da cevaplıyor: “Bosnalı Kız!”. Oysa oraya, BM tarafından zulüm altındaki halkı korumak için gönderilmişti. Evet, kızların hali bir savaş gerçeğiydi. Fakat daha gerçek olan bu metnin yüzünüze çarpması. Tıpkı duvara toslar gibi. Soğuk bir duşa maruz kalır gibi. Tecavüze uğrayanları, çoluk çocuk, kadın-erkek demeden öldürülüp toplu mezarlara gömülenleri, keskin nişancılara hedef olanları daha söylemedik bile. 1995'in Temmuz'unda Srebrenitsa'da çoğu erkek ve oğlan çocuğu olmak üzere 8 binden fazla kişi öldürülmüştü.

Savaş sırasında lise öğrencisi olan Bosnalı sanatçı Šejla Kameric, kendi portresi üzerine yerleştirdiği orijinal grafitinden oluşan ‘Bosnalı Kız' eseri, sanatçının en bilinen çalışmalarından biri. Eser, 2003'te Saraybosna sokaklarında, 2007'de Berlin'de, bu yıl içinde Srebrenitsa'da sergilendi. 28 Şubat 2016'ya kadar ise sanatçının diğer işleriyle birlikte Beyoğlu'ndaki Arter'de görülebilecek.

90'lı yılların sonundan itibaren kamusal alanlar için eser üreten Kameri'in, savaşa dair anlatacakları çok, deneyimleri çarpıcı. Arter'in dört katına yayılan küratörlüğünü Başak Doğa Temür'ün yaptğı sergi, bilgi, belge ve acıyı tercüme etmeye çalışan işlerle dolu. Özellikle üç çalışmayı izlemeli: ‘Bir şeyden her şeyi öğren', ‘Kırmızısız Geçen 1395 Gün' ve Geriye Kalanlar…

SABUNLAŞAN CESETLER


Kameric, Londra'da gerçekleştirilen “Adli Tıp: Suçun Anatomisi” (2015) isimli sergi için ürettiği “Ab uno disce omnes” (Bir şeyden her şeyi öğren) videosunu iki senede hazırlıyor. Morglara, DNA laboratuvarlarına, toplu mezarlıklara, infaz bölgelerine gidiyor. Uluslararası Kayıplar Komisyonu ile işbirliği yapıyor. 88 saat kayıt ve 32 bin görüntüden sonra oluşturulan videoda, savaştan fotoğraflar, haberler, hukuki ve askeri belgeler, adli tıp raporları, tanıklıklar, kayıpların listeleri var. Sanatçının Tuzla ve Sejkovaca'daki morglarda çektiği görüntüler kan dondurucu. Kimlik tespiti için bekleyen, yerlere serilmiş yüzlerce insan kalıntısı… Peki bu cesetler nasıl bu halde kalabilmiş? 434 insanın gömüldüğü Tomasica'da toplu mezardan çıkarılan bedenler, toprağın yapısı nedeniyle sabunlaşıyor, yani derileri ve dokuları tamamen yok olmuyor. Tecavüz kampına götürülen Kalinovikli kız kardeşler, 13 yaşında öldürülen çocuk ve Focalı Sırp'tan gelen isimsiz mektup da videodaki hikâyeler arasında. Mektup şöyle başlıyor: “Bay Masovi size bu mektubu 1992 yılında 80 Müslüman'ın Foa'daki KP Dom'dan (merkez hapishane) alınıp Piljak yakınlarındaki bir çukura atıldığını bildirmek için yazıyorum.”
     Bu çalışmanın bir de web ayağı var. Herkesin kendi belgelerini yükleyebildiği, http://abunodisceomnes.wellcomecollection.org adlı site, hükümetlerin ellerindeki belgeleri yayınlamaları için bir baskı oluşturmuş ve toplu mezarların yerleri ile kayıp listelerinin yayınlanmasını sağlamış. Kameric'e göre savaşın üç tarafı (Sıplar, Boşnaklar, Hırvatlar) hâlâ hikâyeyi kendi bakış açısına göre anlatıyor. Kamerić, tarafsız ve bağımsız bir video yapmaya çalışıyor. 

KESKİN NİŞANCI YOLU

Başrolünde Maribel Verdu'nun oynadığı, “Kırmızısız Geçen 1395 Gün”, bir saat sürüyor. Saraybosna, savaş sırasında 1.395 gün kuşatma altında kaldı. Ve bu süre boyunca yüksek binalara ve çevredeki yamaçlara konuşlanan keskin nişancılar, çocuklar dahil 10 bin kişiyi öldürdü. Verdu filmde, Keskin Nişancı Yolu olarak bilinen rotada yürüyor. Sokaklarda nişancılardan kaçarak karşıdan karşıya geçmeye çalışan ama bu deneyimi gerçek hayatta yaşamamış tek kişi o. Diğer yaşlı teyzeler ve amcalar, o anın canlı tanıkları. Kameric'in babası da o yolda öldürülenlerden biri. 2011'de çekilen filmde, Saraybosna Filarmoni Orkestrası da yer alıyor. Çünkü onlar da keskin nişancılara rağmen Saraybosna Milli Kütüphanesi'nde konser vermeyi başarmış ve dünyanın gözünü Bosna'ya çevirmişlerdi.

Geriye Kalanlar (Remains), 2006.
     Sanatçının 2006'da yaptığı yerleştirmesi Geriye Kalanlar'a (Remains) ise savaşta tecavüze uğradıktan sonra kendini asan Ferida Osmanovic'in fotoğrafı kaynaklık ediyor. Bir ağaç dalında canına kıyan kırmızı hırkalı, beyaz etekli Ferida…
     Rüya Evi, Haziran Her Yerde Haziran, 30 Sene Sonra, Uyursam İkiye Katlanacak, Savaş Başladığında Havuz Başında Takılıyorduk, Burada, Amerikan Rüyası, Care 1, 2 & 3, Kırılgan Ümit Hissi, Temel İhtiyaçlar, Kayıp, Gündüzdüşleri, Kameric'in savaşa odaklandığı diğer işleri... Çok uzak değil 20 yıl önce, yanı başımızda yaşanan soykırımı unutmamak ve hatırlatmak zorundayız. ‘Bosnalı Kız' bunun için İstanbul'da. (www.arter.org.tr)

BABA EVİNDEN GERİYE KALAN...



Bu iki küçük kızın fotoğrafı, sanatçının 2007'de yaptığı What Do I Know (Ben Ne Anlarım Ki) dört kanallı bir video yerleştirmesinden. Eser, sanatçının yazdığı “Ben Aşktan Ne Anlarım Ki” başlıklı kısa bir hikâyeye dayanıyor. Filmin esin kaynağı ve çekim yeri, sanatçının baba evi. Prömiyerini 2007'de Venedik Film Festivali'nde yapan film, 2008'de de Adana Altın Koza Film Festivali'nde en iyi kurmaca film ödülü almıştı.

Dream House (Rüya Evi), 2002. Saraybosna yakınlarındaki Rakovica kampındaki bir mülteci evini anlatıyor. 






If I Sleep It Will Be Double (Uyursam İkiye Katlanacak), 2009. Dört kişinin tuttuğu savaş günlüklerinden alınan notlar, ipek nevresimlere işlenmiş.

Care 1, 2 & 3, 2015. Bu yerleştirme Šejla Kamerić’in ailesine 1992-1995 arasındaki Bosna Savaşı’nda insani yardım olarak gönderilen kolilerin yeniden üretiminden oluşuyor.
June Is June Everywhere (Haziran Her Yerde Haziran), 2013. Kırmızı ışık yansıtılan siyah-beyaz fotoğraflar sanatçı tarafından basılmış. Sanatçının tekrar tekrar bastığı bu kare, kendi yatak odasının dış cephesinde, her akşam başını koyduğu yere denk gelen duvarın üzerindeki mermi izlerini gösteriyor.



Kırmızı Halı, 2011. Sejla Kameric, ikinci el giysilerden oluşan bu halıyı Bosna Halısını Koruma Derneği’ndeki kadınlarla birlikte üretmiş.



Nigel Sen Git (Nigel U Go), 2010. Beyaz dantel örtüler üzerinde erkek isimlerinin siyah boyayla yapılmış grafitileri.
Savaş Başladığında Havuz Başında Takılıyorduk.
30 Sene Sonra, 2006. Bosna Savaşı sırasında Sejla Kameric'in annesi, altın yüzüklerini ailesinin hayatta kalabilmesi için yiyecek içecek karşılığında satmak zorunda kaldı. Anneannnesi aynı şeyi İkinci Dünya Savaşı'nda yapmıştı. Sanatçı da Bosna Savaşı bittikten sonra altın yüzükler satın almaya başladı. Bu fotoğraf sanatçının 30 yaşındaki portresi. 

Kamerci'in İstanbul sergisi için yaptığı BFF, 2015. BFF kıasltması İngilizcedeki Best Friends Forever ifadesinin baş harflerinden oluşuyor ve En İyi Arkadaşım anlamında kullanılıyor. Ayının gövdesi ikinci el kürk ve deri paltolar, şapkalar ve etollerle kaplı; içi ise kullanılmış giysiler ve plastik şişelerle doldurulmuş.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


16 Aralık 2015 Çarşamba

Lidya paralarını gören var mı?

16 Aralık 2015
Tarih kitaplarımızdan aşina olduğumuz meşhur Lidya paraları vitrine çıktı. İşadamı Muharrem Kayhan'ın, 1980'li yıllarda oluşturmaya başladığı koleksiyonundan seçilen 477 sikke ve 330 antik obje, İzmir Arkas Sanat Galerisi'nde sergileniyor. Büyüteçli özel vitrinlerde yakından görülebilen 1,1 gram ağırlığındaki bu paralar, ilk ve son kez sergilenecek.

Tarihte parayı kim buldu, ilk kim kullandı? Bu soruların cevabını ilkokuldan beri ezbere biliriz de o paraları gören, yakından inceleyen pek azdır. Lidyalıların bastığı altın paralar, İzmir Arkas Sanat Galerisi'nde geçtiğimiz cuma günü açılan “Antik Anadolu'nun Tanıkları” sergisinde ayan beyan ortaya çıktı. Bir dönem TÜSİAD başkanlığı da yapan işadamı Muharrem Kayhan'ın koleksiyonundan 477 sikke ve 300 antik obje ilk ve son kez sergilenecek.

Kayhan, koleksiyonu konusunda oldukça iddialı. İzleyicilerin bir daha antik dönemden bu çapta bir sikke sergisi göremeyeceklerini söylüyor. Eserler, ilk kez sergileniyor; çünkü 1980'li yıllardan beri antik sikke koleksiyonu yapan Kayhan, bugüne kadar onları pek ortaya çıkarmamış. (Sadece 2003 yılında 150 tanesi Sadberk Hanım Müzesi'nde sergilenmiş.) Son kez sergileniyor; çünkü ne İstanbul'a ne de başka bir şehre tarihi para getirip götürmek kolay değil. Bir kere sikke, teşhiri en zor antik eserlerden, taşınması ve korunması da aynı ölçüde zorlaşıyor. Antik Anadolu'nun Tanıkları, aynı zamanda bir koleksiyonu hitama erdiren sergi özelliği taşıyor. Kayhan, artık sikke koleksiyonuna devam etmeyecek. Başka bir alana yönelecek.

ANTİK DÖNEMİN YEDİEMİNİ 

Muharrem Kayhan, bugüne kadar 2 bin sikke ve 1315 tarihi obje satın almış. Hepsi her gün işe gidip gelirken geçtiği (Söke); yani antik dönemin İonya ve Karya'sından. Kayhan, o dönemde (arkaik, klasik, helenistik) kullanılan tüm paraları topladığını ifade ediyor. Çok az eksiği var. Kalanları da, çok pahalı olduğu için koleksiyonuna dahil edememiş. Düğün hediyesi olarak gelen bir büst ile koleksiyonerliğe başlayan Kayhan, kendini sikkelerin sahibi değil, yediemini olarak görüyor: “Her sene müzelerden eksperler, arkeologlar gelip benim envanterimi tek tek sayıyorlar. Kendilerindeki resimli envanter defterleriyle karşılaştırıyorlar. Aslında koleksiyon benim değil, Türkiye'nin. Ben yedieminiyim. Muhafaza ediyorum sadece.”

Sergilenen Lidya paraları yamuk yumuk şekilde ama hepsinin ağırlığı 1,1 gram. Düşünün, 2 bin 500 sene önce elektronik terazi filan yok, metal kalıbın içinde hepsini aynı gramda yapmayı başarıyorlar. Çoğu devlet işlerinde ve askeri ödemelerde kullanılan bu paralar, eski Yunan'da kese içinde ağızda taşınırmış.
Koleksiyondaki en eski eser bir kadın heykelciği ve 5 bin 500 yılına tarihleniyor. Koleksiyonun en önemli parçalarından biri de serginin girişinde sergilenen oturan kadın heykeli. En ilginç eseri ise Helenistik dönemden ses yükselticili tiyatro maskı. Kanuna göre mimari parçalar, lahit, sütun başları gibi eserlerin nakline müsaade edilmediği için sergide onlar fotoğraflarla temsil ediliyor. Muharrem Kayhan'ın kardeşi Hilmi Kayhan da koleksiyoner. Onun da Roma İmparatorluk çağı koleksiyonundan 50 sikkeye galerinin üst katında yer veriliyor.

Sikkelerle ilgili ilk bilimsel yayın 

 Muharrem Kayhan (solda, sağdaki Lucian Arkas), sikkelerle ilgili Türkiye'de uluslararası ilk bilimsel yayını 2000'de yayınlayarak koleksiyonerlikte öncü olmuş. Yunan sikkeleri konusunda dünya çapında akademisyenlerden oluşan Sylloge Nummorum Graecorum (SNG) kurulu, British Academy himayesindeki uluslararası Antik Yunan Sikkeleri projesi kapsamında Kayhan koleksiyonunu da projeye dahil etmiş ve koleksiyonun tümünü 2 SNG kataloğunda yayınlamıştı. “The Muharrem Kayhan Collection'' adıyla yayınlanan bu iki kitap, dünyada referans kabul ediliyor.

Paraların yanı sıra cam objeler, lahitler, büstler  ve Helenistik dönemden ses yükselticili tiyatro maskı (altta) da sergide yer alıyor. Bir dönem TÜSİAD başkanlığı yapan Muharrem  Kayhan, kendini sikkelerin sahibi değil, yediemini olarak görüyor. ‘Antik Anadolu'nun Tanıkları' sergisi, 2016 Mart sonuna kadar açık.

Ses yükselticili tiyatro maskı


Üçlü Hekate, mermer, Roma Dönemi MS 2.-3. yüzyıl.

Herme motifli, kırmızı figürlü Attika krateri, Firnislenmiş pişmiş toprak,
MÖ 5. yüzyılın sonu - 4. yüzyılın ilk çeyreği


Krater, yeşil fayans, kabartma dilimli, MS 1. yüzyıl.


Küçük kulplu, balık pulu motifli skyphos, pişmiş toprak, dışı yeşil, içi sarı sır.MS 1. yüzyılın ortası



Kadın ve erkek figürlü şişe, pişmiş toprak, Roma Dönemi


Eros ve Psykhe, pembemsi bej kil, Roma Dönemi


Oturan Kadın, mermer MÖ 540 civarı


Amphoriskos, düğme dipli, çift kulplu, kobalt-mavi renkte cam üzerine kahverengi, beyaz, sarı dekor. Geç Klasik – Erken Hellenistik Çağ


Aryballos, küresel gövdeli, boyun kenarında iki küçük kulp mevcut, yeşil renkte cam üzerine beyaz, kırmızı ve açık mavi dekor. Geç Klasik – Erken Hellenistik Çağ


Mausolos. MÖ 377-353
Ön: Hafifçe sağa dönük çelenkli Apollon başı. Pelerini boyundan
bağlı.

Mausolos. MÖ 377-353
Arka: Sağda MAYΣΣΩΛΛO. Sağa dönük Zeus Labraundos,
elinde mızrak, omzunun üzerinde çift uçlu balta. Gümüş. Rhodos
sistemi tetradrahmi.
15.26 g.



Büyük İskender adına altın stater. Yak. MÖ 300-295
Miletos. Ön: Yılanla süslenmiş sorguçlu miğfer giymiş sağa dönük Athena başı.
Arka: Sola dönmüş ayakta Nike, ileri uzanan sağ elinde çelenk. Attika sistemi stater.
8,49 g.

Büyük İskender adına altın stater. Yak. MÖ 300-295
Miletos. Arka: Sola dönmüş ayakta Nike, ileri uzanan sağ elinde çelenk. Attika sistemi stater.
8,49 g.


Kserkses, Pers Kralı. MÖ 485-465
Sardis veya Daskyleion (?)
Gümüş siglos (Tip IIIa), Pers Kralı, taçlı ve koşarken,
elinde çaprazlama mızrak ve dışa doğru yay.

Kserkses, Pers Kralı. MÖ 485-465
Sardis veya Daskyleion (?)
Gümüş siglos (Tip IIIa), Pers Kralı, taçlı ve koşarken,
elinde çaprazlama mızrak ve dışa doğru yay.
Arka: Uzunlamasına çukur.
5.28 g.



Lydia. Kroisos. MÖ 561-546
Ön: Karşılıklı aslan ve boğa protomları.
Arka: İki kare çukur. Pers sistemi stater.
10,65 g.
İzmir Arkas Sanat Galerisi


Antik dönemde erkek mezarında bulunan eşyalar

Roma Dönemi Artemis büstü, M.Ö. 2. Yüzyıl

Sürahi takımı, cam, genç antik çağ

Antik Yunanistan'dan dokuma tezgahı çizimi, pişmiş toprak ağırlıklar...




HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ