30 Aralık 2013 Pazartesi

Geleneksel sanatlar bugüne ne söylüyor?

30 Aralık 2013
Hattat Hüseyin Kutlu, Geleceğin Ustaları Yarışması’nın ödül töreninde yaptığı konuşmasında, “Klasik sanatlarımız bugün sadece kutsi hatıra olarak yaşatılmamalı, nostalji olmanın ötesine götürmek zorundayız.” diyerek bu sanatların neden güncelliğini yitirdiği üzerine bir tartışma başlattı.
Fussılat Suresi 31. âyet-i kerîme: "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğrulukta devam edenler, onları, melekler, ölümleri anında: "Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin." Hattat Hüseyin Kutlu 
 
Geleneksel Sanatlar Derneği, bu yıl ilk defa düzenlediği Geleceğin Ustaları yarışmanın sonuçları 16 Kasım 2013’te Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle açıklandı. Hat, tezhip, minyatür, çini, kaatı, kalemişi ve cilt sanatında gelecek vaat eden sanatçılara ödülleri verildi. Ödül töreninde, hat sanatının jürisinde de yer alan hattat Hüseyin Kutlu, önemli bir konuşma yaptı. Dedi ki:

“Geleneksel sanatlarımızı biz geçmişte bıraktık, bugün hâlâ geçmişi yaşıyoruz. Bu sanatlarımızı günümüze ışık tutan, günümüzün meselelerini ele alan ve yorumlayan hale getirmedikçe bize dur durak olmamalı. Bunlarla yetinmememiz lazım. Yani bu sanatlarımız sadece bir güzel kutsi hatıra olarak yaşatılmamalı, bir nostalji olmanın ötesine götürmek zorundayız. Minyatürümüzden hat’a, ebrumuzdan cilt sanatına bütün sanatlarımız doğduğu, geliştiği ve yaşadığı dönemde siyasi, sosyal ve ekonomik hadiseleri yorumlayan, yol gösteren bir görev ifa ediyordu. Bugün ise tamamen ayrı bir yerde, ayrı bir dünya… Sadece gönlümüzü ferahlatan, bizi rahatlatan bir kutsi hatıra olarak duruyor. Buna benim gönlüm razı olmuyor. Burada rektörlerimiz, kültür müdürlerimiz var. Onlardan yol gösterici olmalarını ve imkanlar hazırlamalarını rica ediyorum.” 

Hakikaten öyle. Geleneksel sanatlar bugün duvarları süsleyen kutsi bir hatıra, nostalji olmanın ötesine gidemedi. Kendini güncelleyemedi. Son yıllarda hat sanatının ihya olduğunu dile getirenler var, fakat burada kastedilen şey para. Hat sanatı artık iyi para ediyor, müzayedelere çıkıyor, özel koleksiyonlarda yer buluyor. Fakat, eskiden sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı yönlendiren, fikir beyan eden İslam sanatları artık bunların gerisinde duruyor, suya sabuna dokunmadan yaşayıp gidiyor. Biz de karşısında durup iç geçiriyoruz.

Bu sanatların bazı temsilcileri de eksikliğin farkında olduklarını ama ne yapacaklarını, nasıl bir yol izleyeceklerini bilemediklerini söylüyor. Sanat ve estetik konularında yazan, güncel ve geleneksel sanatlarda fikir sahibi olan yazar, eleştirmen ve galeri sahiplerine neden bu noktaya gelindiğini ve bu sorunun aşılabilmesi için neler yapılabileceğini sorduk.

Teknolojinin bütün imkanlarını kullanmak gerekir

Beşir Ayvazoğlu (Yazar): Hat, tezhip, minyatür, ebru vb. kitap sanatlarıdır ve tezyinî nitelik taşırlar. Elbette bu zengin mirası koruyup yaşatarak gelecek nesillere aktaracağız. Bu sanatlarla hayatımızı az çok tezyin ederek tatmin olabiliriz, ama kendimizi dünyaya anlatamayız. Arkasındaki medeniyet hayatiyetini çoktan yitirdiği ve gelişme imkânları tüketildiği için kaçınılmaz bir biçimde anakronik olan eski sanatların diliyle modern dünyanın dili birbirine tercüme edilemez. Daha da önemlisi, hat, tezhip, minyatür ve ebru ile kavga etmek, eleştirmek, yeni tekliflerde bulunmak, yeni dünyalar kurmak kolay değil. Modern resmin bile kendi sınırlarına gelip dayandığı, bu yüzden sanatçıların “güncel sanat” adını altında yeni yeni yollar aradıkları bir çağa minyatürle ayak uydurabilir miyiz? Belki… Ama bunun için yaratıcı bir zekâya sahip olmak, eskinin içinde yeni olanı, hayatiyet taşıyanı bulup çıkarabilmek, dünyada sanat adına nelerin yapılıp edildiğini dikkatle takip etmek ve modern teknolojinin bütün imkânlarını kullanmak gerekir. Sinema, tiyatro, video, fotoğraf… hepsi önemli. Başka bir yol bilmiyorum. Geçmişi hâlâ sırtımızda ağır bir yük gibi taşıyoruz; bu da adımlarımızı yavaşlatıyor. Ya bu yükü bir enerji kaynağı haline getirmenin yollarını bulacağız yahut sırtımızdan atıp hafifleyerek adımlarımızı hızlandıracağız. Başka yol bilmiyorum.

İslam sanatları hayatımız içinde şekillenebilir

Hüseyin Kutlu (Hattat): Ben aslında geleneksel sanatlar yerine bu sanatlara Kuran’ı Kerim kaynaklı sanatlar ya da İslam kimlikli sanatları demeyi tercih ederim. Çünkü bu sanatları gerçek kaynağından koparıp kimliksiz hale getirdiğimiz zaman ruhsuz bir şey olur, görsel sanat olur. Peki İslam sanatları bu duruma nasıl geldi? Aslında sanatçılar bu duruma geldi. Bütün İslam alemi seküler olduk. Günümüzün Müslümanı inancını içine gömmüş, vicdani ve kalbi çerçevenin içine almış, ama onu ne ekonomisine, ne siyasetine, ne de sosyal hayatına hiçbir şeye yansıtmamak üzere çok muhafaza altında tutan ve din denilen şeyi de bundan ibaret kabul eden bir anlayışa sahip.

Efendimiz Mekke’den Kuba’ya ya da Medine’ye geldiğinde ilk işi cami yapmaktı. Çünkü yaşam biçimi o cami etrafında şekilleniyor. Osmanlı’nın külliye fikri de buradan geliyor. Beş vakit camiyle irtibat var, hayat o caminin, külliyenin etrafında dönüp dolaşıyor. Cami ve insan o kadar iç içe ki… Dünya ile icap ettiği kadar irtibatlı. Bu tam bir Müslüman anlayışı, Müslümanca yaşam biçimi. Dini hücrelerine kadar yerleştirmiş, kendini, dünyasını, işlerini, duygularını, düşüncelerini hep ona göre dizayn etmiştir.

Şimdi Süleymaniye, Sultanahmet gibi büyük camilere bakalım. Hepsi muazzam çinilerle, kalemişiyle donatılmış. İyi de bugünkü Müslüman’a bu sanat lüzumsuz. Niye, çünkü camiye girecek pat küt, pat küt namaz kılıp hemen çıkacak. Etrafına bakmayacak bile, bir an evvel çıkıp gitme derdinde. Kim izleyecek o sanatı. Cami, Müslüman’ı her bakımdan tatmin edecek bir müesseseydi. Filpayelerin dibindeki o kürsülerin birinde bakıyorsun hendese dersi veriliyor, diğerinde sohbet ediliyor, bir başkasında tefsir öğretiliyordu. Müslüman böyle yaşıyor, böyle yaşaması gerekiyor. Mimari de bu anlayışla gelişti. Kadim zamanlarda İslam medeniyetinin günlük yaşamda karşılığı vardı, fakat bugünkü Müslüman’da karşılığı yok. Tıpkı bu sanatlarda olduğu gibi. Çünkü bunları biz görsel sanatlar yaptık. Kimi süs eşyası olarak görüyor, kimi hava atmak için, kimi de yatırım için değer veriyor. “Hilye-i şerife bakıyorum, çok keyif alıyorum” diyor bir koleksiyoner mesela.

Şimdi camiler yapılıyor. Çarpuk çurpuk, süsleri, yazıları bu işin ticaretini yapan, hiçbir şeyden anlamayan, ucuz iş yapanlara teslim ediliyor. Ayet yanlış yazılıyor, renkler lunapark gibi. ‘Niye yaptırdın?’ diye soruyorsunuz. ‘Bomboş mu olacaktı’ diye cevap veriyor. İmama, müezzine ‘Burada ne yazıyor diye soruyorsun, ‘Okuyamıyoruz’ diyor. Madem okuyamıyorsunuz niye yazdınız? E işte süs. Bakın Allah’ın kelamı ne duruma düşüyor. Dekoratif bir malzeme. Ucuz olsun diye camiyi baştan aşağı fayans yaptıranlar var. Temizliği kolay oluyor, toz tutmuyor diye savunuyor bu fikrini. Peki ‘sen evinin misafir odasını, salonunu fayans yapıyor musun?’ ‘Hayır, olur mu ya.’ ‘Peki nereye fayans döşüyorsun’ ‘Tuvalet, banyo’. Bakın kendi ağzıyla söylüyor. Bunu yapan, söyleyen Müslüman. Yani anlatılacak çok şey var. Ben teğet geçiyorum.
İbare: Sakın İncitme Bir Cânı, yıkarsın arş-ı Rahmânı. Formu: Müdevver, Hattat: Hüseyin Kutlu, Tür:Celî Sülüs, Tarih: 1434 / 2012 - 2013, Malzeme:Deri baskı, Seri No: 2340

Hadi levhalara gelelim. Bugün hat sanatı para eder konuma geldi. Hattat yazıyor, para kazanacak. Yazdıran niye yazdırıyor, salonuna astıracak, hava atacak. Yani hep şova dönük. Kaç kişi okuyor o hattı, ne yazıyor orada, manasını kaç kişi merak ediyor, kaç kişi okuduğunu anlıyor ve ona göre amel ediyor. Şov meraklısı olduğumuz için bu sanatlarımız öldü.

Kurslarda ise geleneksel sanatların sadece işçiliği öğretiliyor. Kuran’ı Kerim Cenab-ı Hakk’ın kelamıdır. Bu ilahi kelamı sayısız meleklerinin içerisinde dört büyük meleğin serdarı olan Cibril ile gönderiyor. Günümüz Müslümanı bundan gafil, bugünün hattatı da, sanatkarları da hepsi gafil. Kime gönderiyor Cenab-ı Hak? 124 enbiyanın serdarına gönderiyor. Kuran’ın indiği gece bin aydan daha hayırlı oluyor. Hat sanatı bundan dolayı var. Ne rastgele yazılmalı, ne rastgele okunmalı, ne rastgele tefsir edilmeli, ne rastgele ahkam çıkarmalı. Bunların hepsinin ilmi oluşmuş. Bunun adı Kuran medeniyetidir. Bir medeniyet oluşuyor. O aşk, o nur o feyiz, o bereket…

“Allah’ın mescitlerini ahirete ve Allah’a inananlar imar eder.” Mimar Sinan’ı coşturan bu ayettir. Bir mabet medeniyeti oluşturuyor bu ayet. Nihayetinde dört duvar çevirip kılarsınız namazınızı ama değil, hayır medeniyet bu değil. ‘İşte yaz yahu, okunacak kadar.’ diyor adam. Olmaz, olamaz böyle bir anlayış. Bir ayakkabı için bir hafta gezenler var, ‘yahu hoşuma giden bir şey bulamadım’ diyorlar. Bir ayakkabı alırken tatmin olmuyorsunuz da, Allah’ın kelamını okurken yazarken niye rastgele iş yapıyorsunuz.

Ziya Gökalp’ın “İslam ümmetindenim Garp medeniyetimden” safsatasını çok benimsedik ve bunu çok makul da bulduk. Yalnız Türkiye değil, bütün İslam alemi böyle. Müslümanız ama Batı medeniyetine mensubuz. Bu anlayış, ölümcül bir şeydir. Bu, İslam’ın bir medeniyeti olmadığını inkar anlamına gelir. “Müslümanım ama bizim medeniyetimiz yok, e şimdi medeniyet dediğin Batı. O halde kendimi bir medeniyete yaslamam lazım mantığı anlayışı hakim. Ya da İslam medeniyeti bir zamanlar vardı ama tarihe mal oldu, nostalji. O halde yeni bir medeniyete mensup olmam lazım.” Bu düşünceyi ben katiyetle kabul etmiyorum. Reddediyorum. İslam’ın bir medeniyet olduğunu ve bu medeniyetin şimdi, şu çağda yaşanılır, yaşatılır olduğunu, çağdışı filan olmadığını, İslam kültürünün ve sanatlarının hayatımızın içinde olabilecek şekilde kullanılabileceğini ve bizim onlara göre hayatımızı düzenleyebileceğimizi düşünüyorum ve inanıyorum. Bu saf bir hayal değil. Bunların hepsinin gerekçelerini anlatabilirim, projelendirebilirim. Bu kadar ayağı yere basan bir konudur. Ama bugünkü Müslüman camianın böyle bir davası yok. Müslümanların bir medeniyet projesi yok.
Celî sülüs 'Kelime-i Tevhid. Hattat Hüseyin Kutlu.
Peki ne yapacağız? Bir kere bu sanatlarımızın daha önce ifade ettiğim gibi hem öğreten hem öğrenmek isteyen hem de merakı olanlar için söylüyorum; bunun İslami ve Kurani bir ruhu olduğunu unutmadan icra etmek lazım. Bu irtibat kesilirse ruhsuz görsel bir sanat olur İslam sanatları. Edep, adab, usul yerleştirilmesi ve bunu modellerinin oluşturulması lazım. Ben İSMEK’lere hasım oldum sırf bu yüzden. Her yerde eleştiririm bu kursları. Onlar da benim dilimden kurtulmak için her yere çağırarak idare etmeye çalışırlar güya. İSMEK’lerdeki geleneksel sanat kurslarına karşıyım. İşin edebi adabı hiçbir şeyi yok. Şekli de bozuk. Öğreten bilmiyor ki… Eski harflerle bir şey yazmayı hat sanatı zannediyorlar. Belediye başkanı da öyle zannediyor, hizmet ettiklerini sanıyorlar. İslam sanatlarına en büyük zararı onlar veriyorlar. Şimdiye kadar bozulmamış yozlaşmamış sanatı yozlaştırıyorlar.

Üniversiteler bunun usülünü, adabını bir sorsun. Fakat şunu belirtmem lazım. Hiçbir güzel sanatlar fakültesinde bugüne kadar hattat yetişmedi. Yetişenler bizim talebelerimiz. Neden yok, iklim müsait değil. Hat bölümü hepsinde var. Ya hocası benim talebemdir. Bizden icazet alıp hattat olmuştur. Ben hatta şunu iddia ediyorum, Türkiye’deki bütün güzel sanatlar fakültelerinin geleneksel sanatlar bölümünde okuyan öğrencilerinden daha çok talebeyi Ali Paşa Camii’nde eğitiyorum. Kimse itiraz edemez. Eser ortada.

Hat sanatına şu anda çok talep var. Beni bırakın talebelerimin bile siparişleri 2-3 yılını dolduruyor. Geçmişten daha ileride olduğumuzu düşünenler bile var. Bunlar karşılığı olmayan bir sanatlar gibi mütaale edilemez. Bunların eğitiminin usulünce ve kendine has edebiyle verilmesi gerekir. Usul olmadan vusul olmaz. Dünyanın gündeminde bir sürü mesele var, Türkiye’nin gündeminde bir sürü mesel var. Klasik sanatlarla uğraşan sanatçılarımızın nasıl bir irtibatı var bu meselelerle. Çevre ile ilgili bir hat sergisi duydunuz mu? Yok. Nasıl olabilir böyle bir şey’ Oysaki öyle bir hazine var ki… Kuran’ı Kerim’in ilgilenmediği tek bir mesele yok. Ayetlerde, hadislerde şiirlerde atasözlerinde onca söz var. Mütefekkirler, filozoflar, büyük insanlar yetişmiş, hepsi ne sözler söylenmişler. Suskun gelip gitmiş adamlar değil bu isimler. Hazine hepsi. Sen bunlardan bir şey ortaya çıkaramıyor musun? Çıkaramıyor, çünkü sanatçılarımızın kafasında böyle bir şey yok. Bilgi yok çünkü. Mesela Mevlana yılını ele alalım. Hazreti pirin 6 ciltlik Mesnevi’si var, Divanı Kebir diye dört ciltlik eseri, Fihi Mafih mevcut. Daha birçok eser. Niye bu zatı kendi sözleriyle dünyaya tanıtmayalım? Hem de sanat diliyle. Sanat bu işe yarar.

Konya Belediyesi’ne zamanında bir proje sundum: Hz. Mevlana’nın sözlerinden 40-60 söz seçelim, fakat şuna dikkat edelim. Bugün Mevlana’yı nasıl tanıyor insanlar? Hoşgörü insanı, sevelim sevilelim, ne olursan ol gel, aşk filan… Bu kadar. Neredeyse aşure çorbası gibi. Siz biliyor musunuz, Avrupa’da, İspanya’da, Amerika’da Rumilik diye bir din türedi. İslam dışı bir şey bu. Peki Mevlana böyle biri mi, değil. Biz Mevlana’nın gerçekte kim olduğunu kendi sözlerinden levhalar yaparak anlatabilirdik. Değişik tasarımlar yaparak, hem tezhipli levhalar, hem çiniye hem madene işleyerek… Namütenahi sanat imkanımız var. Bir yıl önce sundum projeyi bana 3 ay kala kabul edildi diye haber geldi. Üç ayda ancak 18 eser çıkartabildik. Biz dünya çağında bir insanımızı dahi sanatkarlar olarak tanıtamadık. Mesneviyi okumak, anlamak ve anlatabilecek kadar hazmetmiş olmak lazım. Hattat dediğin adam kalemi eline alıp harf yapan adam olmayacak. Tıpkı eskiden olduğu gibi alim olacak. Dünyadan haberi olacak. Her şeyi bilecek. Kendini yetiştirecek, seviyeli olacak. O sanatı icra edecek donanımla her bakımdan mücehhes hale getirecek. Bizim sanatçılarımız dünyada olan bitene tamamen kayıtsız. ‘Bilinen sözler, ayetler var, sipariş de var, yazalım edelim’ bu anlayış hakim. Gündemli ve konular sergiler açılmalı. Ayrıca devletin Kültür Bakanlığı vs. bu mevzuda projeleri destekleyecek bir açılım yapmalı.

Daha güncel bir olay anlatayım. Bilirsiniz hattat Hamid Aytaç, Diyarbakırlıdır. Bir-iki ay önce beni aradılar, anma töreni düzenleneceğini, konferans vermemi istediler. Ben de konferanstan ziyade, gündemli bir sergi hazırlayalım dedim. Diyarbakır’ın şu andaki en önemli meselesi Kürt-Türk meselesi. Ahmedi Hani, Cezeri gibi Kürt alimlerinde sözlerinden hat levhası yazayım, dedim. Bir ay kadar oldu, hala ses yok. Ufuk yok. Ve oraya Diyarbakır’a dünyanın bütçesi ayrıldı. Bu sanatlarımız nostalji olmasın, fonksiyonel olsun derken neyi ifade etmek istediğimi anlatabildim mi?

Bugünün koşullarıyla bütünleşmiş bir ebru yapılamaz

Hasan Bülent Kahraman (Sanat Eleştirmeni): Bugün sadece bizde değil dünyanın her yerinde bir dönemin sanatı eskimiştir ve sadece antika değeri taşımaktadır. Bu o kadar böyledir ki, mesela adeta Batı için ekmek ve su kadar önemli olan ve onun gündelik hayatını meydana getiren klasik müzik tamamlanmıştır. Sadece bir performans sanatı olarak icra edilmektedir. Kimsenin kalkıp Beethoven veya Bach gibi müzik yapması düşünülemez. Veya Barok sanat tamamlanmıştır. Yahut ortaçağ kitap tezyini bitmiştir. Çağ değişir, üreten koşullar aşılır, sona gelir, bir dönemin gözde sanatsal üretim biçimleri, yöntemleri devre dışı kalır. Bugün ortaçağ müzelerindeki vitrayları aynen yapmayı düşünenler mutlaka vardır, sağda solda ama onlar da sizin tabirinizle bir zanaatı nostaljik bir maksatla üreten insanlar olarak kabul görürler.

Bizde de çağ değişti, koşullar değişti hat, ebru, kaatı daha fazla üretilmez oldu. Burada şaşacak bir şey yok. Kaldı ki, biz büyük kültür kopuşları yaşadık. Arap alfabesi devam etseydi hat bugün farklı bir yere gelecekti. Bu muhakkaksa da Mustafa İzzet Efendi’nin veya Yesari’nin hattı hala eskinin bir mirası olarak yaşayacaktı. Üstelik 16. yüzyılın hattıyla 19. yüzyılın hattının aynı olduğunu kim söyleyebilir? Çağ değişir her şey onunla birlikte farklılaşır. Buradaki hassasiyeti anlamak mümkünse de bir noktayı daha belirteyim: Belli bir sanatın ifade imkanlarını yaratan içinde bulunulan dönemin zihinsel yapısıdır. Osmanlı sanatı belli bir dünya görüşünün içinden üretiliyordu. Hat sadece hat değildi, aynı zamanda dünyayı kavramanın ve yorumlamanın bir aracıydı. Ebru da, tezyin de aynı şeydi. Bütün bu dokunun değiştiği bir dönemde bütün o yapının aynen kalmasını istemek olanaksızdır.

Bütün bunlardan daha uzakta duran ama hepsinden daha önemli bir olguyu da şimdi dile getireyim: Bütün o eski sanatlar, halk katında icra edilse dahi, büyük kültürün ve yüksek saray zevkinin bir uzantısıydı. Halk sanatı değildi. Osmanlı müziğini, bezzazlar, kömürcüler, hamamcılar ürettiler. Halk içinde idiler ve halktılar. Ama zevkleri saray zevkiydi. Ancak 20. yüzyılda ayırdına vardığımız yüksek kültür-gündelik kültür ayrımı içinde tüm o sanatlar da yüksek kültürün ve zevkin sınırlarındaydılar. Halkın zekası ve birikimi onu ancak zenginleştirebilirdi. Bugün eğer bu yapıdan söz edemiyorsak o sanatların da eskidiğini, nostaljik değerini kabul etmek zorundayız. Peki bugün hiçbir şey yapılamaz mı?

Cevabım elbette olumsuz. Eğer yukarıda belirttiğim çerçeve doğruysa böyle bir soru zaten ortadan kalkar. Hiçbir zaman bir çağın sanatı bir başka çağın günlük, gündelik ihtiyacının yansıtıldığı alan olamaz. Bugünün meselelerini vitrayla anlatamaz, Batı da veya klasik müzikle. Hem o vitray hem de o müzik bugünün bir ruh durumunu ifadede araç olabilir ama o da kolektif hafızayla ilgili bir sonuçtur. Yani, bugünkü gerçekliği ifade için insanlar Barok müzik yazmazlar. Barok müzik ortak zevkin ve belleğin içinden süzülerek gelip bugünkü bir durumla bütünleşebilir-ancak. O da kültürün sürekliliği içindedir. Bach’ı veya Bartok’u ancak o müziğin ifade ettiği meseleyi ve zevki kavrayan kesimler dinleyebilir; sokaktaki insanın meselesi değildir bu.

Aynı şey bizim klasik sanatlarımız için de geçerlidir. Bugünün koşullarıyla bütünleşmiş bir ebru yapılamaz. Ama ebru dönüştürülebilir. Ebru bir teknik ve bir form olarak kullanılabilir fakat o da bir araçsallaştırmadır. Aynı şey hat için de geçerlidir. Dediğim gibi hat belli bir ideolojik arka plana yaslandığından bugün onu araçsallaştırdığımızda o ideolojik dokuyu yok edeceğiz. Eğer bunu kabul ediyorsak o zaman bir ‘tersim’ aracı olarak elbette her şeyi kullanabiliriz.

Buna mukabil bir sentez arayışı şarttır. Bu öteden beri Türkiye’de sorgulanmış bir sahadır. Fakat fazla ilerlememiştir. Nedeni sanıldığı gibi kültürel ihmal değildir. Zevk meselesidir. Kabul edelim ki, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de gündelik kültür, popüler kültür hayatı ve zevki sıradanlaştırmaktadır. O zevkin artık klasik ve çok yüksek bir düzeye erişmiş ifade imkanlarını benimsemesi beklenemez. O zaman geriye bir tiyatro mizanseni içinde ve bir, tabiri mazur görün, bayağılık içinde eskiye yönelmek kalıyor. Bunun adı ‘kiç’tir. Geçenlerde uğradığım hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı binasının girişinde, eskiyi vurgulamak maksadıyla gerçekleştirilmiş düzenleme sadece kiç olarak nitelendirilebilir. Osmanlı asırların içinden süzdüğü bir zevkle hayata bakıyordu ve kendisini sürekli olarak geliştiriyordu. Öyle olduğu için daha 19. yüzyıl ortasında o da geleneksel/klasik sanatlarının zevkini Batı klasiğine yansıtmaya başlamıştı. Unutmayalım Şehzade Abdülmecit Efendi sanıldığı gibi yaşamıyordu. Batı tarzı resim yapıyordu ve Harem’de Beethoven dinlenip Goethe okunuyordu. Kısacası eğer zevkimizi yükseltirsek eskiyi belki hala yeniden üretemeyiz, bunu olanaksız görüyorum, ama hiç değilse onu yozlaştırmamayı öğrenebiliriz.

Geleneksel sanatlar altın dönemini yaşıyor


Faruk Taşkale (Tezhip sanatçısı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Sanatlar Bölüm Başkanı): “Sanat yaratmak değil yaratılanı yansıtmaktır.” Hat, tezhib, ebru , kalemişi, gibi geleneksel sanatlar olarak sınıflandırdığımız görsel sanatların temelinde güzel yatar. Güzel duyguları yansıtır. Hat sanatında belirli kaideler ve ölçüler vardır. Bu kaideler ve ölçüler yüzyıllar içinde belirlenmiştir. Hat sanatkarları bu kaideler ve ölçüler doğrultusunda kompozisyonlarını tasarlarlar. Bir harfi biraz daha kalınlaştırmak ya da uzatmak estetik gelmez. Dolayısıyla hat sanatkarları yazmak istedikleri metinleri en güzel yazmak şeklinde bilgi ve becerilerini en üst düzeyde kullanırlar. Farklı ama güzel tasarımlarla anlatmak istediklerini anlatırlar. Tezhib ve kalem işi sanatlarının temelinde de güzel yatar. Çiçeklerin, rumilerin ve diğer tezyini motiflerin kompozisyon içerisinde kendi içlerinde ve birbirleri ile belirli orantıları vardır. Lacivert ve altın değişen ekoller ve ihtiyaçlara rağmen vazgeçilmez ikili olarak kullanılırlar… ebru su ile boyanın dansıdır adeta. Tezhib kağıtta açan çiçeklerdir. Dolayısıyla bu sanatlar güzelin yansımasıdır. Güzele ışık tutarlar. Güzeli ruhuna yansıtan da erdemli ve adil olur. Bundan daha iyi mesaj olur mu?

Sanatkarlar farklı biçimlerde güzeli yansıtırlar. Güzeli yansıtan, temelinde güzel yatan bu sanatlar dolaylı olarak sosyo- ekonomik hayatı yansıtan, politik hayata yön veren, ışık tutan, siyasi hayatı yönlendiren sanatlardır. Tezhib benim yaşam biçimim, inançlarım, kültürel yapım ve duygularım doğrultusunda kendimi ifade etme biçimidir.Benim için adeta bir besindir. Hüznüm, mutluluğum, sıkıntım, duygularım yaptığım eserlerin içerisinde gizlidir. Aktif olarak ilgilendiğim sanat adeta bana ışık tutan, ruhumu aydınlatan bir fenerdir. Ruhu aydınlık olan insanın hayat tarzı ve düşünceleri de aydınlıktır.
Edep Ya Hu... Hat Hüseyin Gündüz, tezhib Faruk Taşkale.

Dolayısıyla geleneksel sanatlara farklı misyonlar yüklemeye gerek yoktur. Ben yaptığım sanatı duvarları süsleyen, eskinin nostaljisinde kalmış cansız resimler olarak görmüyorum. Ve böyle düşünüp hissedenlerin kendi sorunu. Sanat sınırlandırılamaz, belirli kavramların kontrolüne alınamaz. Herkes kendi sanatını icra etmekte ve kendini ifade etmekte özgürdür. Genellenemez… İsteyen toplumdaki kargaşayı ve karanlığı yansıtmak için varsın siyah zemin üzerine karışık ölçüsüz çiçekler yapsın ya da harflerin anatomisini bozup toplumdaki kaosu yansıtsın; isteyen de sorunlara çözüm bulup ışık tutsun… Zaten hayatımızda her şey, her birim, her film, her müzik sosyo-ekonomik hayata, politikaya ışık tutar oldu (!). 

Tezhib, hat, ebru, kalem işi gibi görsel sanatlar da bırakın güzele, doğruya, en büyük sanatkara yönlendirsin insanları. Kişisel olarak, günümüzde de icra edilen ve itibar gören sanatlar olduğuna göre, geleneksel sanatlar adı altında sınıflandırılmasını çok fazla tasvip etmediğim hat, tezhip, çini, ebru, kalemişi, minyatür, cilt gibi sanatlar 21. yy’da  altın dönemini yaşamaktadır. Geleneksel sanatlar çağdaş sanatlar içerisinde yerini almıştır. Çağdaş ressamlar Erol Akyavaş, Ergin İnan, Burhan Doğançay  geleneksel unsurları eserlerinde kullanarak farklılıklar yapmışlardır.

Koleksiyonerlerin koleksiyonlarına eski ve yeni müzehhep hat levhalarını, hilyeleri katmak istemeleri, müzayedelerde bu eserlerin değerlendirilmeleri, yapılan onlarca etkinlik ve bu etkinliklere katılım, yurt dışında yapılan etkinlikler bir şeylerin eskisi gibi olmadığına ve hızla farklılık gösterdiğini ve geliştiğinin göstergesidir. Sanatçıları belirli konuları işlemeleri için yönlendirmek, kontrol altında tutmak, zorlamak sanatın tekamülünü önler… Umutsuz olmadan çağdaş sanatçıların önünü açmak ve yaptıklarına tahammül göstermek sanatın gelişimine katkıda bulunacaktır. İnsanın yaratılışında var olan estetik duygunun denetiminden geçemeyen ne varsa zaten yok olmaya mahkumdur.

Nostalji olmanın ötesine geçemezler

Haldun Dostoğlu (Galeri Nev’in sahibi): Adı üzerinde "geleneksel sanatlar" denince bu tanımın içeriği ister istemez nostalji olmanın ötesine geçmekte zorlanır. Hem içerik hem de mecra (medium) olarak kullanılan ifade tarzının günümüz dinamiklerini dile getirmeye elverişli olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla nostalji olmanın ötesine geçemezler. Bu durumu handikap olarak görmemek lazım. Kullanılan dilde ifade tarzında daha da mükemmeli aramak varken günümüzü cevaplamaya çalışmamalı seklinde düşünüyorum ben. Hat, ebru katı vs gibi sanat alanlarında daha da mükemmeli aramak varken sosyal siyasi ve ekonomik meselelere cevap arama hatasına düşmemeli. Sanatçıları sanatçı adaylarını bu yönde yönlendirmemek gerekir.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ