24 Kasım 2014 Pazartesi

Kâğıt toplayıcısı iki sanatçı

24 Kasım 2014
1950’li yıllarda Paris’e giden ressam ve yazarların sefalet içinde yaşadıkları hep anlatılırdı. Yandaki fotoğraf, kağıt toplayıcılığına kadar düştüklerinin en çarpıcı belgelerinden. 1940’lı yılların sonunda çekilen bu kareyle, son romanı Yaban Gülleri’ni yayımlayan Osman Necmi Gürmen’in (87) evinde karşılaştık.
Osman Necmi Gürmen (gözlüklü) ve Türk resminin önemli isimlerinden Mübin Orhon.
1950’li yıllarda Paris’e giden pek çok ressam ve yazarımızın sefalet içinde yaşadıkları, çektikleri zorluklar hep anlatılır. Zaten o yıllar Paris’in zor dönemleridir. Savaş sonrasıdır, açlık ve sefalet tüm şehirde hüküm sürmektedir. ‘Paris ekolü’ ressamları olarak bilinen bu sanatçılar içinde, hayat şartları en zor olanlardan biri Mübin Orhon’dur (1924-1981). Kendisinin kan kusarak öldüğü biliniyor. Yukarıdaki fotoğraf, anlatılagelenleri doğrulayan karelerin belki de en çarpıcısı. Türk resminin ustalarından Mübin Orhon ile yazar Osman Necmi Gürmen’i kâğıt toplarken belgeleyen fotoğraf, 1940’lı yıllara ait. Bir çadırın önünde gazete kâğıtları toplayan iki gençten, gözlüklü olan Osman Necmi Gürmen, kıvırcık saçları ve mütebessim çehresiyle objektife bakan ise Mübin Orhon.

Bu tarihî kareyle, altı ay Türkiye’de, altı ay Paris’te yaşayan Osman Necmi Gürmen’in Mecidiyeköy’deki evinin fotoğraf arşivinde karşılaştık. Onunla buluşmamızın nedeni ise yeni çıkan romanı Yaban Gülleri’ydi (Gölgeler Kitap). 2006’da yayımlanan ve çok satanlar listesine giren Rana romanı ile Türkiye’de tanınan Gürmen, son romanında 13 yaşında vefat eden kız kardeşi Nesteren’in hayatı üzerinden 1930’lu yılların Türkiye’sini anlatıyor.


 Gürmen’in hayatı da ressamlarınki gibi sefaletle geçmiş fakat o diğerlerinden daha şanslı. Az da olsa aşiret mensubu olmanın güzelliklerini yaşamış. Siverek’ten Paris’e uzanan, filmlere konu olacak bir hayatı var. Hayatının belgesel filmi (Kurşun Kalem, yön. Mustafa Ünlü, 2009) çekildi aslında, yakında ise Ömer Çakır’ın yazdığı otobiyografisi yayımlanacak.

1927, İstanbul doğumlu olan Gürmen, Şanlıurfalı Bucak aşireti reisi Osman Paşa’nın torunu. Saint Joseph’i bitirdikten sonra yükseköğrenim için Fransa’ya gidiyor. O dönemde orkestrada davulculuktan kâğıt toplayıcılığına, şoförlüğe kadar geçinmek için yapmadığı iş kalmıyor. Fikret Mualla, Mübin Orhon, Selim Turan, Avni Arbaş başta olmak üzere ünlü ressamlarla o dönemde tanışıyor. Orhon, tabii ki en yakın arkadaşı. “Mübin en çok samimi olduğum arkadaşımdı. Fikret Mualla, havalarda olan bir adamdı. On parası yok. Hatta gelir, benden 10 Frank alır, suluboya bir resim verirdi. Taşınırken kaybettim bütün resimlerini. Birçok resmi vardı.” diye anlatıyor gençlik yıllarını.

Ressamlarla - 1949 Selim Turan, Osman Necmi Gürmen, Emin Sümen, Ahmet Ramazanoğlu, oturan Avni Arbaş.



Sabahattin Eyüboğlu, Avni Arbaş, Selim Turan, Cahit Irgat. Schola Cantarum 1948. 

Yaşar Kemal ile.
Gürmen, okulu bitirdikten sonra babası, aşiretin başına geçmesini ister. O da babasını kırmayarak bir anda Paris’ten Siverek’e dönüp Bucak aşiretinin başına geçer. İyi eğitim almış bir İstanbul beyefendisi olarak aşirette süren kan davasının ortasına düşer. İnsancıl yaklaşımı, aşiretin sert kurallarını aşamaz. Elinde hiç olmazsa siyasi bir kuvvet olması için Adalet Partisi Siverek ilçe başkanı olur. İşin içinden çıkamayınca memleketini terk ederek Bodrum’a yerleşir. Burada ilk ticarî mavi yolculuğu başlatır. Bu sefer arazi mafyası Gürmen’i rahatsız edince işin içine yine aşiret, silah girer. Gürmen artık bıkmıştır, her şeyi bırakıp Fransa’ya döner ve kitaplarını yazmaya başlar.

“Romanlarımda içimde kalan ukdeleri anlatıyorum”

Ebem Kuşağı (Delibozuklar Çiftliği adıyla da yayımlandı), Kılıç Uykuda Vurulur, Rana, Mühtedi, Ah Vre Sevda, Saint Michel’in Develeri, Neydi Suçun Zeliha adlı eserleri bulunan Osman Necmi Gürmen, “Ben romanlarımı içimde kalan ukdeleri anlatmak için yazıyorum. Rana’yı yazdığım zaman ukde olarak annem vardı içimde. Biliyorsunuz annem, akıl hastasıydı. Ben annesiz büyüdüm. Niçin bir kadın; hem de akıllı bir kadın aklını kaybeder? Fransızca konuşan, piyano çalan, Almanca bilen bir kadın neden bu hale gelir? Bu merak, bir problem olarak içime işlemişti. Onu açığa vurmak, nedenlerini aramak için yazdım belki. Son romanımda kız kardeşim Nesteren var. Kalp hastasıydı. 13 yaşında vefat etti. 1942, savaş yıllarıydı. O zamanın ünlü doktorlarından Neşet Ömer Bey, ‘Büluğ çağını atlatırsa ondan sonra uzun yıllar yaşar.’ demişti ama kız kardeşim atlatamadı. Rana 1905’te başlar 1928’de biter, Yaban Gülleri 1930’da başlar 1940’ta biter. Osmanlı’nın son yılları, Cumhuriyet’in ise ilk dönemidir. Bundan sonraki romanım ise harp yıllarında başlayacak, -başlatabilirsem- nereye kadar giderse.” diyor. İstanbul’un değişen yönü, dünya siyasetinde kararan ufuklar, ikisi Türk, diğeri Yahudi üç komşu aile ve tüm bunlar arasında yol alan iki genç kız; Nesteren ve Ester’in hikayesi Yaban Gülleri’nde…
Osman Necmi Gürmen, 30 Haziran 2015'te Paris'te hayatını kaybetti.
 
Osman Necmi Gürmen, eşi ve ben. Mecidiyeköy'deki evleri. Kasım 2014.




22 Kasım 2014 Cumartesi

‘Kemanımla size Kasap havası çalacağım’

22 Kasım 2014
Hollandalı kemancı, besteci, orkestra şefi Andre Rieu, İstanbul’a ilk kez geçen sene gelmiş, Sinan Erdem Spor Salonu’nda 11 bin kişiye konser vermişti. Klasik müziğin Madonna’sı ve olimpiyat statlarını dolduran dünyadaki tek kemancı olarak tanınan sanatçı, İstanbul’u o kadar sevmiş ki, 27 Kasım’da Sinan Erdem Spor Salonu’nda, 29 Kasım’da ise Ülker Sports Arena’da olmak üzere iki konser daha verecek. Rieu’nin bu yıl da İstanbul izleyicisi için sürprizleri var.

Bir yıl aradan sonra ikinci kez, hem de iki konser için İstanbul’a geleceksiniz. İstanbul izleyicisini nasıl buldunuz?

İlk kez İstanbul’a gelmiştim ve doğrusu ben de orkestram da ilk kez Türkiye’deydik. Türkiye’nin misafirperverliği, Türk insanının arkadaşlığı, sıcakkanlı ve samimi olduğuna dair çok şey duyduk. Duyduklarımız bize çok ilginç geldi. Ve bu yıl bir değil, iki konser vermek için geldik.

Klasik müziğin şöyle bir imajı var: Ciddi izleyiciler gelip, büyük bir sessizlik içinde o muhteşem konçertoları vs. dinleyip yine sessizce salondan ayrılır. Sizin konserlerinizde kahkaha eksik olmuyor. Bir klasik müzik konserini şova dönüştürmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Ben gençken babamın orkestrasındaydım. Klasik senfoni orkestrasıydı. Dünyadaki bütün orkestralar gibi, herkes siyah giyerdi. Müzik de müzisyenler de ciddiydi. Oyun yoktu, her gün çaldıkları bu harika müziğe dair heyecan hissi de yoktu orkestra üyeleri arasında. Dinleyiciler bazen uyuyorlardı. Ama bizim konserlerimiz farklı. Biz kalbimizle çalıyoruz, gülüyoruz, sahnede eğleniyoruz. Ve dinleyenleri de eğlendirmek istiyoruz. Konserlerimde bir kişi bile uyumaz. Tam tersine herkes dans eder.

Şovunuz güzel ama bazıları da sizi eleştiriyor. Sadece şova odaklandığınız söyleniyor. Bu konuda ne dersiniz?

Klasik müzik konserleri büyük bir sahne güzel elbiseler ve elbette dinleyenlerle doğrudan iletişim sayesinde şov olur. Ben konserime gelenlerle çok konuşurum. Onların ilgili hale gelmesini sağlarım. Ama elbette büyük lojistik var bu şovun arkasında. Kostüm, enstrüman ve sahne ekiplerimiz. 120 çalışanım var. 60’ı orkestra ve koro üyeleri.

Geçen seneki konserinizin sonunda Katibim’i, Hatırla Sevgili’yi ve Kasap havasını çaldınız. Bu yıl da sürprizleriniz olacak mı?
Evet, bu yıl da size Kasap havasını, Katibim’i, Hatırla’yı çalacağım. Hadi gelin, hep birlikte oynayalım. Bir de şunu söyleyebilirim, bu yılın konserleri bir müzikal yolculuğu ve yeni bir şov olacak. En çok bilinen ve sevilen şarkılardan Dark Eyes, Granada, Carmina Burana’dan O Fortuna, Astar Piazzola’dan the Libertango, You Never Walk Alone, Shostakovich’in ünlü Second Waltz’ı ve elbette klasikler, The Beautiful Blue Danube ve Franz Lehars’ın güzel valsi Gold and Silver’ını çalacağız.

Yeni albümünüz ‘Venedik’te Aşk’ 3 Kasım’da çıktı. Neler var albümde?

Italy like Volare, Azzurro, Santa Lucia, O sole mio, Mamma, Ai Marie gibi en popüler ve romantik şarkıları kapsayan ve kalbime yakın hissettiğim parçaları seçmeye büyük bir hassasiyetle dikkat ettim. Yeni bestelerimi de bulacaksınız. Venedik’te Aşk, La Gondola ve Bella Tarantella gibi Venedik’e ithaf ettiğim şarkılar. Eşim Marjoire ve ben İtalya’yı çok seviyoruz ve hemen hemen her yıl gidiyoruz. Bu yönüyle çok özel, umarım sizler de beğeneceksiniz.

Sahneye balon ve kar yağdırmıştı

Üstteki kare Andre Riue’nin geçen yıl Sinan Erdem Spor Salonu’nda verdiği ve ağzına kadar dolan ilk konserinden. ‘Valslerin Kralı’ olarak da bilinen Rieu, izleyicileri “Merhaba İstanbul” diyerek selamlamış ve 2 saat süren konserinde hakikaten bir şov yapmıştı. 80 kişilik Johann Strauss Orkestrası’yla sahneye çıkan sanatçı, konserin ortasında sahneye balon ve Snow Walts’ı (kar valsi) çalarken de kar yağdırınca ortaya ilginç görüntüler çıkmıştı. Şaşkınlığa uğrayan dinleyicilerin komik halleri salondaki büyük ekranlara yansıyınca kahkahalar alıp başını gitmişti. Rieu’nun bu yıl Anadolu ve Avrupa yakasında olmak üzere iki konser vermesinin nedeni, aslında bir özür mahiyetinde. Çünkü geçen yıl Anadolu yakasından gelen dinleyiciler, trafik nedeniyle konserin ikinci yarısına yetişmişti.
 


Yılda 100 civarında konser veren Andre Rieuve kendisininkurduğu Johann Strauss Orkestrası, 120 kişilik büyük bir ekipten oluşuyor.







15 Kasım 2014 Cumartesi

‘Fotojenik eserler’ fuarı

15 Kasım 2014
Fuarın ilgi gören işlerinden biri Marco Verones’in ‘Who will be the next?/Bir Sonraki Kim Olacak’ adlı ölümü simgeleyen ayaklardan oluşan duvar yerleştirmesi.
Çağdaş sanat fuarı 9. Comtemporary İstanbul (CI) yarın sona eriyor. Başta 300 koleksiyoner olmak üzere çarşamba akşamından bu yana pek çok sanatsever koştura koştura CI’yi gezdi, gezmeye devam ediyor. Kapıya dizilenleri görünce bunu daha iyi anlıyorsunuz. Fuar 11.00’de açılmasına rağmen erkenden gelip sıraya girenlere, saat 10.00’da açıldığını zannedip yataktan kalkar kalkmaz yola düşenlere ve uçağa yetişmek için, ‘bi koşu eser satın almaya’ gelen koleksiyonerlere fuarda rastladığımız doğrudur. Dokuz yıldır yapılan fuar, çağdaş sanatı merak edenler için artık vazgeçilmez oldu. Bugün ve yarın ise son pazarlıklar, alışverişler yapılacak.

Fuar izleyicisinin en belirgin özelliği, kimsenin telefonunu elinden bırakmaması. Her an herkes, eserlerin fotoğrafını çekiyor, çünkü CI’daki eserler çok fotojenik. Hem hepsinin fotoğrafı güzel çıkıyor, sosyal medyada işe yarıyor, hem de yayınlanınca ilgi çekiyor! Bu nedenle izleyiciler, fuarın CI Editions gibi sanat dünyasına yeni koleksiyonerler ve sanatseverler kazandırmak amacını da hedefleyen bölümlerden ziyade ilginç eserlerin önünde uzun vakit geçiriyorlar.

İtalyan Aron Demetz’in (Barbara Paci Art gallery) ahşabı yontarak yaptığı heykelleri, Gama Gallery’deki Marco Verones’in ‘Who will be the next?/Bir Sonraki Kim Olacak’ adlı ölümü simgeleyen ayaklardan oluşan duvar yerleştirmesi, New Yorklu Emmanuel Fremin Gallery’nin sanatçıları Drew Tal’in fotoğrafları ve Melis Mızraklı’nın imajları, Yaşam Şaşmazer’in sırt sırta dönerek uyuyan iki insanı anlatan “Either you or I, but both together is out of teh questions (Dostoyevski) adlı işi, Opera Gallery’deki Lita Cabellut’un The Secret Behind (Peçenin Arkasındaki Sır) eseri bunlar arasında.

Almanya Baden’den gelen Galerie Frank Pages sanat galerisinin sanatçısı Hossein Edalatkhan’ın “Freedom Fighters” adlı eseri ise perşembe sabahı galerinin ortasındayken öğleden sonra ön saflara çıkan işiydi. Tesbih, namazlık, takkenin yer aldığı, secdeye oturmuş gaz maskeli adamdan oluşan heykele tabii ki kimse kayıtsız kalamıyor.

 Alinur Velidedeoğlu’nun 2003 tarihli “Everbody Walks” adlı, dünyaca ünlü ayakkabı markalarından oluşan eseri ile eşi İnci Nur Velidedeoğlu’nun başörtüsü standından oluşan eseri, birbiriyle hiç ilgili olmasa da sırt sırta durdukları için, hangi görüşten olursa olsun modern zaman kadınına yapılan eleştirileri hatırlatıyor. Çünkü iki ürünün de alıcısı kadın. Fakat kiminin aksesuarı çok başörtüsü, kiminin çok ayakkabı!

Videoart, ses enstalasyonları, dijital sanat ve tasarım işlerinin yer aldığı ‘yeni medya sanatları’ bölümünde en merak edilen soru ‘Yeni medya koleksiyonerliği nasıl yapılacak, bu eserler geleceğe nasıl kalacak?’ oluyor. Yarın sergi alanında saat 14.00’te bu sorulara cevap veren birkaç oturum peş peşe yapılacak.

Gezi Parkı olayları, tarihi Haydarpaşa Garı yangını gibi her fuarda/sergide rastladığımız işler burada da eksik değil: Güneş Çınar’ın Panorama’sı, Seyit Mehmet Buçukoğlu’nun Tarihi Baltalamak eseri ve Andipa Gallery’deki Slinkachu Gezi’nin sembolü haline gelen kırmızılı kadını anlatan Fez’i gündemden süzülenlere üç örnek. Adının telaffuzu kadar, 108 galerinin yer aldığı fuarı gezmek çok zor ve yorucu, ama eğlenceli. Fakat Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin dediği gibi CI’ın, İstanbul’u çağdaş sanat dünyasının ve ekonomisinin merkezlerinden biri haline getirdiği bir gerçek.




Aria Gallery-Fabrizio Corneli-Buyuk Ucan Adam-Boyanmış aluminyum, paslanmaz çelik, metal halit lambalar, gölgeleme-320 x 600-2002

BerlinArtProject_Yaşam Şaşmazer-Either you or I, but both together is out of the question!(Dostoyevski)-Limewood, mixed media 40 x 180 x 902012
Cep Gallery_Seyit Mehmet Buçukoğlu_Undermine The History , 2013_Installation Wooden Suitcase Axe_47x60x43 cm

Hossein Edalatkhan, Freedom Figthers, 2014
 
  
 





Geleneksel sanatlar yarışmalarında jüri rahatsızlığı

19 Kasım 2014
Geleneksel sanatlar camiası bugünlerde harıl harıl yarışmalara hazırlanıyor. Çünkü 2015 yılı içinde başta hat olmak üzere İslam sanatlarıyla ilgili beş yarışma var. Fakat bu kadar çok yarışmanın aynı yıla denk gelmesi aynı yoğunlukta tartışmalara neden oldu.

2015'te gerçekleştirilecek yarışmalardan en eskisi Albaraka tarafından 4 yılda bir düzenlenen Uluslararası 4. Hat Yarışması. Diğerleri ise daha yeni. Geleneksel Sanatlar Derneği'nin düzenlediği ‘Geleceğin Ustaları' yarışması bu yıl ikinci kez yapılacak. İstanbul Antik Sanat'ın düzenlediği Uluslararası Hilye-i Şerif Yarışması da ikinci senesinde. Üsküdar Belediyesi ve Klasik Sanatlar Derneği ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlediği sırasıyla ‘7tepe7sanat Uluslararası İstanbul Klasik Sanatlar Yarışması' ve ‘Kur'an-ı Kerim Kitabeti Hat Müsabakası' ise ilk kez düzenleniyor. Aslında yarışmaların en eskisini 1986'dan beri, üç yılda bir olmak üzere İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırmaları (IRCICA) düzenliyor. IRCICA Uluslararası Hat Yarışması'nın onuncusu 2015'te ilan edilip 2016'da dereceye girenler açıklanacak. Yani önümüzdeki iki yıl içinde altı yarışma söz konusu. Yarışmaların hepsi tek bir amaç çerçevesinde birleşiyor: İslam sanatlarının korunması, teşviki ve geliştirilmesi. Peki gerçekten öyle mi?

Üstatların öğrencisi olan bazı sanatçılar yarışmaların amacına hizmet etmediğini düşünüyor. Eleştiriler üç soru etrafında şekilleniyor: Neden tüm yarışmalarda neredeyse aynı isimler jüri ve neden ödül alanlar genellikle aynı hocaların/jürilerin öğrencileri? Bu sanatları desteklenmenin başka yolu yok mu? Neden icazet geleneği olan bu sanatlarda ustalar yarışmayla seçiliyor/yarıştırılıyor?

Tartışmaların boş yere çıkmadığını, jürisini henüz açıklamayan ‘7tepe7sanat Uluslararası İstanbul Klasik Sanatlar Yarışması’nın kararı/tedbiri doğruluyor: “Şu ana kadar yapılan ve yapılmakta olan sanat yarışmalarından çıkarılan sonuçlar, jüri konusunda farklı bir uygulamanın doğru olacağını göstermektedir. 7tepe7sanat Uluslararası İstanbul Klasik Sanatlar Yarışması'na son katılım tarihinden sonra yarışma sekretaryasının hazırlıklarını tamamlamasını takiben 1 hafta içerisinde jüriler belirlenecektir. Jürilerin oluşturulmasındaki temel kural; jüride gerek Üsküdar Belediyesi ve gerekse Klasik Türk Sanatları Vakfı yöneticisi, çalışan, hocası, talebesi yer almayacaktır. Yalnızca gözlemci bulundurulacaktır.”

Geleneksel sanatlar çevrelerinde bu tartışmalar yaşanırken, biz taraflara söz hakkı vererek konuya katkı sağlamak istedik. Sanatçılar görüşlerini paylaşırken, jürilerde yer alan ustaların çoğu konuşmaktan kaçındı. İddialara cevap vermek isteyenlere sayfamız açık.

"Beğenmiyorsanız yarışmaya katılmazsınız"

Savaş Çevik/Hattat (üç yarışmada jüri): “Dünyanın her yerinde yapılan yarışmalara itirazlar olur. Jüri üyelerine, seçilen eserlere vs. Ben ilk defa bu yarışmalarda jüri üyesi olacağım. Kimin jüri olacağına uzmanlar karar verir. Yarışmacı eğer jüri üyesini beğenmiyorsa yarışmaya katılmaz. Yarışmanın teşvik edici özelliğini kabul etmeyen zihniyeti asla kabul edemem. Ayrıca eser satın alınarak da sanatçılara destek veriliyor. Türkiye'de IRCICA bu işi başlatmış, bütün dünyaya yaymıştır. Yarışmaların sanatlarımızın gelişmesindeki rolünü inkâr etmek kadar basiretsizlik olamaz. Normal şartlarda jürinin, yarışmacılardan hiçbirinin eserini önceden görmemesi ve bilgi edinmemesi gerekir. Eğer böyle değilse, görüyor ve yarışmaya katılacağı bilgisi varsa, bu tabii ki gayri ahlaki ve gayri insanidir. Ama bu soyut bir iddia. Kanıt var mı, yok. İcazet geleneği olan bu sanatlarda, yarışma yapılması ise neden yanlış olsun? Her icazet alan sanatçı, ‘usta sanatçı', ‘uzman' anlamına gelmediği gibi, yarışmada birinci seçilen kişi ‘usta' anlamına asla gelmez. Ben hiç kimsenin eserini bilmeden kendi bilgi ve görüşlerime göre eserleri değerlendireceğim. Ama yine sonuçlara itiraz olur. Bunun önüne geçilemez.”

"Jüri aynı, derece alanlar aynı, eserler aynı"

Muhammed Mağ/Hattat-müzehhib: "Türkiye’de geleneksel ya da İslam sanatlarına destek adı altında yapılan yarışmalar amacına hizmet etmemektedir. Bir işi ya da herhangi bir şeyi tanıtmak ya da toplumun ilgisinin bu iş üzerine çekmek için yarışmalar düzenlenir. Fakat bizde 7 yıldır yapılan yarışmalar, tanıtım ya da destekten ziyade birilerinin maddi kazancı haline gelmiştir. Destek verilmek istenilirse bunun yolları vardır. Mesela kurumlar kendi koleksiyonlarını oluşturabilirler. Sanatkarlara ve de camiaya bir faydası olur. Kişilerden ziyade toplumun geneline faydası olur. Görülüyor ki toplumdan ziyade kişilere tekelleşmeye hizmet ediliyor. Bu da kültürle birikimle alakalıdır. Sanat taklit ya da tekrardan ibaret değildir. Her zaman kendini yenilemeli, fakat yarışmalara baktığınızda jüri aynı, koşullar aynı, derece alanlar aynı, eserler aynı. Demek ki taklit ve tekrarla devam ediyor. Birileri geleceğin ustası adı altında yarışma yapıyor. İcazet geleneği olan bir sanat camiasında usta seçilmez. Ustaya toplum ve tarih karar verir. En üzücüsü de icazet geleneğini savunan ustalarımızın, yarışmaya karşı olan ustalarımızın bu yarışmada jüri olmasıdır. Bu yıl içinde 5 yakın yarışma var. Hepsinin önsözünde İslam sanatlarının tanıtılması ve destekten bahsedilir. Tasvip etmesem de mahallelerde bile kursları açılıp eğitimi verilirken ne tanıtımından bahsedilir anlamış değilim. Bu sanatlarla uğraşanları hipodruma sokup yarıştırmanın bir anlamı yok. Yarış atı değil, nesiller yetiştirilmesine önem verilmelidir. Şu anki toplumumuzda kültür yok ama sanat zirvede! Kültür-sanat birbirini tamamlayan anahtar kilit gibidir. Kültürsüz sanat, sanatsız kültür olmaz. Yarışmalar miadını doldurmuştur. Şahsım da talebelerimin de yarışmalara iştirak etmelerine sıcak bakmıyorum. Boşluğu doldurmak için değil, boşluğu doldurulmayacak işler yapılmalı."

"Yarışmalara güven kalmadı"

Hanifi Dursun (Hattat): "Geleneksel Türk el sanatları yarışması sanatçıyı ve sanatı destekler amacından uzaklaşmaktadır. Çünkü jüri değerlendirmesinde doğal olarak kendi tarzına yakın olan eseri seçmektedir. Bu olay yarışmaların şeffaflığına gölge düşürmekte. Belki puanlama sistemi ve birkaç jüri olsa da yarışmalar belirli gruplar dışına çıkamıyor. Bu durum sanatı geliştirmek yerine tekelleştiriyor. Eğer şeffaf bir yarışma yapılmak isteniyorsa, sanata, sanatçıya, yeteneğe destek verilecekse yarışmalar jüri önünde canlı performans şeklinde yapılmalıdır. IRSICA’nın hat yarışmasına ilk yıllardaki katılımla son yıllardaki katılım sayısına bakın, çok düştüğünü göreceksiniz. Bunun sebebi yarışmaya güvenin kalmaması. ‘Bu yarışmanın sonucu belli’ deyip artık hiç katılmayanlar var. Yarışma olmadan birinci belli oluyor, neden? Hoca öğrencisinin yaptığı esere oy veriyor çünkü."

"Yalnızca tesadüfle açıklanabilir mi?"

Mahmud Şahin (Hattat, Bab-ı Nun Gelenekli Sanatlar ve Kültür Dernek Bşk.): "Gelenekli sanatlarımızın yaygınlaşması ve tanıtılması amacıyla düzenlendiği iddia edilen yarışmalara her zaman karşı olmuşumdur. Gelenekli sanatlarımız yarışma mantığı ile bir arada kullanılmamalıdır. Biz gelenekli sanatların maneviyatını da üstatlarımızdan öğreniriz, bunun içinde de hayırda yarışma vardır. Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz şöyle buyuruyor “Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın.”  Bakara suresi 148. Eğer yine de bir denli yarışma yapılıyorsa bunun eşit şartlarda aynı günde ve belli binalarda daha önceden verilmemiş metinlerle olmalıdır. Siz üniversite sınavına evde çözdüğünüz sorularla katılamıyorsanız ve evde çizdiğiniz bir resimle güzel sanatların sınavlarına katılamıyorsanız ve hatta konservatuara evde kayıt ettiğiniz demoyla giremiyorsanız, evde şu tarihler arasında yazdığınız hüsn-i hat eseri veya tezhiple nasıl katılabiliyorsunuz. Bazı arkadaşlarımız o kısa sınav süresinde eserin çıkamayacağını iddia ediyorlar. Aynı fikirdeyim lakin jüri üyeleri o gün verilen metnin kenarındaki istifinden tashihsiz yazısından ve bir harfin tashihinden o sanatçının neler yapabileceğini anlayabilir. Sair uygulamalarda her zaman bir şaibe olacaktır. Çünkü benim yazdığım bir eserle benim öğrencim adına katılmadığımı kim tespit edecek. Yazılan eserde bilgisayar programlarının kullanılmadığı nasıl tespit edilecek. Geleneksellik yalnız mürekkep ve kâğıdın aharlı olup olmamasıyla tespit edilmemelidir. Ben genel polemiklere girmek istemem. Üstatlarımızın hepsinin önünde saygıyla eğilir ellerini öperim. Yalnız önceki yarışmalarda jüri üyelerinin öğrencilerinin yarışmalarda hep üst sıralarda olması yalnızca tesadüfle açıklanabilir mi? Yarışmaya katılmayan kişilerin yurtiçi ve yurtdışı etkinliklere çağrılmaması ve bir bakıma ‘yarışmıyorsanız sizleri tanımıyoruz’ bakış açısı ne kadar hoş görülebilir. Az öncede belirttiğim gibi yarışmalara iştirak etmeyen ama bu sanatı hiçbir menfaat beklemeden hat imzalarındaki metinlere sadık kalarak yapan fisebilillah cami tekke dergâh yazıları yazan sanatçıların haklarının yenmesi olarak görüyorum. Buyurun hep beraber hayırda yarışalım diyerek sözlerime son veriyorum."

YARIŞMA TAKVİMLERİ VE TÜM YARIŞMALARIN JÜRİLERİ

Albaraka Uluslararası 4. Hat Yarışması: Son katılım 2 Mart 2015, sonuçların açıklanması 20 Nisan 2015. Jüri: Uğur Derman, Hasan Çelebi, Mehmet Özçay, Davut Bektaş, Ali Toy, Prof. Dr. Hüsrev Subaşı, Savaş Çevik.

Geleceğin Ustaları, Geleneksel Sanatlar Yarışması: Son katılım 20 Aralık 2014. Sonuçların açıklanması 26 Aralık 2014. Hüsn-i hat Jürisi: Muhittin Serin, Yrd. Doç. Dr. Savaş Çevik, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Gündüz, Hasan Çelebi, Ali Toy. Ebru jürisi: Fuat Başar, Hikmet Barutçugil. Yılmaz Eneş. Tezhip: Prof. Dr. Çiçek Derman, Prof. Dr. Faruk Taşkale, Semih İrteş. Kaat'ı jürisi: Dürdane Ünver, Nimet Kalkan, Ersin Yıldızhan. Minyatür jürisi: Özcan Özcan, Orhan Dağlı, Dilek Yerlikaya. Çini jürisi: Prof. Dr. Sitare Turan Bakır, Yrd. Doç. Dr. Vedat Kaçar, Mehmet Koçer.

II. Uluslararası Hilye-i Şerif Yarışması: Son katılım Haziran 2015. Jüri: Osman Özçay, Savaş Çevik, iki de İranlı hattat yer alıyor.

Kur'ân-ı Kerim Kitâbeti Hat Musâbakası: Son katılım 4 Mayıs 2015. Sonuçların açıklanması Haziran 2015. Jüri: Hafız Osman Şahin, Prof. Dr. Uğur Derman, Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu, Mehmet Özçay, Davut Bektaş.

7tepe7sanat Uluslararası İstanbul Klasik Sanatlar Yarışması: Son katılma tarihi: 1 Nisan 2015, sonuçlar 1 Haziran 2015'te açıklanacak. Jüri henüz açıklanmadı.

IRCICA Uluslararası Hat Yarışması: Yarışma ilanı 2015. Jüri: Hasan Çelebi, Fuat Başar, Davut Bektaş.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ







12 Kasım 2014 Çarşamba

Çağdaş sanat fuarından müzayedecilere sitem

12 Kasım 2014
 Çağdaş sanat fuarı 9. Contemporary İstanbul (CI), yarın başlıyor. Fuarın yönetim kurulu başkanı Ali Güreli, dünkü basın toplantısında, hafta sonu yapılacak iki çağdaş sanat müzayedesinin sahibine sitem etti. “Birlikte yol almalıyız. Birbirimize rağmen değil. Sotheby’s bile bize destek veriyor.” dedi.

Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, dün fuar mekânında yapılan basın toplantısında önce fuarla ilgili bilgi verdi, sonra iki müzayedeyi düzenleyen şirketlerin sahipleri sırasıyla Turgay Artam ve Aziz Karadeniz’e sitem etti. Güreli, “Türkiye’de bir çağdaş sanat pazarı var, biz bu pazarı devamlı büyütmeye çalışıyoruz ama ne kadar büyütürsek büyütelim pazar belli. Bu müzayedelerin yapılmasındaki amaç, o pazarın fuara ayrılan kısmından pay kapmak. ‘Oraya harcama bana harca’ mesajı var. CI bütün dünyadaki sanat haritasında ve takviminde yerini aldı. VİP koleksiyoner programımızı önceden ilan etmemize rağmen son bir ayda katılım için ciddi talep geldi. Aslında bu doğal. Yıllardır büyük bir enerjiyle tüm zamanımızı CI’ya ayırıyoruz. Fakat fuarın son iki gününde iki müzayede yapılmasını üzülerek karşılıyoruz. Gala gecemizin sponsoru İngiltere’nin ünlü müzayede evi Sotheby’s. Düşünün dünyanın en ünlü müzayede evi bize destek veriyor. Tüm çağdaş sanat programlarını bir masanın etrafına oturarak birlikte planlamalıyız. Üst üste gelmemeli, çakışmamalı. ‘İstanbul’da bu pazarı daha fazla nasıl büyütebiliriz?’ diye düşünmeliyiz. Birlikte yol almamız lazım. Birbirimize rağmen değil. Ancak böylelikle marka bir şehir ve ülke olabiliriz.” diyor. 

Fuarda 520 sanatçının eserleri yer alıyor. Bunlar arasında en dikkat çeken eser, merkezi Paris’te olan ve 11 ülkede galerisi bulunan Opera Gallery’nin getirdiği Fransız sanatçı Gerard Rancinan’ın Press Power (Basın Güç) adlı fotoğraf çalışması. Eski bir gazeteci olan 1953 doğumlu Rancinan’ın işleri Paris Match, Life Magazine, Stern and the Sunday Times Magazine’e kapak olmuştu. İstanbul’da üç yıl yaşayan, bankacılık yapan ve aynı zamanda koleksiyoner olan galerinin menajeri Sylvain P.Gaillard, son bir yıldır Türkiye’deki basının durumunu bildiği için böyle bir eseri sergilemek istediklerini söylüyor. (www.contemporaryistanbul.com)

CI’da neler var?

Sotheby’s Yönetim Kurulu başkanı konuşacak
Fuarın ‘CI Dialogues’ adlı konferans programı bu akşam Mehmet Güleryüz ve Levent Çalıkoğlu ile Li Xin ve Philippe Piguet’nin açılış konuşmaları ile başlıyor. Öne çıkan konuşmacılar arasında Sotheby’s Yönetim Kurulu Başkanı Robin Woodhead var. Woodhead’in konuşması, 14 Kasım Cuma günü saat 13.00’te fuar alanında başlayacak.

‘Yeni medya’ sergileri
Medya sanatı deyince akla video sanat işleri geliyor. CI kapsamında bu yıl ikincisi yapılan Plugin İstanbul Yeni Medya Bölümü’ndeki sergilerde, sadece video art işleri değil, ses ve ışık enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat işleri, iç mekân mapping projeleri, robotik tasarımlar yer alıyor. Bu bölümün küratörü Ceren Arkman, bu dönemin sanatının yeni medyalarla üretilen işler olduğunu söylüyor.

90 dakikada sanat şov
Fuarda üç küratöryal sergi düzenleniyor. Bunlardan biri Hasan Bülent Kahraman’ın hazırladığı Nuri Bilge Ceylan fotoğraf sergisi. Paul McMillen’ın küratörlüğündeki iCI Editions adlı ikinci sergide, 12 galeriden 17 sanatçı CI’ya özel 30 eser üretti. Üçüncüsü ise CI 90 Minute Shows. CI Program Direktörü Dr. Marcus Graf’ın hazırladığı bu yeni sergide, her 90 dakikada bir, bir sanatçının solo şovu kurulup sunulacak, tartışılıp kaydedilecek.

Yeni sanat dergisi: CI Magazine
Fuarla birlikte yeni bir sanat dergisi de çıktı. CI Magazine, çağdaş sanat ortamına odaklanarak, sanat ortamının aktörlerini, koleksiyonerlerini ve sanatçılarını kişisel röportajlarla tanıtmayı amaçlıyor. CI Magazine’in ilk sayısı, Contemporary Istanbul’daki Yayınlar Alanı’nda görülebilir.


HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



 

11 Kasım 2014 Salı

“Topkapı Sarayı’nın restorasyonuna cebimden para eklerdim”

11 Kasım 2014
Ekrem Hakkı Ayverdi, ölümünün 30. yılında, Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde (İAE) açılan bir sergiyle anılıyor. Mimarlık, koleksiyonerlik ve restoratörlük olmak üzere Ayverdi’nin üç yönünü ele alan “Ekrem Hakkı Ayverdi, Mimarlık Tarihçisi, Restoratör, Koleksiyoner” adlı sergide, onun restorasyon projelerinden, koleksiyonundaki eşsiz hat sanatı örneklerine kadar pek çok eser yer alıyor. 

Beyoğlu Tepebaşı’ndaki Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde (İAE) geçen hafta açılan sergi, kültürümüzü merak eden herkesi ilgilendiriyor ama Fatihlileri daha yakından ilgilendiriyor. Dikkatli semt sakinleri, Fatih’in ana caddesinde ya da Koyunbaba Parkı’nda Ayverdi soyadına mutlaka rast gelmiştir. Peki Fevzipaşa Caddesi’ndeki müze ev hiç dikkatinizi çekti mi? Kapısındaki tabelada “Bu evde mütefekkir-yazar Samiha Ayverdi ve ailesi yaşadı.” yazan o evin mimari ve içindeki sanat eserlerinin, kıymetli eşyaların sahibi, abisi yazar Ekrem Hakkı Ayverdi idi. Her gün önünden geçtiğiniz evdeki nadide eserleri orada görmek mümkün değil ama 28 Mart 2015’e kadar İAE’de ziyaret edebilirsiniz.

 Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, ülkemizin kültür adamlarından biri olduğunu söyleyebiliriz fakat o kadar çok kaleme sahip ki! Osmanlı mimarisinin üstadı, sekiz ciltlik mimarlık tarihi kitabı dillere destan, restoratör ve tabii ki koleksiyoner. Sergide bu üç yönü de ele alınıyor. Topkapı Sarayı başta olmak üzere, İstanbul, Edirne ve Bursa’da 1940’lı-50’li yıllarda yaptığı restorasyonlar sayesinde pek çok eser ayakta kalmış. Serginin bizce en dikkat çeken belgeleri de bu döneme ait. Topkapı Sarayı’nın restorasyon öncesindeki perişan halini gösteren fotoğraflar ile yine sarayın restorasyonu için 1942’de devlet tarafından kendisine ödenen 52 bin Türk Lirası’nı belgeleyen matbu (yanda) dikkat çekiyor. Osmanlı’nın son zamanlarda sarayı ne kadar ihmal ettiğini bu belgelerden anlamak mümkün. Hırka-ı Saadet Dairesi, Arz Odası ve Hazine dışındaki tüm bölümler hazin vaziyette. “Ekrem Hakkı Ayverdi, Mimarlık Tarihçisi, Restoratör, Koleksiyoner” adlı serginin küratörü, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Bilim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Ayverdi ailesi ile çocukluğundan beri tanışan Prof. Dr. Baha Tanman, kendisinden duyduğu bilgiyi şöyle aktarıyor: “Restoratör olarak işinizi yaparsınız, o kolay. Ama ben kendisinden dinledim, ‘Ödenek yetmeyince cebimden para eklediğim olurdu.’ derdi. İşe sırf tüccar mantığıyla bakmamış, sevgiyle bağlanmış.”
Koleksiyonun ağırlık merkezini hat, tezhip, cilt gibi Osmanlı kitap sanatları oluşturuyor. Bunların yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı çinileri ile Batı tarzında resim yapan Şeker Ahmet Paşa, Hoca Ali Rıza gibi ressamların eserleri yer alıyor. Tanman’ın anlattığına göre 1940’lı yıllarda o zamanki elitler Avrupa imalatı biblo biriktirirken, Ekrem Hakkı Bey ve birkaç kişi bu eserleri toplamaya gayret etmişler. Tek kaygıları var; eserler yaban ellere düşmesin. Baha Tanman, “Ekrem Hakkı Bey’in koleksiyoner profili, gerçekten olması gereken bir profil. Şimdi sırf moda olduğu için ya da belli bir sosyal statüde olan insanların evlerinde antika eşyaları olması gerektiği zannından dolayı eser alıyor. Kimse eserin kültüründen haberdar değil.” diyor.

Sergideki koleksiyon, müze evden süzülen sadece bir damla. Ayverdi’nin öğrencilik zamanında yaptığı cami çizimleri, Karahisari’nin hatları, Mimar Sinan’ın biyografisini ve eserlerinin dökümünü yazdırdığı ünlü eseri Tezküretü’l-Enbiye’nin bir nüshası, III. Sultan Selim’in Tur-i Sina Manastırı’nın vergiden muaf ve Osmanlı’nın himayesinde olduğunu gösteren tek vesika ve daha pek çok eser ilginizi bekliyor. Temennimiz, Ayverdi’nin Kubbealtı Vakfı’na bağışladığı koleksiyonunun tamamını ileride Pera gibi ‘toplumsal hafızaya girmiş’ müzelerden birinde izlemek…
Uğur Derman, Turhan Baytop, Ekrem Hakkı Ayverdi ve Semavi Eyice.
Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kendi yaptığı Fatih’teki evi, 1939.
Evinin salonundan bir kare.
TOPKAPI SARAYI'NDAKİ ÇALIŞMALARINDAN




Topkapı Sarayı Restorasyonu. Fatih Köşkü revakları. 1935
KOLEKSİYONUNDAN...

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ