19 Haziran 2017 Pazartesi

Ayrıldığı eşinin ‘Gülenci’ diye ihbar ettiği gazeteci 10 aydır tutuklu

19.06.2017 
Çocuğunun gözü önünde hem fiziksel hem de psikolojik şiddet uygulayan kocası, boşanma aşamasında 'Bu da Gülen cemaatinden' diye ihbar etti... 27 yaşındaki genç gazeteci Tuba Kaya 'siyasi' bir tutuklu olarak 10 aydır içeride.  


“Duygularımı hangi kalıba dökeceğimi bilmiyorum.” Evet, aynen Oğuz Atay’ın dediği gibi duygularımı gerçekten hangi kalıba dökeceğimi bilemiyorum, bilemiyoruz, olan biteni her an şaşkınlıkla izliyoruz. Gencecik muhabir arkadaşım Tuba Kaya’nın tutuklu olduğunu tevafuk eseri öğrendim. Kimbilir daha bilmediğim kimler var içeride! Hapisteki yengesiyle mektuplaşan başka bir meslektaşıma gelen o mektupta gördüm adını. Yenge Hanım, “Sizin işyerinden Tuba Kaya da burada. Aynı koğuşta kalıyoruz.” diye yazmıştı. O an beynimden vurulmuş gibi oldum.

Neyzen Niyazi Sayın'ı ziyaret ettiği bir gün...
Tuba, kendi halinde sessiz sakin, işinde gücünde bir kızcağız. Zaten o kadar az bir süre muhabirlik yaptı ki, gelmesi ile gitmesi bir oldu. Onu en son doğum iznine ayrılırken görmüştüm. Çocuğu dünyaya gelince de birkaç kez telefonlaşmıştık. Neden tutuklandı diye soruşturunca öğrendim ki, boşanma aşamasında olduğu eşi, evet eşi, ‘Bu da FETÖ'cü’ diye ihbar etmiş! Çocuğunun gözü önünde hem fiziksel hem de psikolojik şiddet uygulayan kocasının kurbanı oldu Tuba.

Düşünebiliyor musunuz, bir baba, şimdi üç yaşında olan kızının annesini ihbar ediyor ve minik Kübra 10 aydır annesiz kalıyor. İhbar sebebi sadece intikam, hırs… Acı vermek. Türkiye’de yaşanan vicdan tutulmamasını, yapılan haksızlıkları görmek için Tuba’nın yaşadığına bakmak yeter de artar bile.

Peki baba vicdansız da, onun bir sözüne bakarak suçsuz kadını tutuklayanlar, buna sebep olanlar… Ve hâlâ sessizliğini büyük bir titizlikle koruyanlar! Normalde kadın derneklerini ayağa kaldıracak, ana haber bültenlerine konu olacak bu aile sorunu, siyasi gündem öyle buyurdu diye hangi noktaya geliyor. Psikolojik destek alması gereken bir adamın sözü, bu dönemde itibar görebiliyor. Yazıklar olsun ki, bir boşanma davası, siyasi davaya dönüştürülebiliyor.

‘Kaç gece ağlamaklı olmuşum’

Ağzı var dili yok derler ya, Tuba tam öyle bir insandı. İş yerinde (Zaman) birkaç masa arkamda oturuyordu. Bir gün yanıma gelmişti. Daha önce pek konuşmamıştık, selamlaşırdık sadece, zaten yeni görmeye başlamıştım onu. Dedi ki, “Sevinç hanım, Süleyman Berk’in size selamı var. Sizden özür diliyor, helallik istiyor ve ikimizi çay içmeye davet ediyor."

İşimiz gereği sanatçılarla sık sık görüşüyordum. Hattat Süleyman Berk ile de o vesileyle tanışmıştım. Tanışmak için kendisi beni aramış ve iş yerine davet etmişti. Ama daha ilk görüşmemizde tartışmıştık. Süleyman Berk iyi bir hattat idi. İyi bir insan olduğunu da daha sonra öğrendim fakat o anda beni öyle kızdırmıştı ki, Laz’lık damarım da tutunca ofisinden ayrılmıştım. İş hayatımda ilk kez böyle bir şey yaşıyordum.

Şimdi diyorum ki iyi ki yaşamışım. Onun vesilesiyle Tuba ile aramızda muhabbet gelişti. Kültür ve sanat sevdalısı, aynı zamanda neyzen olan naif, hanımefendi canım kardeşim Tuba ile o günden sonra daha sık konuşur olduk. Her tarafından zariflik, nezaket süzülürdü Tuba’nın. Öyle güzel yetiştirmişti ki kendini. Tavrı, üslubû, ses tonunun yumuşaklığı yaşıtlarında pek rastlamadığım bir şeydi…

Tutuklu olduğunu öğrenmek beni mahvetti Tuba. Eminim sen daha metanetlisindir. Nihal ile konuştum, iyi haberlerini aldım, ona gönderdiğin mektupları da fotoğrafları da gördüm. O kadar ait değilsin ki oraya. Hapishaneye, cezaevine, mahpusa o kadar ait değilsin ki. Seni tanıdığım gibi, tertemiz, nazik ve öyle zarifsin…

Maşallah kızın ne kadar büyümüş, anne olmak pek yakışmış sana. Allah yüzüne orada daha bir nur indirmiş sanki. Umut çiçeğin, mandalinan büyüdü mü? (Koğuşta büyüttükleri mandalina çiçeğine Umut adını vermişler). Bazen geceleri uyanıyorum, sen geliyorsun aklıma, diğer arkadaşlar geliyor, kendimi yanınıza gelmiş gibi hayal ediyorum. Sımsıkı sarılıyorum, üzülme geçecek bunlar, Allah bizimle diyorum.

İsteğin üzerine Ahmet Arif’in bir şiirini yayınlamışlar Facebook sayfanda. ‘Beter, bize kısmetmiş’ diyorsun. Kaç gece ağlamaklı olmuşum, ölüm böyle altı okka koymaz adama, asıl biz biliriz kederi, diyorsun… Ah kardeşim biz ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sadece Allah sabredenlerle beraberdir diyor ve susuyoruz.

19 Eylül 2016’de tutuklanan Tuba, 22 Haziran 2017’de yani tutukluğundan tam 10 ay sonra hakim karşısına çıkacak. 10 Temmuz 2017’de de boşanma davası görülecek. İki mahkemesi var yani. Lütfen dualarınızda onu unutmayın. Bu güzel günler hürmetine, Kadir Gecesi hürmetine Tuba’ya, kızına ve onun gıyabında tüm masumlara dua için el kaldırmak boynumuzun borcu… (SÖ: Tuba Kaya, 22 Haziran 2017'de tahliye edildi, kızının velayetini geri aldı, şimdi yeni bir hayata başladı. )


MEKTUPLARDAN

Tuba’nın bana gönderdiği son mektuplar birkaç gün önce geldi. O mektupların bir bölümünü aşağıya aldım. Ayrıca ortak arkadaşımız Nihal’e gönderdiği mektuplardan bazı paragraflara ve iki fotoğrafa da (altta) yer veriyorum. Fotoğrafların birinde, ayda bir yapılan görüş gününde kızıyla görülüyor. Diğer kare, koğuşlarının bahçesinde çekilmiş. Tuba’nın elinde yeni filizlenen mandalina çiçeği var: Adı, Umut.

Çok kıymetli Sevinç Ablacığım,

Nazmiye Hafız’ımın kerametiyle gelen mektubunuzu sevinçle okudum  Çok özlemişim sizi. İyi olduğunuzu, sağlıklı olduğunuzu bilmek çok güzel. Yeni bir hayata adım atıyorsunuz, birikiminizi taçlandıracak gelişmelere vesile olacak inşallah, öyle hissediyorum. Öğrendiğimden beri de dua ediyorum. Allah güzel günler göstersin, biz de şahit olalım inşallah.

Bana gelirsek 120 gündür tutukluyum. Mektubunuz Elif Hanım’ın mektubundan 1 hafta sonra bugün geldi Bu mektuplar bizim için çok kıymetli. Hatta tahliyelerden sonra en mutlu eden şey. Arkadaşlar sizin yazdığınızı duyunca ‘Ulaşmak isteyen Fizan’dan yetişiyor’ yorumunu yaptı. Allah razı olsun.
10 kişilik koğuşta 20 kişi nefes almaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz aylarda 8 aylık bir hamile gelmişti. Yatacak yer de yoktu. Ben yerde yatmaya başladım biraz rahat etsin diye. Durumunun değerlendirilmesi 1 ay sürdü. Burda doğum yapacak sandık. Bunlara ne gerek var insan anlamıyor gerçekten…

….
Buradaki en hassas konu annelik. Kadınların bu tarz bir komün yaşama uyum sağlaması zaten zor. Evlat hasretiyse tam bir işkence. Cumhuriyet tarihinde bu kadar kadının tutuklandığı başka bir dava var mı bilmiyoruz. Benim kaldığım koğuşta, akademisyen, doktor, hemşire, öğrenci, öğretmen, polis gibi her meslekten kadın var. Yaşlarımız 20 ile 54 arasında. Birçok ilden nakil geliyor. Yani tam bir Türkiye karması. ‘Yaz bunları gazeteci’ diyorlar ama bir de dalga geçiyorlar: “Siyasetçiler senin adını neden tutuklu gazeteciler listesinde söylemiyorlar diye Kayda değer konuları not alıyorum. Bu kadar tecrübeli kadının hayat ve yargılanma süreçlerinin hikayeleri hayret verici ayrıntılar içeriyor. Tabi benim hikayemin orjinalitesine ulaşan yok henüz. Ağlayarak gelenlere bir doz anlatıyoruz, sakinleşiyorlar.

Tuba Kaya, kızı ve babasıyla bir görüş gününde.
Bahsettiğiniz gibi iyi değerlendirilebilecek bir ortam ancak kalabalık ve duygusal durumlar adapte olmayı zorlaştırıyor. Aslı Erdoğan’ın yeni yayınlanan röportajını okuyabilirsin. Halimizi güzel anlatmış. Kütüphane var ancak çok çok az sayıda eser var. Dışarıdan da almıyorlar. Sadece eğitim kitapları serbest. Ben de dil çalışıyorum, ney üflüyorum. Cezaevili olmanın göstergesi boncuk işi yapmakmış yaptık (hayırlı, uğurlu olsun). Kıyafetlerimizi kesip oyuncak bebekler yaptık. Anaokulu öğretmeni bir arkadaşımız önayak oldu. Doğru düzgün bir makasımız, bıçağımız dahi olmadan, seccade püskülünden saçlar, tişörtlerden elbise yapıp elyafla doldurduk. Bu oyuncaklar çocuklarımıza avutucu bir oyuncak olmanın dışında dört bir yanımızın beton, demir ve plastik olduğu şu ortama ferahlatıcı bir hava kattı.

Ancak her şey sırayla tükeniyor. Kızımı ayda 1 kez 35 dakika görme hakkım var… Açıklayamıyorum olanları ona. Beni tanıyan birileriyle konuşma fırsatın olduğunda selamlarımı iletip kızım için dua ister misin Sevinç Abla? Onun bu durumdan etkilenmesini istemiyorum. En üzüldüğüm konu bu.
Bunun dışında başıma gelenleri ‘Haksız yere hapse giren ne ilk, ne de son kişi olduğumu’ bilerek karşıladım. Yaşadıklarımda suçlu rolü oynuyormuşum gibi bir gerçekdışılık hissi var. İnşallah kötü bir rüyadan uyanmış gibi biter. Üzülmeyin, sağlığım, moralim iyi. Ailelerimiz çok perişan oldu en kötüsü. Onların, sizlerin duaları inşirah oluyor yüreğimize. Allah sizin de ihtiyaçlarınıza en güzel suretlerde cevap versin. En kalpten dualarım seninle. Tekrar çok teşekkür ederim. Ne kadar mutlu ettin, bilemezsin…  

Sevgili Sevinç Abla,

İkinci mektubunu bugün aldım. Uzun süredir sizden haber bekliyordum. Ramazan ‘sevinç’le geldi 🙂 İlk mektubumu da cezaevinin sisteminden edinip yolluyorum tekrar. (Tuba’nın gönderdiği ilk mektup, maalesef bana ulaşmamıştı. İkisi birlikte geldi. S. Özarslan) Mübarek Ramazan’ınızı kutluyorum her şeyden önce. Her Ramazan’ı ayrı bir heyecan, tatlı bir telaş, titiz bir hazırlıkla karşılamaya ve geçirmeye alışmışız. Burada da hatırlayabildiğim tüm güzelliklerini yaşamaya çalışıyorum.

En samimi duygu ve düşüncelerinizi paylaştığınız, yanımda olup yalnız hissettirmediğiniz için tekrar teşekkür ederim. İhtimal verdiğiniz gibi çok iyiyim. Hamdolsun. Tutsaklık üzerine Nihal ile epey konuştuk. Size bana yazdığı mektuplarını da göstermeli. Ruhen sizin gibi acımı üstlenen, dua eden sevdiklerim hürmetine sanıyorum ferahlık içindeyim. Kendi nefsimi temize çıkarmıyorum, ancak vicdanen de rahatım. Fikrense bu muamemeleri hak edecek bir şey yapmadığımı bildiğimden azalmıyorum, eksilmiyorum ya da aşağılanmış hissetmiyorum. Yalnızca izliyorum.

Ayrıca daha önce sosyal hayatın bu yönü ve cezaevindeki insanlar hakkında yeterince düşünmemiş/empati kurmamış olduğumu, bunun çok büyük bir eksiklik olduğunu fark ettim.

Geçenlerde bir arkadaşım kütüphaneden bir istek yapmış, eşine yazacağı mektup için romantik bir şiir arıyor özünde. Listede de yazarların ismi yer almıyordu o zamanlar. “Seçme Şiirler” adında bir kitap geldi. Meğer MS. 40 yılında doğan Martialis’in epigramlarından oluşan bir şiir kitabıymış. Garibim bir köşeye atılmıştı ki ben aldım. Yazarın yaşadığı dönemin bugüne benzerliği, mizahi kişiliği, beni öyle sardı (etkiledi) ki aylarca elimden düşürmedim. Çok da eğlendim. Size de birkaç alıntı göndereceğim. İnsanın ve tarihin değişmezliğini bir kere daha gördüm. 2 bin yıl önce yaşamış bir şairden.

Geceleri ağlamaklı oluşumuza gelince Sevinç Abla, anneliğin en hassas konu olduğuna önceki mektubumda da değinmiştim. İşkence çekmenin en sessiz hâli ya da en görünmez işkence denebilir bir anneyi evladından ayırmaya… Anneler günü geçirdiğimiz en zor gündü. “Umut” dayanıyor, biz de dayanıyoruz işte. “Açarsa çıkarız” türünden bir totemle yeşertti arkadaş. Aylar geçti; hala yemyeşil aslan parçası. Şimdi bir de elma çekirdeğimiz filizlendi. Sonra onu emekli bir Sanat Tarihi Hocası gökyüzümüzü parselleyen parmaklıklarımızın önünde çizdi. (Teşbih Çetin Altan’a ait).

Herkese mesleğine göre tecrübeli olduğu konuda müracaat ediyoruz yardım için. Bu uzmanlaşma atış uzmanı polis amirine iğneden iplik geçirtmeye varan bir hâl 🙂 Ben de arzuhalci gibiyim genelde. En sufli ihtiyaçlarımızı dahi dilekçeyle yazıyoruz. Geçen gün, içinde savunma-mektup-dilekçeler uçuşan kafam sayesinde az daha “falan eşyamın” aileme teslim edilmesi konusunda gereğini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum” yazıyordum.

Dün akşam ilk Ramazan iftarımızı yaptık Sevinç Abla; milyonlarca insanın sahip olmadığını bildiğimiz bu sofra için milyonlarca kez hamd ettik. Allah bütün ihtiyaç sahiplerinin yardımcısı olsun. Daha iyi bildiğin üzere her nimetin olması da olmaması da imtihan. Özgür olmak da, olmamak da; zengin, güçlü, güzel olmak da, olmamak da… Belki onların imtihanı zordur. Ben özgür olmamakla imtihan oluyorsam siz de başka nimetlerin varlığı ya da yokluğuyla imtihan oluyorsunuz…

Mektubunuzu aldığımda elimde içinde Yabancılaşma Kıskacında Modern Kent, İnsan Kentin Yazgısına Karışmış Bir İz, İslamda Mekan Anlayışı gibi makalelerden oluşan “Benliğin İnşası” adlı kitap vardı. Size bazı alıntılar göndereceğim. Almanca öğrenmenize de çok sevindim. Siz halledersiniz evvelallah! Viel gülück! Ich kann spreche Deutsch so so la la 🙂 Mahkeme yaklaştı. 10 ay sonra ilk kez çıkacağım. Koğuştan mahkemesi olanlar oldu. Farklı illerde, farklı mahkemelerde 7 yıl hüküm alan da oldu, tahliye olan da… Karşılaştırarak bir sonuca varmak mümkün olmuyor. …



Zaten yapmadığım bir şeyden (suçtan) yargılanmaktan değil endişem ama … durumun absürdlüğü acı veriyor. Sonuç olarak babamı teselli ederken de sıkça başvurduğum gibi Sokratesyen bir psikoloji içindeyim. “Ne yapalım, suç işleseydim de mi yargılansaydım?”



Şunu da biliyorum, kapıdan çıktığım andan itibaren her gece başta yavrularının ve sevdiklerinin fotoğrafına bakarak uyumaya çalışan kadınları düşünmeden uyumayacağım. Lüzumlu, lüzumsuz uzattığım mektubumu yine Ahmed Arif’e selam yollayarak bitiriyorum. Acı, mutluluk, hasret ve ümit hayatta hep içiçe. Birine üzülürken diğerini kaçırmamak lazım, güzel olan her şeyin kıymetini bilmek lazım… Hasretle ve sevgiyle…

Öyle yıkma kendini

Öyle mahzun, öyle garip…

Nerede olursan ol

İçeride, dışarıda, derste, sırada

yürü üstüne üstüne

tükür yüzüne celladın

fırsatçının, fesatçının, hayının

dayan kitap ile

dayan iş ile

tırnak ile, diş ile

umut ile, sevda ile, düş ile

dayan rüsva etme beni

Ahmed Arif

(Şairin Anadolu adlı uzun şiirinin bir bölümü. S.Ö)

 

****
Tuba’nın, ortak arkadaşımız Nihal’e gönderdiği mektuplardan...

İlk aylarda kendimi çok yorgun hissediyordum. Necip Fazıl’ın “Uyumak İstiyorum” şiirinin hakkını verircesine aylarca uyudum diyebilirim. Onun dışında ümitsiz ya da üzgün değildim. Hatta yaşadıklarımın akıldışılığından akıl sağlığımı korumak için mizaha vurdum. Çok da iyi oldu. Bütün kışı hareketsiz geçirince baharla birlikte bi canlanma oldu. Havalandırmada düzenli koşmaya başladım. Zihnime de ruhuma da iyi geldi.

Öyle tuhaf bir düzen altında yaşıyoruz ki, bazen alıştığımız şeylere bakınca içim acıyor. En basit, en ulaşılabilir şeyleri özlemeyi tecrübe ediyoruz. Daha önce de söylediğim gibi sonuçta tüm nimetlerden bir gün tamamen ayrılacağımızı, yani ölümü sık sık hatırlatıyor olsa da özgür olmanın kendisi apayrı bir şeymiş. Geçen ay koğuşumuzda birinin abisi vefat etti. Çağırıp öylesine bir şey söyler gibi söylemişler, kendi imkanı varsa masrafını karşılarsa, cenazeye birkaç saat katılmasına müsaade edebileceklerini söylemişler. Haber çok acıydı ama bu acıyı burada yaşamak daha çok üzdü kardeşini, en sarsıldığımız anlardan biriydi. Ölüm acısını yaşarken dahi özgürlüğe hasretin büyüyor. Bunu bir de Kübra’yı gördüğümde hissediyorum. Böyle durumlarda Sezen Aksu yasalarının

“O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz

O zaman yüreğin yükü hafifler biraz”

maddeleri uyarınca hafızamın en kuytu köşelerinden ayrılığı, özlemi, hapsi anlatan türküler, şarkılar olarak ortaya dökülüyor içimin sıkıntısı. Şu durumumuzun ne çok esere konu olduğunu daha önce fark etmemiş olduğumuzu fark ediyorum.

***

Zaman geçtikçe tahammül gücümüz zayıflasa da insanoğlunun başına çok daha acı şeyler geldiğini hatırlayıp hamdediyoruz. Allah ailelerimize, sevdiklerimize, milletimize ve tüm iyi insanlara sağlık versin diye dua ediyorum. Kendi dertlerime hala ağlayamıyorum. Sınırlı sayıda eseri olan kütüphanem var, biraz okuyabiliyorum. Onun dışında nasıl değerlendirebilirim bilmiyorum. Farklı mesleklerden, yaştan, memleketten,yaşam tarzından birçok kadınla bir arada, hayat tecrübelerimizi paylaşarak geçiyor zaman daha çok.