29 Mart 2019 Cuma

İsim benzerliği nedeniyle tutuklandı, çocukları yolunu gözlüyor

29 Mart 2019 
Türkiye’de artık hiç kimsenin yargı sistemine, adalete, hukuka inancı kalmadı. Uzun zamandır durum böyle ama mahkeme kayıtları ortaya çıktıkça fotoğraf daha netleşiyor. Şanlıurfa’da bir hakim, sanık ve itirafçı arasında yaşanan aşağıdaki diyalog, mahkemelerdeki durumu bir kez daha göstermesi bakımından ibretlik…

İtirafçının ifadesine rağmen tutuklanan Ayşe Demir'in, biri 14 aylık 3 çocuğu var. Eşi de cezaevinde.


– Yer: Şanlıurfa 6. Ağır Ceza Mahkemesi.
– Tarih: 11 Kasım 2018.
– Hakim Ali Kara, itirafçı Büşra Demirdal’a soruyor.
– Ayşe Demir’i tanıyor musunuz?
– El cevap: Hayır, benim dediğim Ayşe Demir bu değil. Adını verdiğim Ayşe Demir eczacı bir bayandı. 40-45’lı yaşlarındaydı. Ben bu kadını tanımıyorum.
– Hakim: Ayşe Demir’in tutuklanmasına… (karşısındaki kadını kast ederek) 

Gözaltındayken Ayşe Demir’in adını veren Büşra Demirdal, mahkemede adını verdiği kadınla karşılaşınca yanlış kişi olduğunu ifade ediyor. Ama buna rağmen sonuç değişmiyor. Hukuksuzluklar dağ gibi. Hayatı mahvolan bunca insan ne yapacak, nası bir çıkış yolu bulacak...

ANNE VE BABA AYNI GÜN, ÇOCUKLARININ GÖZÜ ÖNÜNDE TUTUKLANDILAR 


Türkçe öğretmeni Ayşe Demir ve fizik öğretmeni eşi Beytullah Demir, 12 Eylül 2018’de, üç çocuklarının gözleri önünde Urfa’daki evlerinde tutuklandılar. 10 gün gözaltında kaldıktan sonra Şanlıurfa Sulh Ceza Mahkemesi Ayşe Demir’i adli kontrolle serbest bıraktı. Beytullah Demir ise ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla Diyarbakır Cezaevi’ne gönderildi.

Ayşe Demir bir ay boyunca hiçbir yere kaçmadan, gizlenmeden imzasını attı. Bir ayın sonunda ise yeni bir gelişme oldu. İstanbul Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Büşra Demirdal adlı genç bir kız itirafçı olmuş, Ayşe Demir adlı birinin adını vermiş, Şanlıurfa 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde de hakkında dava açmıştı. Ayşe Demir, Ceylanpınar doğumlu olduğu için ifadesinin alınması için Ceylanpınar Asliye Mahkemesi’ne talimat verildi.

Fakat Şanlıurfa merkezde yaşayan Ayşe Demir, ‘ben kendim hakim karşısına çıkıp, savunmamı yapayım’ diye 11 Kasım 2018’de Şanlıurfa 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya gitti. Kendi ayağıyla gittiği mahkemede maalesef tutuklandı. Hakim Ali Kara, mahkemeye SEGBİS ile bağlanan Büşra Demirdal’ın yukarıdaki ifadesine rağmen, ‘ben bu kadını tanımıyorum’ demesine rağmen, genç anneyi üç çocuğundan ayırdı. Ve 32 yaşındaki Demir, 12 Aralık 2018’de terör örgüne üyelik suçlamasıyla 5 yıl 18 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı. İstinaf mahkemesi de on gün önce kararı onayladı. Dava şu anda Yargıtay aşamasında.

Bir itirafçının adını vermesiyle Hilvan 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen Ayşe Demir Türkçe öğretmeniydi. Eşi de kendisi de Dicle Üniversitesi’nden mezun oldu. 2011-2014 yılları arasında Diyarbakır’daki Kültür Özel Eğitim ve Nehir Özel Eğitim kurumlarında ücretli öğretmen olarak çalıştılar.

Ayşe Demir, Hümeyra’ya hamile kalınca okuldan ayrıldı. Çalıştıkları kurum kapatıldıktan sonra da Şanlıurfa’ya yerleştiler. Bu arada çocuklarının sayısı 3 oldu. Şimdi 1,5 yaşında olan Taha Bera, annesi tutuklandığında henüz sütten kesilmemişti. En büyük oğulları Osman 7, Hümeyra ise 2 yaşında.

20 gün önce mahkemesi olan Beytullah Demir ise iki ay sonra tekrar hakim karşısına çıkıp savunmasını yapacak ve ‘terörist’ olmadığını kanıtlamaya çalışacak!

ÜÇ TORUNUMA, 80 YAŞINDAKİ FELÇLİ BABAMA BAKIYORUM

Ayşe Demir’in babası emekli Şeref Atay, hem torunlarına, hem de beyin kanaması nedeniyle hastanede yatan kendi babasına bakıyor. İki ayağı bir pabuca girmiş, bir oraya bir buraya koşturuyor. Telefonla görüştüğümüz Şeref Atay, çaresiz bir baba ve dede olarak tüm mağdurların sesi olarak 6 aydır yaşadıklarını anlattı:

“Yandaş olman lazım, yoksa başka çaresi yok. Kızıma sordum, sen Büşra’yı tanıyor muydun diye. Vallahi billahi tanımıyorum baba, diyor. Biz Büşra Demirdal’ı mahkemede gördük, kimdir bilmiyoruz. Daha önce Diyarbakır’da bulunmuş galiba. Büşra Demirdal’ın o tarihlerde kızımı tanıması mümkün değil. Kızım o tarihlerde üniversite okuyordu. Evlenmemişti, benim soyadımı taşıyordu… Ben perişan oldum. Torunlarıma bakıyorum. 80 yaşındaki babam beyin kanaması geçirdi, felç oldu, hastanede yatıyor. Üç çocuk bize kalmış, bunları bezleri var, üstleri var. Taha Bera daha süt emiyor. Sabah akşam cezaevine götürüyorum. Ben emekli bir insanım. Artık psikolojimiz bozuldu. Eve gidiyorum, çocuklar başlıyor; dede annem ne zaman gelecek demeye. Ne yapacağımı bilmiyorum.

ÇALMADIĞIM KAPI KALMADI

Böyle hukuksuzluk olmaz. Benim kızım suçluysa cezasını verin çeksin! Ama yok, bana bir gerekçe gösterin! Suçlamalardan birine de gaybubet evinde yaşıyor diye yazmışlar. Üç çocuğuyla kendi evinde yaşayan bir anne, nasıl gaybubet evinde yaşıyor! Emlakçı belli, biz tutup yerleştirdik kızımı oraya. Allah’tan korkun, neyin terör örgütü. Silah mı sıkmış, silah mı kullanmış, kaçakçılık mı yapmış anlamadım. Öyle bir hayat yaşadık ki, anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi. Çalmadığım kapı kalmadı. Kimseye, hiçbir şeye inancım kalmadı artık. Çok doluyum…”

Ayşe Demir’e isnat edilen akıl almaz üç suç var. 2011-2014 yılları arasında Diyarbakır’daki Kültür Özel Eğitim ve Nehir Özel Eğitim kurumlarında ücretli öğretmen olarak çalışması olması. Tanımadığı, adını dahi bilmediği Büşra Demirdal’ın adını vermesi ve gaybubet evinde kaldığı iddiası. Ayşe Demir’in avukatı, iddiaları çürütmelerine rağmen bir sonuca varamadıklarını ifade ediyor.

Ayşe Demir, Büşra Demirdal ifadeleri ile avukat Abdülhamit Tapışık’ın savunması:


24 Mart 2019 Pazar

Hakan bebek ve annesi Zeynep öğretmen tutuklandı, baba da aynı cezaevinde

24 Mart 2019 
 Bir anne ve bebek daha cezaevine girdi. 2,5 yaşındaki Hakan bebek ve annesi iki gün önce tutuklandı. Devlet üniversitesinin düzenlediği geziye katılmakla suçlanan baba ise 15 aydır tutuklu. Şimdi üçü birlikte Osmaniye Toprakkale Cezaevi’nde…

Tutuklu bebeklere bir yenisi daha eklendi. Zeynep Zeyfeoğlu ve 2,5 yaşındaki oğlu Hakan 21 Mart perşembe sabahı tutuklandı. Öğretmen Zeynep ve oğlunun tutuklanmasından sonra Türkiye hapishanelerindeki çekirdek ailelerin sayısı da artmış oldu. 2014 yılında kurulan Zeyfeoğlu ailesinin üç üyesi de artık Osmaniye Toprakkale Cezaevi'nde bulunuyor.

DEVLET ÜNİVERSİTESİNİN DÜZENLEDİĞİ GEZİYE KATILMAK SUÇ SAYILDI



Önce tarih öğretmeni olan baba Sercan Zeyfeoğlu 29 Aralık 2017'de gözaltına alındı, 3 Ocak 2018'de tutuklandı. Emlakçı bir arkadaşının adını vermesi üzerine 'silahlı terör örgütüne üye olmak' suçundan gözaltına alınan ve 'güleç' yüzüyle tanınan Zeyfeoğlu, çıkarıldığı ilk mahkemede ifadesi okunurken gülümsediği için tutuklanmasına karar verildi. Daha sonra iddianamesine Bylock kullanıcısı olduğu yazıldı. Atfedilen en trajikomik suç ise Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğünün düzenlediği geziye katılmak. Üniversitenin tarih bölümünden 2011 yılında mezun olan Sercan Zeyfeoğlu, rektörlüğün gezisine gitmekle suçlanıyor.

ÖNCE 'BYLOCK YOK', SONRA 'VAR' DEDİLER

Eşi Zeynep Zeyfeoğlu'na atfedilen suç ise Bylock kullanmak. Oysa Sercan Zeyfeoğlu gözaltına alındığında her ikisinin de telefonuna el koyan polis, önce 'telefonlarınız temiz' dedi. Daha sonra Sercan Zeyfeoğlu'nunkini geri alıp Bylock tespit etti! Bir buçuk yıldır eşini cezaevine ziyarete gidip gelen Zeynep Zeyfeoğlu da aradan geçen zaman zarfında birdenbire Bylock kullanıcısı ilan edildi!

Zeyfeoğlu ailesinden telefonla görüştüğümüz S. Zeyfeoğlu, "Zeynep'i perşembe günü gözaltına aldılar, aynı gün tutukladılar. Tutuklanma kağıdına da 'hakkındaki delillerin tespit edilmesi' yazdılar. Bunu tutuksuz da yapabilirlerdi. Denetimli serbestlikle de yapabilirlerdi. Bu olayın hiçbir yerinde mantık yok. Hakimin, savcının amacı baskı kurarak etkin pişmanlıktan yararlandırmak, isim söyletmek. Yani bu ülkede tutuklanmadık insan kalmayacak. Rektörün düzenlediği geziye katılmak suç sayıldı. Bu yasal değilmiş, devletin üniversitesinin düzenlediği bir gezi." diyor.

İlk mahkemesine Kasım 2018'de çıkarılan Sercan Zeyfeoğlu'nun ikinci mahkemesi geçtiğimiz ocak ayında yapıldı. Üçüncü mahkemesi 9 Nisan'da görülecek. S. Zeyfeoğlu ve avukatın düşüncesine göre Zeynep Zeyfeoğlu'nun tutuklanmasının nedeni, karar duruşmasından önce aileye baskı kurmak, isim söyletmek.

 


HER İKİSİ DE AİLELERİNİN OKUYAN TEK ÇOCUKLARI

Biri 14 kardeşli bir ailenin okumuş tek kızı, diğeri 6 kardeşli ailenin okumuş tek oğlu... Siirt Pervari doğumlu olan 29 yaşındaki Zeynep Zeyfeoğlu, köyün üniversite okuyan iki kızından biri. Kızların okumasına iyi gözle bakılmayan Doğanköy'de verdiği mücadele köydeki diğer kızlara umut olmuş, önlerini açmıştı. Doğanköy'de şimdi epeyce kız üniversite mezunu.

Ailesindeki herkes 'o okusun' diye üzerine titrediği 31 yaşındaki Sercan Zeyfeoğlu ise Osmaniye'de büyümüş. Zeynep Zeyfeoğlu Erzurum Atatürk Üniversitesi, Sercan Zeyfeoğlu Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi mezunu. Biri tarih öğretmeni, diğeri matematik öğretmeni.

2014 yılında Van'daki Çağlayan dershanesinde çalışırlarken evlenen Zeyfeoğlu çiftinin oğulları Hakan, Ekim 2016'da dünyaya geldi. Şimdi tüm hakları elinden alınmmış halde, annesiyle birlikte 40 metrekarelik bir koğuşta yaşıyor. İki yıl önce Osmaniye'ye dönen Zeyfeoğlu çifti, burada yeni bir hayat kurma telaşınday, kendi dünyalarında yaşayıp giden yurdum insanıydılar... MAHKEMELERDEKİ HAVAYI, DİYALOGLARI BİR GÖRSENİZ...

Parkinson hastası olan, aynı zamanda kalp yetmezliği bulunan Sercan Zeyfeoğlu'nun babası Selman Zeyfeoğlu'na ise 2018 Kurban Bayramı'ndan sonra akciğer kanseri teşhisi konuldu. Yaşadıkları sıkıntıların bu hastalığı tetiklediğini ifade eden S. Zeyfeoğlu, "Sercan'ı okutabilmek için çok çabaladık. Öğretmen oldu diye düşünürken devlet ona terörist damgası vurdu. Mahkemelerdeki havayı, diyalogları bir görseniz olayın iç yüzünü daha iyi anlarsınız. Orada tamaman bir tiyatro gibi mahkemecilik oynanıyor. Adın nedir, soyadın nedir, ifadene itirazın var mı, otur, öbürüne geç... O kadar çaresiz ki insanlar, ölüm kadar çaresizler..." diyor.


Sercan Zeyfeoğlu'nun, akciğer kanseri teşhisi konulan babası Selman Zeyfeoğlu "Ben yaşacağımı yaşadım, dünya gözüyle oğlumun çıktığını göreyim" diyor.

20 Mart 2019 Çarşamba

Tutuklu Deniz Hakan Şen’in adım adım öldürülüşünün belgeleri ve vahim hikayesi

20 Mart 2019
 Geçen yıl mart ayında hayatını kaybeden Deniz Hakan Şen'in cezaevi yönetimine yazdığı yaklaşık 40 dilekçeden 4'ü ile hastane fotoğraflarına ulaştım. Belgeler, Şen’in cezaevi-hastane-doktor üçgeninde, ölüme nasıl sürüklendiğini kanıtlıyor. Eşine söylenen ise: “Tecavüzcü olsaydı daha kolay olurdu”
42 yaşındaki tıbbı mümessil Deniz Hakan Şen’in vefatı üzerinden bir yıl geçti. Ne eşi Hüsna Şen, ne iki çocuğu yaşatılan acıları ve travmayı atlatabilmiş değil. Ona ve ailesine yaşatılanlar, hasta tutuklulara yapılanların ulaştığı akıl almaz boyutu gösteriyor. Şen’in hikayesi, açık yasa hükümlerine rağmen cezaevlerinde bulunan yüzlerce hasta tutuklunun durumuna ışık tutuyor.
Geçen yıl mart ayında hayatını kaybeden Deniz Hakan Şen’in cezaevi yönetimine yazdığı yaklaşık 40 dilekçeden 4’ü ile hastanedeki fotoğraflarına ulaştık.
“TECAVÜZCÜ OLSAYDI DAHA İYİ OLURDU” DEDİLER
Telefonla görüştüğümüz Deniz Hakan Şen’in eşi Hüsna Şen, mide kanseri teşhisi konulan ve bir sürgün gibi hastane hastane dolaştırılan eşi için “Kendi başına dönemeyen eşimi yatağa kelepçelediler. İdrar torbasını bile ona boşalttırdılar. Türlü bahanelerle o hastaneden bu hastaneye sürüklediler. Tedavisini geciktirdiler. Refakatçi izni almak için adliyeye gittiğimde ‘eşin tecavüzcü ya da katil olsaydı daha kolay olurdu’ dediler. Ömrüm vefa ettiği müddetçe bu işin peşini bırakmayacağım. Bu benim, eşime son vefa borcum.” diyor.
42 yaşındaki tıbbi mümessil Deniz Hakan Şen 1 Ekim 2017’de tutuklandı ve Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Daha önce birlikte çalıştığı Muğla Dalyan’da bir otelin sahibi olan Taner Özkaradeniz tarafından Hizmet Hareketi’yle ilişkili olduğu gerekçesiyle ihbar edilmişti. Bylock kullanmadığı halde, Bylock kullanıcısı olduğu, iptal ettirdiği Digiturk aboneliği iddianamesine yazıldı.
Deniz Hakan Şen’in cezaevine girdiği ilk zamanlar herhangi bir hastalığı yoktu. Bir koğuştan diğerine yeri değiştirilerek psikolojik ve bedensel yıpranmalara maruz bırakıldı. Ocak 2018’den itibaren cezaevi yönetimine, hasta olduğuna dair dilekçeler yazmaya başladı. Avukatının verdiği bilgiye göre yaklaşık 40 dilekçe kaleme aldı. Vefat ettiğinde ailesine teslim eşyalarının arasından çıkan deftere yazdığı dilekçelerin 4’ünü tarih sırasıyla aşağıda sunuyoruz. (Hüsna Şen’in ifadesine göre eşi dilekçeleri önce defterine yazıyordu.)



Deniz Hakan Şen’in tedavi edilmek için adeta yalvardığı, acıdan kıvrandığı birkaç kuruma birden yazdığı dilekçelerine cevap verilmedi. Hastalığı ilerledi ve 8 Şubat 2018 perşembe günü, koğuşunda namaz kılarken düşüp bayıldı. Bir saat kendine gelemeyince ‘elimizde kalmasın’ diye Silivri Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. O gün görüş günüydü. Hüsna Şen, görüşe çıkmayan eşinin hastaneye kaldırıldığını öğrendi. Deniz Hakan Şen aynı gün Silivri Devlet Hastanesi’nden ‘bir şeyi yok’ diye taburcu edildi. Cezaevi arabasında tekrar bayılınca geri götürüldü. Eşinin hastaneye yatırıldığını ertesi günü öğrenen Hüsna Şen, hastaneye koştu fakat hasta eşini ne görebildi, ne de konuşabildi.






KANSER TEŞHİSİ KONDU, SERUM DAHİ TAKILMADI
Deniz Hakan Şen’e, Silivri Devlet Hastanesi’nde üç gün kaldıktan sonra endoskopi yapıldı. Kanser bulgularına rastlanınca, 12 Şubat 2018 Pazartesi Halkalı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. İleri derece mide kanseri teşhisi bu hastanede konuldu. Şen iki gün Halkalı’daki hastanede yattı. Fakat zamanında müdahale edilmediği için sarılığı ilerlemişti. Vücutta biriken sıvının boşaltılması ve sarılığın düşürülmesi için PTK adı verilen işlemin yapılması gerekiyordu. Hastane yetkilileri, ‘doktor radyasyona maruz kalacak’ diye bu işlemi yapamayacaklarını söyledi. Hüsna Şen tutuklu odasında bekletilen eşi için “Bana izin verilmediği için yanına giremedim ama avukatımız iki kez gördü ve bir serum bile bağlanmadığını söyledi.” diyor.
Bir hafta içinde üç hastane değiştiren Deniz Hakan Şen, 13 Şubat 2018’de Halkalı’dan Okmeydanı Devlet Hastanesi’ne gönderildi. Burada yaşadıkları ise daha vahim. Yoğun bakımda yatması gerekirken 6 gün hiçbir tedavisi yapılmadan yine tutuklu odasında bekletildi. Acil yapılması gereken PTK işlemi geciktirildi. Yatakta kendi başına dönebilecek gücü kuvveti yokken yatağa kelepçelendi. Başında bekleyen polisler idrar torbasını bile kendisine boşalttırdılar.
“BOŞUNA UĞRAŞMAYIN ZATEN ÖLECEK”
Hüsna Şen ve avukatı, mahkemeden binbir güçlükle alabildikleri tahliye kararını 19 Şubat’ta Okmeydanı yönetimine sundular. Deniz Hakan Şen, hemen o gün tutuklu odasından çıkarılıp, yoğun bakıma alındı ve PTK işlemleri yapıldı. Hüsna Şen, ‘Neden bekliyorsunuz, neden tedavisini yapmıyorsunuz’ diye sordukları doktordan şu cevabı aldıklarını ifade ediyor:
“Biz top sayıyoruz. Siz tahliyesini alana kadar o zaten ölecek. Boşuna uğraşmayın.” Hüsna Şen, “O doktorun adını özellikle veriyorum, Şeraceddin Eğin. Cerrah. Eşimi yoğun bakıma alınırken idrar torbasını kendisinin boşalttığını söyledi. Keşke videoya çekseydim o anı ama nereden bileyim böyle olacağını” diyor.


Böyle bir hastanede elbette kimse eşini bırakmak istemez. Hüsna Şen aynı gün onu Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden çıkarıp Bahçelievler Medicana Hastanesi’ne getirdi. 2 ay içinde 85 kilodan 45 kiloya düşen Deniz Hakan Şen, 15 gün sonra, 6 Mart 2018’de hayatını kaybetti. Eğer yaşasaydı 10 Nisan 2018’de Çağlayan Adliyesi 37. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davasında kendini savunacak, kullanmadığı Bylock iddiasını -kullanmak suç olmasa da- çürütecekti.

DOKTORLAR VE HASTANELER HAKKINDA SORUŞTURMA BAŞLATILDI
17 yıllık eşini kaybeden Hüsna Şen, adı geçen üç hastane ve bir doktor hakkında dava açıldığını, soruşturma başlatıldığını söylüyor:
“Bir yıl çok sancılı geçti. Normal bir ölüm olmadığı için acımız çok katmerliydi. Çok çektirdiler eşime. O kadar işkence ettiler, en son bana ‘sakın onlara bir şey deme, onlar da emir kulu’ dedi. Böyle bir insandı. 6 Mart’ta ben sanki eşimi o gün yeniden toprağa koymuş gibiydim. İki çocuğumuz var. Biri 2002, diğer 2003’lü. Onlar da çok yıprandılar. Çocuklarımın bunları duymaması için elimden geleni yapıyorum ama elbette bir şekilde duyuyorlar. Şu an mesela başa döndüler.
Eşimin koğuşundan çıkanlarla bizzat görüştüm. Onu adeta ölüme terk ettiler. Hukuksal mücadelemizi başlattık. Eşimi şikayet eden Taner Özkaradeniz, Silivri’deki doktor ve üç hastane hakkında dava açıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvuracağız. Ne kadar bir ömrüm var bilmiyorum ama kendimi bu işe adadım. Asla vazgeçmeyeceğim. Kendime çok kızıyorum. Keşke içerideyken durumunu daha çabuk fark edip elimden geleni yapsaydım. O da üzülmeyeyim diye her şeyi benden gizlemiş.
AMACIM İNTİKAM DEĞİL, DAHA FAZLA KİMSENİN CANI YANMASIN

Eşimin yanına beni hiç almadılar. Burnunun ucunu göstermediler. İzin almak için Bakırköy Adliyesi’ne defalarca gittim. ‘Fetö suçlaması ise gelmeyin’ dediler. Zülkarneyn diye bir savcı bakıyordu Bakırköy’e o zaman, adını hiç unutmuyorum. ‘Eşin tecavüzcü ya da katil olsaydı daha kolay olurdu’ dediler. Okmeydanı’ndaki doktor, ‘ben izin vermem, refakatçiye ihtiyacı yoktur derim’ dedi. Hastalığını öğrenir öğrenmez Çağlayan Adliyesi 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tahliyesi için başvurduk. Onlar da aynı gün teslim edilmek üzere hastaneden hayati tehlikesinin olduğuna dair rapor istediler. Fakat Seraceddin Eğin bizi oyaladı. Raporu vermedi. Patoloji sonucu olmadan bir şey yazmam dedi. Mahkemenin kararına aykırı davrandı.


O BENİM ÇOCUKLUK ARKADAŞIMDI
Eşim çocukluk arkadaşımdı. Kaderde evlenmek de varmış. O yüzden benim için çok daha zor ve acı. Amacım kimseden intikam almak değil, ama en azından bazı şeyler su yüzüne çıksın ki haksızlıklar tekerrür etmesin istiyorum. Hem de kızımla oğlumun yüreği biraz ferahlar. Tek amacım bu inanın. Elbette ona ve bize yapılan haksızlıkları tüm dünyanın da öğrenmesini istiyorum. Bunlar eşimi geri getirmeyecek biliyorum ama umarım birilerinin canı daha fazla yazmaz.”

Deniz Hakan Şen'in bu kareleri Bahçevlievler Medicana Hastanesi'ne getirildiğinde çekildi.

Deniz Hakan Şen, Silivri Cezaevi'ndeki doktora ilk 15 Ocak 2018'de görünüyor. Doktor tanı bölümüne Miyalji yani kas romatizması yazıp gönderiyor.

22 Ocak 2018'de tekrar görünüyor. Reçeteye yine Miyalji yazılıyor ve genel tıbbi muayene notu düşülüyor.
 5 Şubat 2018'deki reçeteye ise gastrist, tanımlanmamış yazılıyor.

DENİZ HAKAN ŞEN'İN TUTUKLANMADAN ÖNCEKİ SON FOTOĞRAFLARI...








19 Mart 2019 Salı

28 Şubat’tan 15 Temmuz’a hukuksuzluğa direnen bir ailenin öyküsü..

18 Mart 2019
28 Şubat mağduru bir eş, aile engellemesine rağmen engelliyle yapılan evlilik, 15 Temmuz’da ihraç. Ve şimdi engelli eşinin cezaevinde kötüleşen sağlığı için mücadele…





Ortopedik engelli Yavuz Selim Burgu, Eylül 2016’da Bylock suçlaması nedeniyle gözaltına alındı. Sağlık durumu nedeniyle adli kontrolle serbest bırakıldı. Nisan 2017’de, içeriğinde yine Bylock’tan başka bir şey olmayan ‘mahrem imam operasyonu’yla tekrar gözaltına alındı ve bu kez tutuklandı. Tutuklandıktan 10 ay sonra ilk mahkemesine çıkan Burgu, 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tutukluluğunun devamına karar verildi. Dosyası şu an Yargıtay aşamasında.

5275 sayılı Ceza İnfaz Kanununa göre, cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremeyen tutukluların cezası ne olursa olsun hasta iyileşinceye kadar ertelenmesi gerekiyor. Fakat bu yasa, iki yıldır Kayseri Bünyan Cezaevi’nde bulunan Yavuz Selim Burgu için uygulanmadı. Özellikle ‘Cemaat operasyonları’ kapsamında tutuklananlara hiç uygulanmıyor. Türkiye cezaevlerinde yaklaşık 1154 hasta ve engelli tutuklu bulunuyor.

Cezaevlerindeki imkansızlıklar engelli ve hasta tutukluların durumunu daha da ağırlaştırıyor. Nitekim Burgu da iki yıl cezaevinde kalınca geçtiğimiz hafta Kayseri Devlet Hastanesi’nde böbrek ameliyatı olmak zorunda kaldı.

Eşi Rukiye Burgu, “Böbreğinde taş vardı fakat herkeste olduğu gibi ciddi bir şey değildi. Ama iki yıldır cezaevinde kaldığı için taş büyüdü. Çünkü orada hareket etmekte zorlanıyor. Koğuşlar iki katlı. İki koltuk değneğiyle iki katlı bir koğuşta yaşamak eşim için kolay değil. Sürekli su içmesi gerekiyordu, yapamadı. Böylelikle taş büyüyünce doktor alma kararı verdi” diyor.

Ameliyattan birkaç gün sonra, 15 Mart 2019’da tekrar cezaevine gönderilen Yavuz Selim Burgu, sürekli fizik tedavi olmak zorunda olan bir engelli. Sol bacağında his kaybı var ve bu nedenle sol bacağını kullanamıyor. Tüm vücut sağlam bacağına yüklendiği için sağ bacağında da zaman içinde problem başladı ve ameliyat edildi. Sağlam bacağını kaybetmesi demek tekerlekli sandalyeye mahkum olması anlamına geliyor. Ayrıca bir kulağında işitme kaybı bulunuyor.

SAKAT OĞLUNA BAKICI MI ARIYORSUN!”

1976 Kayseri doğumlu olan Yavuz Selim Burgu, ilkokulu annesinin sırtında okula gidip gelerek okumuş bir matematik öğretmeni. Burgu 2 yaşındayken çocuk felci geçiriyor ve uzun bir süre yürüyemiyor. Annesi oğlunu kayıt için, Kayseri merkezdeki ilkokula götürünce müdür yardımcısı ‘sen sakat oğluna bakıcı mı arıyorsun, niye buraya getirdin. Nasıl okuyacak bu halde?’ diye annesini azarlıyor. Oysa kayıt yaptırılmayan Yavuz Selim Burgu, o sırada okumayı kendine kendine öğrenmiş, üç basamaklı çarpma işlemlerini yapabilen bir çocuk. Okuma yazması olmayan annesi, öğretmen komşularına yalvararak kayıt yaptırabiliyor.

Başarılı bir eğitim hayatının ardından Sakarya Fen Edebiyat Fakültesi Matematik bölümünü bitiren Burgu, yüksek lisansını Cumhuriyet Üniversitesi Tarih bölümünde tamamlıyor. Anadolu Selçukluları adlı bir kitabı da var. Bankacı, daha sonra da devlet memuru olan eşi Rukiye Burgu ile 12 sene önce yaptıkları evlilikten 9 yaşında bir çocukları bulunuyor.

EŞİMLE EVLENMEK İÇİN ÜÇ YIL MÜCADELE ETTİM

“Eşimi tanıdığım ve onunla evli olduğum için çok mutluyum.” diyen Rukiye Burgu, eşiyle evlenebilmek için üç yıl mücadele ettiğini ifade ediyor. İstanbul’da yaşayan ve bankada çalışan bir genç kızı ailesi Kayseri’ye, üstelik engelli! birine vermek istememiş. Ama sonra ‘annem benden daha çok sevdi damadını’ diye anlatıyor Rukiye Burgu: “Eşimle ben Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde İşletme okurken tanıştık. Biz İstanbul’da yaşıyorduk, evlenmek istediğimi ailemle paylaştım, ailem 3 yıl hayır dedi, engelli olduğu için ama ben vazgeçmedim.”

EŞİ DE KHK İLE İHRAÇ

Kayseri Tapu Kadastro Müdürlüğü’nde memur olarak çalışan Rukiye Burgu da KHK ile ihraç bir kamu personeli. Burgu ailesi, 15 Temmuz yaşandığında biri öğretmen, diğeri memur olan bir aileydi. O gece Kayseri’de fuar alanında piknik yapıyorlardı. Rukiye Burgu, “Bu ülkede birilerinin canı çok yandı, hiç hak etmediği bir şekilde. Bunu birileri okusun istiyorum. Benim eşim vatanını, milletini seven bir adam. Şimdi vatan haini suçlamasıyla içeride.” diyor.

28 ŞUBAT’TA DA HAKSIZLIĞA UĞRADIM ŞİMDİ DE 

Rukiye Burgu, 28 Şubat’ı en ağır yaşayan öğrencilerden biri. Bugün 28 Şubat’ı sadece bazı başörtülü kadınların sahiplenmesinden de rahatsız:

“Ben İmam Hatip mezunuyum ve 28 Şubat’ın silindir gibi üzerinden geçtiği öğrencilerden biriyim. Bugün bazı başörtülü kadınlar çıkıp sadece 28 Şubat’ı kendileri yaşamış gibi anlatıyor. Okul birincisiyken, o kontenjana alınmamış biriyim. Milli Güvenlik dersine giremediğim için okul birinciliğim elimden alındı. Sonra da katsayı geldi ve ben Cumhuriyet Üniversitesi’nde işletme okudum. Oysa tıp okuyabilecek bir puan almıştım. Şimdi 28 Şubat’ı bazıları sahipleniyor, biz bu işin mağduruyuz diyor. Hayır çok mağdur var. Ve ben şimdi ikinci bir mağduriyet yaşıyorum. Hakkımız, hukukumuz çiğneniyor. Ben Hizmet’e hiçbir şekilde aidiyet duymadım. Eşim ne kadar duyuyor, o kendisiyle ilgili. İnsan haklı tarafta olmalı. Ben 28 Şubat’ta doğru şeyi yaptım. Okuduğum liseyi değiştirmedim, değiştirebilirdim, çünkü kolej sınavlarını da kazanmıştım. ÖNDER’in bursuyla dershaneye gittim. İlim Yayma Cemiyeti’nin yurtlarında kaldım. Şimdi ezmeye çalıştıkları tarafın dershanelerinde okumadım. Bunlar asla suç demek istemiyorum. Şunu demek istiyorum. ‘Biz 28 Şubat’ı yaşadık, şimdi de siz yaşayın’ gibi bir bakış açısı var. E ben 28 Şubat’ı da yaşadım. Doğru yerde olmak lazım. Bunun da her zaman bedeli oluyor.”





 

16 Mart 2019 Cumartesi

OHAL uygulamalarının bir yönetmene yaptığı...

16 Mart 2019
2016 yılında Avrupa Konseyi’ne davet edilen ve pek çok festivalde gösterilen Homo Politicus kısa filminin yönetmeni Hacı Orman’ın pasaportu iptal edildi. Orman, Sofya Film Festivali’ne seçilen Kültür Bakanlığı destekli, ilk uzun metrajlı filmi Körleşme ile Stefan Zweig’ın son 6 ayını anlatan Vatansız filmi için yola çıkmıştı.

OHAL uygulamaları artık o kadar inanılmaz bir boyuta geldi ki herkesin pasaportu olur olmaz gerekçelerle iptal edilebiliyor. OHAL'in keyfiliği, saçmalığı aklınıza ne gelirse... İlk uzun metrajlı filmi Körleşme için Kültür Bakanlığı'ndan destek alan Hacı Orman bile mağdur. 2014 yılında çektiği Homo Politicus (20 dk.) kısa filmiyle adından söz ettiren Praksis Film’in sahibi Hacı Orman’ın da pasaportu iptal edildi. 14 Mart 2019'da havaalanına gidince iptali öğrenen Orman karşılaştığı duruma Twitter hesabından tepki gösterdi. Orman, “Sofya Film Festivali’ne gitmek üzere Havaalanı’ndasın; biri geliştirme aşamasında, diğeri post prodüksiyonda iki uzun filmin sunumunu yapacağın için heyecanlısın; ama hevesin kursağında kalıyor. Çünkü pasaportuna el konuluyor.” dedi.

Hakkında yurtdışı yasağı verilmiş bir mahkeme karar olmadığını belirten Orman, mesajında pasaportunun İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından iptal edildiğini, isminin yanına şerh konulduğunu ifade etti ve devam etti: “Şimdi festivalde sunum yapamayacağına mı üzülürsün, emniyetin mahkeme yerine yetki kullanma hukuksuzluğuna mı yanarsın, yoksa pasaportunun iptal edildiğini sana tebliğ etmeye bile tenezzül etmemiş keyfiliğe mi kızarsın? Birinden birini seç artık, çünkü üçü birden fazla geliyor!!”

İLK UZUN METRAJLI FİLMİ KÜLTÜR BAKANLIĞI’NDAN DESTEK ALDI

Körleşme'de Fatih Al başrolde.
Hacı Orman’ın iki filmi birden, bu yıl 23.sü gerçekleştirilen Sofya Film Festivali’nin yan bölümlerine seçildi. İlki, Kültür Bakanlığı desteği alan ve çekimleri Ekim 2018’de tamamlanan Körleşme. Fatih Al, Vedat Erincin, Esiye Dinçsoy ve İpek Tenolcay’ın rol aldığı Körleşme, 45 yaşında görmeye başlayan Sinan’ın görsel dünyaya uyum sağlayamamasını ve karısıyla olan hikayesini anlatıyor. Film festivalde ‘En İyi Post Prodüksiyon’ ödülü için yarışıyor. İkincisi ise, Stefan Zweig’ın Newyork’tan Brezilya’ya geçtiği ve eşiyle birlikte intihar ettiği son 6 ayını anlatacağı Vatansız. Henüz proje aşamasında olan Vatansız ‘En İyi Proje’ ödülü için yarışıyor.

KİMİN KİMİ ŞİKAYET ETTİĞİ BELLİ DEĞİL!

28 Mart’ta sona erecek festivale katılamayan Orman, “Kimin kimler tarafından şikayet edildiğinin belli olmadığı bir dönemde biz yine vatandaş olarak haklarımızı takip edeceğiz. OHAL ile birlikte daha önce hapse girmiş ya da dava açılmış kişiler hakkında bu tür olaylar olduğunu duymuştum. 12 yıl önce bir dava vardı hakkımda, nedeni bu mu bilmiyorum ama mahkeme kararı olmadan, hukuki bir tebliğ de bulunmadan nasıl oluyor böyle şeyler anlamak mümkün değil. Davadan sonra hapisten çıktım, kısa film çektim, ondan sonra birçok yere gittim, çoğunlukla Avrupa ülkelerine. Her sene festivallere katılıyorum. 2016, 2017’de İtalya, Bulgaristan’a gidip filmlerimi anlattım. Pasaportumda sorun yoktu, şimdi neden var?” dedi.

Hem projelerinin sunumunu yapacağını hem de yarışmaya seçilen filmleri için yol açıktığını anlatan Orman ekliyor: “E gidemedik. Dünyanın her yerinden gelen dağıtımcılar, tv temcilcileri, yapımcılar oluyor festivalde. Herkesle görüşür ve projelerinizi burada uluslararası bir işe dönüştürürsünüz. Fon bulursunuz. Dolayısıyla bunların hiçbirini yapamadım.” (www.praksisfilm.com)

Bir hümanistle bir militaristin, bir teologla bir askerin, bir iktidarla bir çaresizin çatışmasını anlatan 20 dakikalık kısa film Homo Politicus'un haklarını bir Alman televizyonu satın almış. Film, Ermenilerin dostu Johannes Lepsius’un, 1915 yılında, Ermenilerin kurtuluşu için Enver Paşa’yla yaptığı görüşmeyi anlatıyor.




14 Mart 2019 Perşembe

Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanı 15 Temmuz gecesini ve yaşadığı işkenceleri anlattı

14 Mart 2019 
 Müebbet hapis cezası verilen Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan BOLD’a mektup yazdı. O gece ve yargılama sürecinde yaşananları anlattı.




15 Temmuz gecesi Mersin’deki Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanlığı’nda da her yerde olduğu gibi soru işaretleriyle dolu bir gece yaşanıyor. Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan, 15 Temmuz günü ailesi ile yıllık iznini geçirdiği Afyonkarahisar’daydı. Saat 17:00 sularında Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Hasan Uşaklıoğlu kendisini telefonla arıyor ve ‘terör tehdidi’ var diyerek Mersin’e birliğine gitmesini emrediyor.

Saat 23.30 sularında birliğine varan ve eline sıkıyönetim emri tutuşturulan Tuğamiral Nejat Atilla Demirhan’ın daha sonra yargılandığı davada darbeye teşebbüs ettiği ve o gece polise direndiği iddia edildi.

‘Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs’ suçundan bir yıl önce (23 Mart 2018) müebbet hapis cezasına çarptırılan Demirhan BOLD’a gönderdiği mektupta 15 Temmuz gecesini ve sonrasında yaşadıklarını anlattı.

Demirhan, 15 Temmuz gecesini, “Mersin’de bir kişinin burnu bile kanamamış, bir mermi sıkılmamış, dışarıda ne bir askeri araç ne de bir asker görülmüş, kısaca hiçbir şey olmamasına rağmen 3-5 kişiyle darbeci yaftası yapıştırılan bir amiral olarak tarihe geçmiş bulunuyorum.” cümleleriyle anlatıyor. Ayrıca mektupta mahkeme sürecinde hem de cezaevinde yaşadığı hak ihlallerinden ve işkenceden bahsediyor.

8 sayfalık el yazısı ile yazdığı mektup 16.02.2019 tarihinde kaleme alınmış.

Nejat Atilla Demirhan, Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde (TEM), 16-19 Temmuz 2016 tarihleri arasında gözaltında tutulduğunu uzun sorgulama periyotlarına ve fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kaldığını söylüyor. Bu durum savcılığa, mahkeme başkanlarına defalarca beyan edilmesine rağmen sorgulama yapılmadan olayların kapatıldığını ekliyor.



DELİ GÖMLEĞİ GİYDİRİLDİ

Demirhan, gözaltında şahit olduklarıyla ilgili ise “Bilhassa iki polise (Hasan Basri Dağdelen ve Süleyman Akçin’e) deli gömleği giydirilmiş halde, üstü başı yüzü gözü kanlı yerlerde yatırılmış şekilde işkence yapıldığına şahit oldum. Birisi ile (Süleyman Akçin) aynı yerde gözaltında idik ve her işkence periyodundan sonra dertleşiyorduk. Çok az uyku, uzun sorgulama ve işkencelere maruz kaldık. Gerek yukarıda sorgulama yapılan mahallerde (4. kat), gerekse gözaltında tutulduğumuz (zemin eksi -1. kat) mahallerde kameralar vardı. Bu kameraların kayıtları ‘silinmemişse’ mutlaka işkence kayıtları tespit edilebilecektir.” diyor ve kendisini ‘kamerası olmayan’ avukat görüşme odasında dövmeye kalktıklarını da ifade ediyor.

Gözaltı sürecinde 16 saat ters kelepçe ile bekletildiğini yazan Demirhan darp edildiğini, bunun hastane kayıtlarına girdiğini ama kayıtların polisler tarafından imha edildiğini de ifade ediyor:

“Darp edildim, bu darp edildiğimi Mersin Devlet Hastanesi’nde günlük hastane kontrolleri esnasında bir doktorun sıhhi raporuna yazdırmış idim, bu raporu bizimle birlikte doktorun yanına giren emn. md. yardımcısı / polis değiştirdi, öncekini yırttı attı, doktor hanım da bir şey diyemedi, tabi anılan doktorun akıbetini de bilemiyorum.”


‘AİLEME PSİKOLOJİK İŞKENCE YAPILDI’

Demirhan kendisini sorgulayan emniyet müdür yardımcısı ile ilgili ise “…yapmadığım, işlemediğim suç/olaylarla ilgili (ki ilginçtir elinde bir fotoğraf, fotoğrafta kanlar içinde ölmüş bir kişi) ‘bunu sen yaptın’ diyerek ve ağzından da tükürükler fışkırarak beni suçlayan emniyet müdür yardımcısının yaptıkları, duvara dönük olarak saatlerce ters kelepçe ile ve dizler bükük durumda bekletilmem gibi hususlar olaya vehamet katmak ve beni zor durumda bırakmaya dönük haksız fiil ve ithamlar idi. Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 160 gereği haklarımızı koruması gereken savcılar ise işkenceler aleyhine hiçbir işlem yapmadı ve zaten öyle bir niyet de hiç gözlemlemedim. Ankara’da işkence yapıldığı haberleri de kulağımıza geliyordu, ailemizden de haber alamıyorduk. Bu ailemize de dolaylı bir işkence idi.”

Tuğamiral mahkemede tüm duruşmalar boyunca hep darbeci olduğu, hep yalan söylediği ve savunma hakkını kötüye kullandığı, aleyhine söz söyleyen herkesin ise ‘doğru söylediği’ ön kabulüyle hareket edildiğini ve yargılandığını anlatıyor.

SAVCI VE POLİSLER ÇOCUKLARIMI BANA VE ANNELERİNE SUÇ ATMALARI İÇİN ZORLADI

Demirhan, kendisi tutuklandıktan yaklaşık 9 ay sonra iki çocuğunun da tutuklandığını, eğitim haklarının ve özgürlüklerinin gasbedildiğini ifade ediyor. Savcı ve polislerin çocuklarını, kendisine ve annelerine suç atmaya zorlandığını yazıyor: “..önce siyah camın arkasında saklanıp sonra da oğlumun üstüne yürüyüp bana ve annelerine suç atması için zorlaması da (şantaj ve tehdit) hukuka ve insan haklarına, hepsinden ötesi ANAYASAYA AYKIRI bir davranıştır. Anılan savcı ve polisler suç işlemişlerdir. (Anayasa Md. 38)”

Nejat Atilla Demirhan’ın mahkemede yaşadıklarını ise:

“…ikinci Mahkeme Başkanı hem taraflı hem de bağımlı ve açıkça doğrudan (masumiyet karinemizi ihlal ederek) bizlere suçlamalarda bulunmuş, tanıkları sorgulamaya engel olmuş, defaaten ihsas-ı rey yapmış, davaya etkili biçimde katılma hakkıma engel olmuştur… (Kamera kayıtları var).  Talep ettiğimiz tanıkları çağırmadılar.

Gelen tanıkları sorgulamamıza müsaade edilmedi (İkinci Mahk. Bşk). Talep ettiğimiz duruşmalı yargılamam yapılmadan karar verilip dava dosyası Yargıtay’a gönderildi. Delillerin birçoğuna halen erişebilmiş değiliz, zaten ortada delil olmayan iddialar önce iddianameye, sonrasında da savcı MÜTALAASINA ve sonunda da karara girdi, karar verildi.

Demirhan, Emekli Hava Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok ve Aydınlık Gazetesi ve grubu tarafından defalarca aleyhinde hem medyada hem baka ifadelerinde suçlamalar yapıldığını ifade ettikten sonra Üçok ve Perinçek grubu ile hayatında hiç karşılaşmadığını söylüyor.

NEJAT ATİLLA DEMİRHAN’IN 16.02.2019 TARİHLİ 8 SAYFALIK MEKTUBU


“Burada belirttiğim hususlar genel hatları ile savunmalarımda da belirtilmiştir.
1- Sinan 1 No’lu Ceza İnfaz Kurumu (C.İ.K.)’dan Mersin’de yapılacak duruşma için getirildiğim Tarsus 2 No’lu T Tipi C.İ.K’da tutuklu bulunurken, babamın vefat ettiğini bana 14 Mart 2018 Çarşamba günü öğlen 14.00 civarı tebliğ ettiler.

Resmi dilekçe ile cenazeye katılmak istediğimi, her türlü masrafı da karşılayacağımı beyan ve talep etmiş olmama rağmen, bu insani taleplerime (bana halen resmi olarak bildirilmeyen ama işleme konan) RED cevabı verilmiştir. Üstelik gayri resmi olarak babamın cenazesine katılmama müsaade edilmediği, babamın defnedilmesinden sonra bana tebliğ edilmiştir.

Gerekçe olarak ‘güvenlik sağlanamayacağından’ gibi absürd bir gerekçe uydurulmuş, bu gerekçe ile cenazeye katılmama izin verilmemiştir.

Aynı dönemde, Organize Suç Örgütü mensubu / lideri olan bir kişinin (hükümlü) ve adam öldürmekten ağırlaştırılmış müebbetle hükümlü bir diğer kişinin kendi yakınlarının cenazelerine katılmaları ise dikkate alınmalıdır. Yani ikircikli, taraflı, yanlı karar verilmiştir. Zaten insani OLMAYAN bir karar verilmiş olduğu izahtan varestadır.

2- Kabul edilmiş olduğum Atatürk Üniversitesi Adalet Meslek Yüksek Okulu’ndaki eğitimime, OHAL (Olağanüstü Hal) gerekçe gösterilerek 2016 yılından 2018 yılına kadar devam etmeme, sınavlarına girmeme müsaade edilmemiştir. Yani ‘EĞİTİM HAKKI’ engellenmiştir.


3- Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde (TEM), 16-19 Temmuz 2016 tarihleri arasında gözaltında tutulduğum esnada;

– Uyumama müsaade etmeyecek şekilde (kısa aralıklarla, nezarette aşağıda) uzun sorgulama periyotlarına ve fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kaldım. Bu durumu savcılığa, Mahkeme Başkanlarına defaaten beyan etmemize rağmen, gerçekçi sorgulama yapılmadan olaylar kapatıldı.

– Anılan dönemde bilhassa iki polise (Hasan Basri DAĞDELEN ve Süleyman AKÇİN’e) deli gömleği giydirilmiş halde, üstü başı yüzü gözü kanlı yerlerde yatırılmış şekilde işkence yapıldığına şahit oldum. Birisi ile (Süleyman AKÇİN) ile aynı yerde gözaltında idik ve her işkence periyodundan sonra dertleşiyorduk. Çok az uyku, uzun soruşturma ve işkencelere maruz kaldık.


– Gerek yukarıda sorgulama yapılan mahallerde (4. kat), gerekse gözaltında tutulduğumuz (zemin eksi -1. kat) mahallerde kameralar vardı. Bu kameraların kayıtları ‘silinmemişse’ mutlaka işkence kayıtları tespit edilebilecektir.


– Ayrıca beni ‘kamerası olmayan’ avukat görüşme odasına bir kere sokup, kamerasız ortamda bir kere dövmeye kalktılar, kendilerine karşılık vermeye çalıştım. Halen ‘amiral’ olduğumu, bunun hesabını vermek zorunda kalacaklarını ifade ettim.


– Gözaltı esnasında şartlar feciydi, yemek deseniz köpeğe verseniz yemezdi, tuvaletlerin koşulları da ne temizlik ne de başka yönleriyle insani şartlardan çok çok uzaktı.


– TEM Şubede, gözaltına alındığım andan itibaren
* 16 saat süreyle ters kelepçe ile gayri resmi vaziyette bekletildim.
* Maddi ve manevi türlü işkenceler gördüm, şahit oldum.
* Darp edildim, bu darp edildiğimi Mersin Devlet Hastanesinde (gözaltı sürecinde) günlük hastane kontrolleri esnasında bir doktorun sıhhi raporuna yazdırmış idim, bu raporu bizimle birlikte doktorun yanına giren emn. md. yardımcısı / polis değiştirdi, öncekini yırttı attı, doktor hanım da bir şey diyemedi, tabi anılan doktorun akıbetini de bilemiyorum. Tabii anılan polisin cüretine bakın, bu ne cüret!

* Küfür ve hakaretler çok sıradandı; yapmadığım, işlemediğim suç/olaylarla ilgili (ki ilginçtir elinde bir fotoğraf, fotoğrafta kanlar içinde ölmüş bir kişi) “bunu sen yaptın” diyerek ve ağzından da tükürükler fışkırarak beni suçlayan emniyet müdür yardımcısının yaptıkları, duvara dönük olarak saatlerce ters kelepçe ile ve dizler bükük durumda bekletilmem gibi hususlar olaya vehamet katmak ve beni zor durumda bırakmaya dönük haksız fiil ve ithamlar idi.

– Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 160 gereği haklarımızı koruması gereken savcılar ise işkenceler aleyhine hiçbir işlem yapmadı ve zaten öyle bir niyet de hiç gözlemlemedim. Ankara’da işkence yapıldığı haberleri de kulağımıza geliyordu, ailemizden de haber alamıyorduk. Bu ailemize de dolaylı bir işkence idi.

4- Tüm duruşmalar boyunca hep darbeci olduğum, hep yalan söylediğim ve savunma hakkımı kötüye kullandığım, aleyhime söz söyleyen herkesin ise ‘doğru söylediği’ ÖN KABULÜYLE harekket edildi, bu şekilde yargılandım. Bunların hepsi ADİL YARGILANMA HAKKIMA tecavüzdü ve bu tecavüz fiilen defalarca gerçekleşti ve halen gerçekleşiyor maalesef.



5- Halen tutukluluğum devam ediyor, benim tutuklanmamdan yaklaşık 9 ay sonra, iki çocuğumu da tutukladılar (yaklaşık 10 ay tutuklu kaldılar), gözaltında da insani olmayan şartlarda ve uyuşturucu kullanıcıları /tacirleri ve PKK’lılarla birlikte bulunduruldular.

Sorgulama esnasında CMK 160 gereği haklarımı koruması gerelen savcı, Anayasamızın açık hükmü olan ‘Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz’ şeklinde amir hükmüne rağmen, önce siyah camın arkasında saklanıp sonra da oğlumun üstüne yürüyüp bana ve annelerine suç atması için zorlaması da (şantaj ve tehdit) hukuka ve insan haklarına, hepsinden ötesi ANAYASAYA AYKIRI bir davranıştır. Anılan savcı ve polisler suç işlemişlerdir. (Anayasa Md. 38)


Kaçma ve /veya delil karartma şüphesi olmamasına rağmen bu gerekçelerle 10 ay boyunca tutuklu yargılanana çocuklarım (biri erkek 18, diğeri kız 25 yaşında, tutuklu oldukları tarihte), 10 ay sonra tutuksuz yargılanmaya devam ediyorlar. Tutuklu oldukları sürede eğitim haklarından mahrum kaldılar, hürriyetleri gasbedildi. Ancak 10 ay sonra adalet kısmen tecelli etti, haklarında halen hiçbir somut ve hukuki bir delil olmaksızın yargılanıyorlar. Kızım aynı zamanda ABD vatandaşıdır.(Nilüfer Rümeysa Sönmez), oğlum Teoman Demirhan Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği 2. sınıf öğrencisidir.

6- Yargılandığımız Mersin 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) kararı ile “terör davalarına bakmak” üzere 15 Temmuz Darbe Kalkışmasından sonra kurulmuş ÖZEL BİR MAHKEMEDİR. Bu nedenle DOĞAL HAKİM İLKESİNE AYKIRIDIR.



7- 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL KHK’ları, anayasa ve yasalarda belirtilen süreler içinde meclis onayına sunulmadığından geçersizdirler.

8- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) madde 3; ‘işkence yasağı’ maalesef T. C. Devletinde de yürürlükte ve geçerli olmasına rağmen, ağır hak ihlalleri yaşanmış ve halen yaşanmaktadır.

* Kelepçeli WC’ye gitmek ve kelepçeli ihtiyaç gidermek,
* Kelepçeli yemek yemek
* Kelepçeli ibadet etmek
* insanilikten uzak nezarethane koşulları reva görülen bir kısım işkencelerdir.
Sincan 1 No’lu F Tipi CİK’te Haziran 2017’den itibaren şahsıma uygulanan (ve benimle birlikte bi grup kişiye de uygulanan) özel muamele de bir hak ihlalidir. Şöyle ki, o tarihten itibaren “TEHLİKELİ TUTUKLU” denilen bir statüye, hiçbir olay/neden/gerekçe olmaksızın ve idare tarafından alınan bir İDARİ KARAR ile (İdare ve Gözlem Kururu) kararı bir anda tehlikeli tutuklu ilan edilerek, alındım. Başıma şunlar geldi (halen daha bu statüdeyiz.)
* Tek kişilik hücreye konuldum.
* Sadece 1 saatlik havalandırma müsaadesi verildi. (Yasak olmasa, normalde; sabah 08:00’den başlayıp hava kararana kadar)
* Açık görüşlerin 1 ayda bir yerine, 2 ayda bir yapılması
* Kapalı ve Telefon görüşlerinin 1 hafta yerine, 2 haftada bir yapılması.
* TV yasak
* Radyo yasak
* Sosyal etkinlik (spor veya başka kültürel etkinlik) yasak
* Okunacak kitap sayısını 2 ile kısıtlama (şimdi 5 oldu)
* Ağırlaştırılmış müebbet hapsi HÜKMÜ alanlara bile reva görülmeyen şartlar…




9- Mal varlıklarım ve haklarım üzerinde, devletin bu dava aracılığı ile önemli kısıtlamalar getirmesi:
* Alma satma yasağı
* devir yasağı
* ikramiye / emeklilik maaşlarının verilmemesi (emekli maaşım halen verilmiyor)
ve sonuçta hem madden hem manen yoksullaştırıldık ve sarsıldık.
Ayrıca;
* Zoraki olarak 27 Temmuz 2019’da KHK ile mesleğimden (TSK’dan) ihraç edildim.
* Emekli olmaktan başka bir hayat hakkı tanınmadı, üstelik (zoraki) emekli olmama rağmen halen maaşım verilmiyor.

* Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK)’ndan emekli ikramiyem aylarca hukuk/kanun dışı verilmedi.
* Kendi mülkiyetim üzerindeki haklarıma mahkeme kararı ile ihtiyati tedbir konması (bir kısmı İzmir’de açıldığı söylenen bir dava kapsamında kızımın dahi haklarına tedbir konmuş) (halen sürüyor) (defalarca iptali için başvurduk, mahkeme yazı yazdı sonuç yok).

10- Hukuken kurulmuş olsa da YÜRÜTMEYE karşı BAĞIMSIZ ve TARAFSIZ olamadığı açık olan Mahkemede, 1. mahkeme başkanı görevinden azledilmiş ve arkasından da iki görev yeri değiştirmiştir.


Sonra gelen ikinci Mahkeme Başkanı hem TARAFLI hem de BAĞIMLI ve açıkça doğrudan (masumiyet karinemizi ihlal ederek) bizlere suçlamalarda bulunmuş, tanıkları sogulamaya engel olmuş, defaaten ihsas-ı rey yapmış, davaya etkili biçimde katılma hakkıma engel olmuştur.
NESNEL TARAFSIZLIK İLKESİ açıkça zedelenmiş, TARAFSIZLIĞI VE BAĞIMSIZLIĞI hususunda KUVVETLİ ŞÜPHELER olduğu tespit edilmiştir. (Kamera kayıtları var)



11- Ceza İnfaz Kurumlarında (Sincan, Tarsus, Mersin C.İ.K’Leri) avukat görüşmelerim esnasında hem KAMERA ve ses kaydı yapılması, hem de NEZARETÇİ MEMUR bulundurulması açık hak ihlalleridir. (AİHS Md. 6 ihlali)

– Gözaltında ancak 3. gün avukatımla görüşebildim. (hak ihlali)

12- ADİL YARGILANMA HAKKI başlığı altında bir diğer konu, SİLAHLARDA EŞİTLİK İLKESİ (delil ve bütün görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirme haklarını da içerir) ile, bu ilkeyi tamamlayan ÇEKİŞMELİ YARGI İLKESİ ihlal edilmiştir.
* Tanıklığı güvenilir olmayanların (şahsıma karşı düşmanlık kin/nefret güdenlerin) tanık olması
* Talep ettiğimiz tanıkları çağırmadılar, sorgulayamadık
* Gelen tanıkları sorgulamamıza müsaade edilmedi (İkinci Mahk. Bşk)
* Talep ettiğimiz duruşmalı yargılamam (İSTİNAF), duruşma yapılmadan karar verilip dava dosyası YARGITAY’a gönderildi.
* Delillerin birçoğuna halen erişebilmiş değiliz, zaten ortada delil olmayan iddialar önce iddianameye, sonrasında da savcı MÜTAALASINA ve sonunda da KARAR girdi, karar verildi.

* ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR ilkesi ile MASUMİYE T KARİNESİ hep ihlal edilmiştir (Yargılama süresince).

13- İddianame ve mütala taraflı hazırlanmmıştır. Suçun zamanı, yolu, delilleri vs. dökümleri bile olmayan telefon görüşmelerini ‘darbe ve örgüt kapsamlı koordineler’ şeklinde iddia etmesi ve benim AKSİNİ İSPATLAMAMI istemeleri
* Savunmam için (karar duruşması öncesi son SAVUNMAM İÇİN) 2,5 ay süre talebime sadece 15 gün verilmesi, yani savunma için yeterli süre tanınmaması.
* Savunmam için uygun imkan, şartar ve materyalin bize verilmemesi (ki buna deliller de dahil), bilgisayar imkanının olmaması ve/veya verilmemesi. Tarsus’ta iken yemek masası ve sandalye bile verilmemesi (savunmamı yatak üzerinde yazdım)



14- Sanık haklarımız, AİHS 6. maddesinin sağladığı güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde KISITLANMIŞTIR.

15- Hakkımda hem 15 Temmuz öncesi hem de sonrası, gerek yazılı gerekse görsel ve /veya sosyal medyada beni “SUÇLU, FETÖCÜ, HAİN, DARBECİ, ÜNİFORMALI TERÖRİST vb.” yaftalamalarla (bırakın İMA ETMEYİ) suçluluğumu DOĞRUDAN İLAN etmeye varan demeçler, konuşmalar, haberler, programlar yapılmıştır.


* Dönemin Bakanı Lütfi Elvan ve Mersin Valisi Özdemir Çakacak tarafından 17/18 Temmuz 2016 tarihinde (tarihi tam bilemiyorum, civarı) yapılan mitingte halka benim HAİN olduğum vb. ilan eden konuşmalar yapılmıştır.


* Emekli Hava Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok ve AYDINLIK Gazetesi ve grubu tarafından defalarca aleyhimde hem medyada hem baka ifadelerinde suçlamalar yapılmıştır (ki ne bu adamla ne de PERİNÇEK grubu ile hayatımda HİÇ KARŞILAŞMADIM, tanımam etmem).

16- Mersin’de bir kişinin burnu bile kanamamış, bir mermi sıkılmamış, dışarıda ne bir askeri araç, ne de bir asker görülmüş, kısaca HİÇ BİR ŞEY OLMAMIŞ olmasına rağmen; yapması gerekenleri TAM VE EKSİKSİZ YAPAN, yapmaması gereken HİÇ BİR ŞEYİ DE YAPMAYAN bir komutan olarak, alakasız 3-5 kişiyle DARBECİ yaftası yapıştırılan bir amiral olarak tarihe geçmiş bulunuyorum. Tabii Kader ne der, halen bilinmiyor, BİLİNEMEZ.


Allah’ın da bir hesabı vardır elbet…”


 


YARIN:

MİT NASIL TUZAK KURDU?

DARBEDEN SAATLERCE ÖNCE AMİRALİ KİM KUMPASA GETİRDİ?

BİRLİĞE GİRDİĞİNDE VURULMASI İÇİN KİM EMİR VERDİ?

İKİNCİ SEMİH TERZİ VAKASI MI YAŞANACAKTI?


EMEKLİ MERKEZ KOMUTANI ALBAYI EKREM ÖZER’İ O GECE MİT Mİ GÖREVLENDİRDİ?

NEJAT ATİLLA DEMİRHAN’IN EŞİ SEDEF DEMİRHAN VE MÜEBBET ALAN BİR ASKERİN KARDEŞİ, O GECE VE SONRASINDA YAŞANANLARI TÜM DETAYLARILA ANLATTILAR.