16 Nisan 2014 Çarşamba

Vecd gerek bize, vicdan gerek

16 Nisan 2014
Günümüz edebiyatının genç ve güçlü kalemlerinden şair-yazar Hüseyin Akın, baharı bir şiir, üç deneme kitabıyla karşıladı. "Sevmek, Karanfil ve Kiraz", Akın'ın 1986-2003 yılları arasında yazdığı tüm şiirleri bir araya getiriyor. Modernizm eleştirisi olarak adlandırdığı "Kaybolmak İçin Nereye Gitmeli", geçen hafta okurla buluşan "Yalan Dünyanın Yanlış İşleri" ve mayıs başında yayımlanacak olan "Hu Dönüşü", yazarın son dönemde yazdığı denemelerden oluşuyor. Akın, denemelerinde ‘meşgul ile meşgule hanım'ın bitip tükenmeyen işlerine, yalansız hava sahasına, marketizm ideolojisine, slogan kuşağına, firavunlaşma temayülüne ve daha birçok konuya odaklanıyor ve artık öyle bir zamana geldik ki, ‘kalplerimizi tekzip değil, tahsis etmek gerektiğini' söylüyor.
'Kaybolmak İçin Nereye Gitmeli' neden modernizm eleştirisi?
Bütün müştemilatıyla modern hayatın kıskacı içindeyiz. Artık kaybolmak bile neredeyse imkânsız hale geldi. İletişim ağları ile çepeçevre kuşatılmışız. Yolunuzu gözleyen değil, yolunuzun üstünde sizi gözetleyen birileri var. Birkaç dakika bile kendimizle baş başa kalamıyoruz. Kendimize gelsek, kendimizden de geçebileceğiz. Vecd gerek, vicdan gerek. İkisi de kaybolup kendine dönmeyi ve kendine gelip kaybolmayı işaret ediyor. Vecd kendinden geçmiş kalbin halidir, ama aynı zamanda “bulmak” fiilinden türemiştir, kaybolup kendine avdet etmek gibi bir anlamı içeriyor.

Kimse kaybolmak istemiyor aslında, tam tersine herkes görünür olmaktan çok memnun, öyle değil mi?

Kaybolmak aslında kişinin kendine rücu etmesidir. Kaybolmadığınız zaman neredesiniz? El cevap: Her yerdesin ama kendinde değilsin. Ama biz birbirimize tutunarak yaşıyoruz. İnziva yapabileceğimiz, münzevi olabileceğimiz ne mekânlar, ne imkânlar kaldı ne de kelimelerimiz var. Modern hayat, yolumuzu yordamımızı, kelimelerimizi, cümlelerimizi, reflekslerimizi, her şeyimizi değiştirmiştir. Artık birbirine benzeyen insanlar, evler, sokaklar, adresler var. O müstesna kişiliğimiz ortadan kalkmıştır. Bugün insanlar, dine karşı bir din ile muhataplar. Modernizm semavi dinlere kendi rengini ve kokusunu bulaştırmak isteyen bir tür ‘karşı din'dir.

Nasıl bir din?
Modernizm, dine karşı bir dindir. Masum görüntüsü içerisinde giyimimizi, kuşamımızı, inançlarımızı, aile hayatımızı, hepsini bizim ona gönüllü oluşumuzla değiştiriyor. Modernizm önce bizi icbar ediyor: ‘Çağa uymuyorsun, çağ dışısın, adapte olamamışsın, gelişmemiş varlıksın.' şeklinde bizi itham ediyor. Biz aslında dini yanlış tanımlıyoruz. Zannediyoruz ki din somut ibadet şekilleri olan, tanzim edilmiş düsturları bulunan bir şey. Hayır. Bugün bize dayatılan yaşam şekillerinin hepsi gelenekselleştikçe din haline geliyor.

İki deneme kitabınızdaki yazıların başlıkları, birkaç cümlede çok şey anlatan dizeler gibi. Günümüz insanının karakter tahlili biraz da: Ey Türk İhtiyarlığı, Çevrimdışı Samimiyet, Sırıtan Kahkaha, Somurtan Gülüş, Çok Meşhurdunuz Tanıyamadım, Meşgul ile Meşgule…
Ben şiire başlar gibi yazıya başlarım. Kimi zaman şiire niyet ederim bundan bir deneme çıkar, kimi zaman bir imge yakalarım, ondan hiç beklemediğim şekilde öykü vücuda gelir. Yazmak iyi niyetli bir başlangıçtır. Sonucu ne olursa olsun niyeti sahihtir. Bu sahih, iyi niyet yazılan metnin çeperlerine kadar sızan şiirdir. Sözünü ettiğiniz başlıklar böyle bir şiirsel sızmanın tezahürüdür. Şairin sadece hayatı değil bütün yazdıkları şiir olmasa da şiire dahildir.

“Modern insanın gözden çıkardığı iki yüz vardır. Birincisi kendi yüzü, ikincisi gökyüzü” diyorsunuz. Ortak noktası nedir bu iki yüzün?
İkisine de uzak yaşıyor insan. Aynada kendi yüzüne bakacak ne vakti ne de cesareti var. İnsanın kendi yüzünde gezintiye çıkması asıl itibarıyla bir muhasebe ve oradan kalbine uzanan yolları keşfetme şansını yakalamasıdır. İnsan tefekkür ettikçe kendi yüzüne yelken açmış olur. Diğer yandan gökyüzü insanın tepesinden kanatlanıp hızla uzaklaşan bir yüz gibi. Modern insan tabiatı profan kıldığı içindir ki gökyüzü silik ve okunaksızdır. “Bakışlarınızı kaldırıp gökyüzüne bir bakın” (Mülk suresi-3) ayeti bize çok önemli ipuçları vaat eder. Eğer bugünün çağdaş insanı kutsalını kaybetmişse bu göğünü kaybettiğinden dolayıdır. Bütün eşyanın, nesnenin, kelimelerin ve kavramların gökselliği gözden kaçırılmıştır. Şayet kendi yüzümüze dönük bir gözümüz ve gökyüzüne ayarlı bir özümüz olmuş olsaydı dünya-ahiret dengesini daha sağlam tutmuş olurduk.

'Eğlenceli Bir Yazı' denemenizde “Çok eğlendik diyen insanların aslında eğlenmiş olma noktasında kendilerini ikna etmek için bunu söyledikleri daha doğrudur.” şeklinde bir tespitiniz var. Bu cümle ile her yerde çok karşılaşıyoruz. Doğru olduğu kadar yerden yere vuran bir eleştiri bu. İnsanoğlu kendi kendini niye böyle bir ikna çabasına girsin ki?
Beslenip beslenmediğinize siz değil uzmanlar karar veriyor artık. Bedenine hızla uzaklaşan, bedenine yalnızlaşan bir insan tipinden bahsediyorum. Eğlenip eğlenmediğiniz de böyle. Sizin ne ile ne zaman ne kadar eğlendiğiniz belli modern kalıplarla ölçülüyor. Ne kadar eğlenmişlik hissi yaşamasanız da modern dizgeye göre eleştirilmez eğlence kalıplarının içerisindeyseniz “hiç eğlenmedim” deme özgürlüğüne sahip değilsiniz. Zira aynı tonda eğlenen insanlar cemaatinden kovulmuş, aforoz edilmiş olursunuz.

“Aynaya bakmanın cesaret gerektirdiği günlerde yaşıyoruz. Yüzümüzü teşhis, kalbimizi tashih edecek bir ayna gerekli bize.” Bir de kalplerin tekzibinden bahsetmiştiniz. Teşhis, tekzip, tashih… Hangisi elzem?
Yüzümüzü teşhis ilk başta gerekli olan. Eşkalimizi belirleyelim ki suçun ne kadarı bizde, anlamış olalım. Yüzümüzü teşhis ettikten sonra bir dalgıç edasıyla kalbimize iniş yapabiliriz. Kalbimizi yalan ve yanlış olandan ayıklamak için bu şart. Tekzip de gerekli kalbimizi. Hiç inanmadığımız, zorla kabul ettiğimiz şeyleri ayıklamadan olmaz. Tekzip edilmiş kalp selamete kavuşmuş-kalbiselim- samimiyet içre olan bir kalptir. Samimiyet insana “sen o değilsin aslında busun” der ve bunu tekziple başarır. Üçü de ehem, üçü de mühim. Hepsi lüzumlu ve hepsi elzem.

Peki meşgul kimdir, meşgule onun nesi oluyor?
'Meşgul' size gelmeden önce başkasına giden kişidir. Size gelebilmesi için önce kendisine gelmesi lazım. Bu da çok uzun ve meşakkatli bir yoldur, zira daha bir sürü uğrayacak yeri, yapacak işi vardır. Bütün vakitleri işgale uğradığı için kıpırdayacak hali kalmamıştır. Kapısına gelseniz de pencere camına tıklasanız da “bana mısın” demez. “Bana mısın” diyebilmek eşiği geçmektir zaten; üzerine alınmaktır gelen misafiri, iz süren adamı. Kimi ararsan bugünlerde telefonu meşgul çalıyor. İnsandan insana uzanan bütün hatlar dolu. 'Meşgule'ye gelince, ayak basılmamış, göz değmemiş yerleri, kırkından sonra çıktığı merdivenleri günde bilmem kaç kez süpürendir o. Meşgul ve meşgule dünyaya hükümet eden erkek ve kadındır. Ama ikisi de ziyadesiyle meşgul oldukları için biri diğerine birazcık yaslansa düşüveriyor. Birbirimizi göremeyecek, sevemeyecek, ismini söyleyemeyecek kadar meşgulüz.

“Denemelerde birçok kişinin ‘bu da konu mu!' dediği pek çok meseleyi konu dahline soktum. Birçok insanın göremediği, üzerinden atlayarak geçtiği şeyleri” demiştiniz. Mesela nedir onlar?
Sanki hepsi tam da hayatımızın göbeğinde… Dilencileri ve dilenmeyi yazdım, kimse onları yazmaz ki. Onlar hakkında yazı yazılan değil, kucağına bozuk para fırlatılandır. Yalakaları ve dalkavukları yazdım, bu insanlar da ifrat yapmaktan gözleri kör olmuş kişilerdir. Acıklıdırlar. Belki yazılan tek bir satır onları bu çanak yalayıcılık ve etek öpücülükten kurtarır diye düşündüm. Yazıyı onlara da layık görmeyiz. Otomobiller ve futbol aleyhine yazdım, her ikisi de teknoloji tanrısının dokunulmazlarıdır. Ama bu yazgının yazı ile bozulması gerektiğine inandım ve yazdım. Nankörleri, şakacıları, kıskançları, marketleri, meşhurları, balkonları hiç görmedikleri halleriyle insanlara göstermeye çalıştım. Yaklaştıkça bu kıyıda duran konular elbette hayatınızın ortasına kuruluyor.

“Eskiden bir kimliği bir de nüfus cüzdanı vardı insanların. Şimdi ise iki kimlikle hayatını sürdürüyor insan: Biri yanında taşıdığı, diğeri evde bıraktığı.” Evde bırakılan bu kimlik nasıl oluştu?
Toplumsallaştıkça sosyolojik bir varlık haline geldik ve şahsiyet sahibi olmak değersizleşip ilgi görmemeye başladı. Pragmatik, makyavalist, oportünist zihniyet ve kafa yapıları bu evde bıraktığımız kimliğimizin yarattığı boşluğu dolduran çağdaş unsurlardır hep.

Henüz yayınlanmayan "Hu Dönüşü" hangi konuları işaret ediyor?
'Hu Dönüşü' kitabı da din, dindarlık, medeniyet merkezli yazılardan oluşuyor. Özeleştiri niteliğinde bir kitap. Herkesin 'U dönüşü' yaptığı bir dünyada insanları Mevlânâ misali Hu dönüşüne davet ediyorum. Hidayet yazıları da diyebilirsiniz buna. Biraz ironik çokça hüzünlü yazılardan oluşuyor. Sosyal meselelere edebi bir kıvamla yaklaşmanın örnekleri. Sosyal ve dini mevzuları şiirle düşünmek nasıl bir şey onu ortaya koymaya çalıştım. Kısacası 'Hu dönüşü', dönüşü olan bir kitap. Dönüp dolaşıp okumak gerek.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ