2 Temmuz 2013 Salı

Anılardaki Erol Akyavaş

2 Temmuz 2013
Erol Akyavaş'ın (1932-1999) zamanında kıymeti bilinmedi. Yaşarken onun farkında olan birkaç isimden biri yazar Beşir Ayvazoğlu idi. Ayvazoğlu, İstanbul Modern'de devam eden 'Erol Akyavaş-Retrospektif' sergisi vesilesiyle albümünü karıştırdı. Onunla birlikte geçirdiği vakitleri; mesala nasıl tanıştığını, 1996 yılında hem Rusya'da hem İstanbul'da açmaya çalıştığı ‘Utanıyorum, Öyleyse Varım' adlı sergi fikrinin hangi yolculukta şekillendiğini, Rusya'da yaşadığı ilginç sansürü, Rusya ve Türkiye gümrüklerinde karşılaştığı kara mizah tadındaki hikâyeleri yazdı. Anıların tamamını Türk Edebiyatı dergisinin dün yayınlanan sayısında okuyabilirsiniz. Türk resminin önemli isimlerinden Erol Akyavaş'ın ikinci retrospektif sergisini ise 1 Aralık'a kadar görebilirsiniz. (Sevinç Özarslan)
Çiftehavuzlar’daki evinde… “Hem batın hem zahir”i tamamlanmak üzereydi








4Ekim 1989 
Tanıştığım gün, Tercüman’da...
1989 yılının 4 Ekim’inde gazetede telefonum çaldı; Rauf Tamer, Erol Akyavaş’ın yanında olduğunu, istersem kendisiyle röportaj yapabileceğimi söyledi. Hemen yukarıya, Rauf Bey’in odasına koştum; baktım, ufak tefek, zayıf ve fotoğraftakinin aksine sakallı bir adam, yüzünde tatlı bir tebessümle oturuyor… Rauf Tamer’in yanında bir müddet sohbet ettikten sonra birlikte Kültür Sanat Servisi’ne indik, oturduk. Tabii kendisine “Miraçname”yi ve Türkiye’de sanatçıların hiç itibar etmedikleri, hatta hiç bilmedikleri böyle konuları niçin tercih ettiğini sordum, uzun uzun anlattı…

Sol: Hallac-ı Mansur, 1987  Orta: Hallac-ı Mansur, 1987  Sağ: Ali, 1988

18 Ağustos 1995
Bosna yolunda Akyavaş’la...
“Dostluğumuz, 1995 yılında savaş devam ederken Bosna’ya yaptığımız sekiz günlük meşakkatli seyahat sırasında bir ağabey-kardeş ilişkisine dönüşmüştü... Erol Bey’in kafasında o gezi sırasında bir sergi projesi şekillenmeye başlamış, hatta adını bile bulmuştu: “Utanıyorum, o halde varım!” Akyavaş, kışları New York’ta, yazları ise İstanbul ve Girne’de yaşardı. 1996 Nisan’ının sonlarına doğru İstanbul’a geldiğinde sesinde her zamankinden fazla heyecan vardı; Rusya’dan Europa Festivali çerçevesinde bir sergi açmak üzere davet aldığını, pek hazırlıklı olmadığı için nasıl olsa kabul etmezler diye düşünerek Bosna dramıyla ilgili projesini teklif ettiğini ve –olacak iş değil- kabul ettiklerini söylüyordu. Hemen işe koyulan Akyavaş, kafasında bir yıldır şekillendirdiği enstalasyonu hazırladı ve mayıs ayı ortalarında St. Petersburg’a uçtu. 24 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında Beloselsky Sarayı’nda, 7-21 Haziran tarihleri arasında da İstanbul’da Metro Kültür Merkezi’nde sergilenecek olan eser, Avrupa’nın önemli merkezlerini dolaşacak, sonra da Savaş Suçları Mahkemesi’ne hediye edilecekti. İki panodan oluşan bu fotoğraflı enstalasyonun en önemli özelliği, panoların ortalarında isteyen herkesin Bosna’da yaşanan insanlık dramı hakkındaki düşüncelerini
yazabilecekleri şeffaf kâğıtların bulunmasıydı. “Utanıyorum, O Halde Varım” sergisi, St. Petesburg’da 24 Mayıs’ta açıldı, fakat açılışla kaldı. Çünkü ertesi gün saraya giden sanatçı, kapalı kapılarla karşılaşmıştı. Gerekçe komik: Yeterli eleman yok! Yani aslında sergi açıktır, ama görmek isteyenler Kültür Bakanlığı’na dilekçeyle müracaat etmek zorundadır vs. Kısacası, Ruslar, Bosna dramının işlendiği bir sanat eserine iki saat tahammül edebilmişlerdir. Eserini teslim alıp ülkesine dönebilmek için serginin kapanış tarihi olan 5 Haziran’a kadar St. Petersburg’da beklemek zorunda kalan Erol Akyavaş’ın Rusya ve Türkiye gümrüklerinde yaşadıkları ise kelimenin tam manasıyla bir kara mizahtır. Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanı’nın özel ilgisi ve Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda çalışan tecrübeli elemanların dört gün süren çabasıyla Türk gümrüğünden çıkarılabilen eser, Metro Kültür Merkezi’nde dört gün gecikmeyle ziyarete açılabilmişti.”

Beni en çok şaşırtan ve sevindiren, 
Aşk Estetiği adlı kitabımı okumuş olmasıydı
“Bu kitapta, resimde yapmaya çalıştığı şeyi temellendirebileceği ipuçları yakaladığını söylüyordu. Hatta değerli bir sanat tarihçisi tarafından yazılan ve Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle Enlem 80 tarafından yayımlanan Erol Akyavaş (1995) kitabına konulmak üzere benden bir yazı istemişti. Bunun doğru olmadığını söylemiş fakat ısrar edince istediği yazıyı yazmıştım. Ben olsaydım, kitabıma başka birinin yazısını koymazdım; nitekim söz konusu kitabın yazarı da kabul etmedi. Bunun üzerine Erol Akyavaş, “Bir İkonoklast Olarak Erol Akyavaş” başlığını taşıyan bu yazıyı İngilizce tercümesiyle birlikte dört sayfa olarak ayrıca bastırttı ve kitabı bazı dostlarına bu ekle birlikte hediye etti...
Erol Akyavaş, ışığın Doğu’dan geldiğini Amerika’da fark etmişti. Türkİslam kültürünün muhteşem birikimiyle sağlıklı ilişkiler kurmak için gösterdiği gayret, eserleri kronolojik olarak gözden geçirilirse açıkça görülür. Akyavaş, bu olağanüstü birikimin arkasındaki temel ilkeyi keşfettikten sonra, yani 1980’lerde “Kerbela”, “Kimya-yı Saadet”, “Hallac-ı Mansur” ve “Gazali” gibi dizilerle başlayıp “Miraçname” dizisiyle devam eden süreçte geleneğe ruh üflemeyi başarmıştı.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ