27 Eylül 2015 Pazar

Bir sanat galerisinin 20 yılı

27 Eylül 2015
Milli Reasürans Sanat Galerisi, açıldığı günden bu yana ‘ilk’lerin galerisi oldu. Batı’da özel müzelerin üstlendiği misyonu yıllarca yürüttü. Birçok sanatçının kariyerine öncülük etti. Türkiye’nin sanat ortamına katkıda bulundu. Enstitü gibi çalışan galeri, tüm bu birikimini 20. yıl özel sergisiyle hatırlatıyor. 
Galerinin yönetciliğini Ameli Edgü’nden geçen yıl devr alan Elvan Tekcan yapıyor (sağda). Ayşe Gür ise, kuruluşundan bu yana galeriye emek veren bir isim. Fotoğraf: Şule Tülin Üner, Zaman
Adını telaffuz etmek zor. İlk kez duyan, ‘o da ne!’ diye tepki veriyor. Hecelerseniz aklınızda daha çabuk yer eder: Re-a-sü-rans. Eğer yine de zorlanırsanız kısaca Milli Re diyebilirsiniz. Sadece telaffuzu mu, anlamını da akılda tutmak ne mümkün! Ameli Edgü ve Ayşe Gür ile ne zaman görüşsek, sanki yeni tanışıyormuşçasına hep aynı soruyu sorduk. ‘Reasürans ne demek, ne iş yapıyorlar? Milli Reasürans, sigorta şirketlerinin sigortasını yapan Türkiye’deki tek kurum. İş Bankası çatısı altında hizmet veriyor.

Sigortayla, parayla, pulla işimiz yok elbette. Bizi ilgilendiren, yine bu kurumun çatısı altında açılan Milli Reasürans Sanat Galerisi. Galerinin öyküsü, 1994 yılının ekim ayında, Millî Reasürans TAŞ’nin Teşvikiye’de, mimar Sevinç ve Hadi Şandor tarafından inşa edilen kompleksinin bir bölümünü sanat galerisi olarak tasarlamasıyla başladı ve yirmi yılı devirdi.

İstanbul’un en özgün galerilerinden biri olan Milli Reasürans, 20. yaşını özel bir sergiyle kutluyor. 30 Eylül’de başlayacak olan ‘20 Yılın Ötesine Taşınan Bir Sanat Belleği: Millî Reasürans Sanat Galerisi’ adlı sergi, galerinin kendi tarihini anlattığı bir arşiv çalışması. Tüm sergiler, afişleri ve davetiyeleri eşliğinde izleyiciyle tekrar buluşacak.
Nuri Bilge Ceylan ve Emine Ceylan, 2008'de birlikte açtıkları 'Babam İçin' sergisinde selfie çekerken. Fotoğraf: Selahattin Sevi, Zaman
Nuri Bilge Ceylan’dan Max Ernst’e
Kimler gelmiş, kimler geçmiş Milli Re’den. Önce retrospektiflere bakarsak; Kuzgun Acar, Naile Akıncı, Avni Arbaş, Tiraje Dikmen, Şakir Eczacıbaşı, Turan Erol, Neşet Günal, İhsan Cemal Karaburçak, Saim Özeren, Orhan Peker, Nevhiz Tanyeli, Eşref Üren ilk sırada geliyor. Mesela Avni Arbaş’ın daha sonra İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde bir retrospektifi açıldı. Ama o sergi ilhamını ve desteğini Milli Re’den aldı. Son yıllarda fotoğraf, mimari, tasarım ve tematik sergilere yoğunlaşan galerinin ilk yıllarında resim ve heykel sergileri daha yoğundu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi hocalarından Leopold Levi sergisi, 1938-1943 yılları arasındaki devlet politikası olarak yapılan ‘Yurt Gezi’leri sergisi bunlar arasında.

Milli Reasürans’ı iki açıdan ‘ilk’lerin galerisi olarak zikredebiliriz. İlki; farklı alanlarda isim yapan sanatçıların üretimlerine yer verdi. Ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan, ilk fotoğraf sergisi Sinemaskop’u burada açtı. Daha sonra ablası Emine Ceylan ile birlikte, ‘Babam İçin’ sergisini hazırladılar. Hem yönetmen hem ressam kimliği ile tanıdığımız Tayfun Pirselimoğlu da galerinin konukları arasındaydı. Mimar Emre Arolat ve geçtiğimiz nisan ayında hayatını kaybeden ünlü Alman edebiyatçı Günter Grass da Türkiye’deki ilk ve tek sergisiyle Milli Re’de idi.
Sakıp Sabancı Müzesi’nde devam eden Zero sergisiyle adını duyulan, Zero sanat akımının kurularından Günther Uecker Türkiye’deki ilk sergisini 2005’te Milli Reasürans’ta açmıştı. Uecker, serginin kurulmasında bizzat çalışmıştı (sağ başta, beyaz gömlekli)

İkincisi ise, galeri, sergi açacak olgunluğa ulaşan genç sanatçılar için bir sıçrama tahtası oldu. İrfan Önürmen, Ahmet Oran, Murat Germen, Turan Aksoy’a ilk sergilerinde yer açarak kariyerlerinde öncülük yaptı. Milli Re, sadece sanatçılara değil, Türkiye’deki sanat ortamına da katkıda bulundu. Ülkemizdeki özel müzeciliğin tarihi 10 yılı geçmediği düşünülürse Milli Re’nin, Avrupa’da ya da Batı toplumlarında müzelerin üstlendiği misyonu senelerce yürüttüğünü söyleyebiliriz. Mesela Sakıp Sabancı Müzesi’nde devam eden Zero sergisiyle adını duyulan, Zero sanat akımının öncüsü Günther Uecker Türkiye’deki ilk sergisini 2005’te Milli Re’de açmıştı. Thomas Ruff, Axel Hütte gibi Düsseldorf fotoğraf okulunun sanatçılarıyla, Norbert Kricke, Max Ernst, Sigmar Polke ile ilk kez yine bu galeride tanıştık.

Galeride emeği olan en önemli isim Ameli Edgü, artık Bodrum'da yaşıyor. 
Milli Reasürans Sanat Galerisi, yirmi yıla yaklaşık 200 sergi sığdırdı, yerli ve yabancı 200’ün üzerinde sanatçı ağırladı. Her sergisini katalog olmayan, arşiv değeri taşıyan bir kitapla taçlandırdı. Tüm bu işlerde iki ismin emeği var. Kuruluşundan bu yana galerinin yöneticiliğini yapan Ameli Edgü ve onun yardımcısı Ayşe Gür. Ameli Edgü, geçen yıl emekliye ayrılıp Bodrum’a yerleşti. Onun yerine, babası Süleyman Saim Tekcan vesilesiyle sanatın içine doğan ve sanat yöneticiliğinde ihtisas yapan Elvan Tekcan geçti. Ayşe Gür ise galerinin hafızası olarak işine devam ediyor ve tüm sergileri çocuk yetiştirmişçesine bir çırpıda anlatıveriyor. (www.millireasuranssanatgalerisi.com)

İMOGA ile işbirliği yapıldı
Sergi için, Türkiye’nin özgün baskı resim müzesi İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi (İMOGA) işbirliğiyle bir proje hazırlandı. Millî Reasürans Sanat Galerisi’nin sanatçıları arasından 10 sanatçı, birer eserinin telif hakkını bu çalışmaya vakfetti. Süleyman Saim Tekcan, Su Yücel, Serpil-Hanefi Yeter, Ali İsmail Türemen, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, İsmet Değirmenci, Ekrem Kahraman, Neşe Baydar ve Seçil Erel’e ait eserler, İMOGA’nın desteğiyle çoğaltıldı ve galerinin koleksiyonuna dahil edildi. Projede yer alan bu sanatçılar, limitli sayıdaki baskılarını imzalayarak; galeri hakkındaki düşüncelerini, duygularını, deneyim ve anılarını da bir video röportajında paylaştı. 17 Ekim’e kadar devam edecek sergide bu video izlenebilecek.

Ayşe Gür.

Foto-muhabirimiz Şule Tülin Üner, Elvan Tekcan ve Ayşe Gür'ü fotoğraflarken ben de onları çektim.


HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


24 Eylül 2015 Perşembe

Ebru teknesiyle geçen bir ömür

24 Eylül 2015
Ebru sanatının büyük üstadı Mustafa Düzgünman, vefatının 25'inci yılında özel bir sergiyle anılıyor. Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi Sergi Salonu'nda açılan “Tekne Başında Geçen Bir Ömür” adlı retrospektif sergi, aynı zamanda ebru sanatının bugünlere nasıl geldiğine dair bir arşiv niteliğinde.

Adına ister geleneksel, ister gelenekli, isterse İslam sanatları deyin, ebru, hat, minyatür, kat'ı, cilt gibi kadim sanatların bugün bazı mecralarda esamesi bile okunmaz. Kimse görmez, görmek istemez, sergi salonlarında yer açmaz, kültür-sanat sayfalarında, dergilerinde bile yer vermez. Elbette bu tavır o sanatların değerini düşürmüyor. Bilen biliyor, anlayan anlıyor, hak ettiği değeri teslim ediyor. O isimlerden biri de yıllarca Yapı Kredi Bankası ve Akbank'ın sanat danışmanlığını yapan Vedat Nedim Tör idi. 
Tör, büyük ebru üstadı olarak tarihe adını yazdıran Mustafa Düzgünman'ın, henüz yolun başında bir sanatçı iken Yapı Kredi Bankası Kazım Taşkent Galerisi'nde ebru sergisi açmasına, ebruyu Türkiye'ye ve dünyaya tanıtan 15 dakikalık kısa bir film çekilmesine vesile olmuştu. Olayın nasıl geliştiğini Düzgünman, Zeki Kuşoğlu'nun 1986'da kaleme aldığı anılarında şöyle anlatıyor:

“1967'ye kadar ebrucu olarak pek tanınmıyordum. O tarihte Galatasaray Yapı Kredi Bankası Kâzım Taşkent Galerisi'nde bir ebrû sergisi açtım. Bu sergi bankada şef olan arkadaşım Süha Tuna'nın teşvikiyle olmuştu. O zaman bankanın sanat müşaviri olan Vedat Nedim Tör özel alâka gösterip bir İtalyan film şirketine yüz bin lira verip on beş dakikalık bir ebrû filmi çektirdi. O dönemin sinemalarında, filmlerden önce kültür hizmeti olarak iki sene müddetince gösterildi... Sergi büyük rağbet görüyordu. Çünkü bâkir bir sahaydı ve ilk defa gösteriliyordu. Böylece efkâr-ı umumiye ebrûnun ne olduğunu anlamaya başlamıştı. Çocuklarına ve işyerlerine ebrû ismini koymaya başlamıştı insanlar. Arkasından Amerikan Kültür Merkezi'nde bir sergi daha açtım. Ardı geldi. Amerika'dan, İngiltere'den, Almanya'dan, Fransa'dan, Hollanda'dan gelen meraklılar yaptığım ebrûlara büyük ilgi gösterip, alıp memleketlerine götürüyorlardı.”

‘Gazete kâğıtlarına bile ebru yapardı'  
Ebrunun bugünlere gelmesine vesile olan Mustafa Düzgünman, ölümünün 25. yılında (12 Eylül 1990) Küçükçekmece Belediyesi Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi Sergi Salonu'nda (SKSM) açılan “Tekne Başında Geçen Bir Ömür” retrospektif sergisiyle anılıyor. Alparslan Babaoğlu, Uğur Taşatan, Hakan Dağlı'nın danışmanlığı, Erkan Doğanay'ın küratörlüğünde hazırlanan sergide, Düzgünman'ın ebru, cilt, musiki ve fotoğraf gibi alanlarda yapmış olduğu çalışmalarından örneklerle birlikte özel eşyaları sergileniyor. 

Üsküdar'da doğan Düzgünman, sadece ebru değil, devrin cilt sanatkârı ve dini musikisi icracısıydı. Babasının Üsküdar'daki aktar dükkânında çalıştığı sıralarda Hünkâr müezzin başı Hafız Muhittin Tarık Bey ve Üsküdar Çarşamba Rufaî Tekkesi şeyhi Hayrullah Tacettin Efendi'den ders almış, besteler yapmış ve pek çok dini besteyi kayda geçirmişti. İlerleyen yaşlarında Medresetül Hattatin'de (Hattatlar Medresesi) yetişmiş Necmeddin Okyay'ın öğrencisi olmuştu. 1940'lı yıllarda yani II. Dünya Savaşı devam ederken ebruya başlayan sanatçı, kâğıt bulamadıkları için gazete kâğıtlarına ebru yaptığını hatıralarında anlatıyor. Çiçekli ebruda hocasını açtığı yolda yürümüş, hem kendini hem de ebru sanatını geliştirmişit. Bugün ebru denilince anılan isimleri de o yetiştirdi. Niyazi Sayın, Alparslan Babaoğlu, Fuat Başar bu sanatçılardan birkaçı. Ama buna rağmen “Bana sorarlarsa, ben hâlâ Necmeddin Hoca'mın çırağıyım,” demeyi tercih etmişti...

Besteleri icra edilecek
“Tekne Başında Geçen Bir Ömür” sergisine paralel bir panel ve konser düzenlenecek. 3 Ekim 2015'te SKSM Konferans Salonu'nda gerçekleştirilecek panele Mustafa Düzgünman'dan hem musiki hem de ebru dersleri alan günümüzün en önemli neyzenlerinden Niyazi Sayın, Uğur Derman, Alparslan Babaoğlu, Sabri Mandıracı, Fatih Çıtak katılacak. Panelden sonra saat 16.30 ise udi Agah Terzi yönetiminde Düzgünman'ın bestelerinin icra edileceği “Mustafa Düzgünman Besteleri” konseri verilecek.
Mustafa Düzgünman (ortada), öğrencisi Alparslan Babaoğlu (sol baş) ile birlikte.
Üsküdar'da babasının aktar dükkanında.
Ebru malzemeleri de sergide yer alıyor.
Alparslan Babaoğlu (ortada), serginin açılışında.
Serginin açılışından.

ESERLERİNDEN...


HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

21 Eylül 2015 Pazartesi

Sahneler, sezonda hareketli olacak

20 Eylül 2015
Eylülün bitmesine on gün kala tiyatrolar canlanmaya başladı. 1 Ekim'den itibaren perdeler açılıyor. Devlet, şehir ve özel tüm tiyatrolar yeni oyunlarını yavaş yavaş açıklamaya başladı. Bu yıl sahnelerde öne çıkan belli bir tema yok. Ortaya karışık bir şeylerden söz edebiliriz. İstanbul Şehir Tiyatroları temasını ‘barış' olarak belirledi. Devlet Tiyatroları yeni oyunlarını sır gibi saklıyor, bir-iki oyundan haberdarız, özellerde ise öne çıkan konular; kadın, aşk, savaş, mültecilik, şöhret hastalığı, toplumsal ahlak, iktidar ve sistem eleştirisi… Bir de şiirsel uyarlamalar var. Bu sezon sahnelerde Gülten Akın ve Didem Madak'ın şiirlerinden hazırlanan iki uyarlama izleyeceğiz. Ayrıca yönetmen koltuğunda sürpriz isimler olacak. Son yılların başarılı oyuncularından Tansu Biçer, Semaver Kumpanya'da Moliere'in Cimri'sini yönetecek. Yine başarılı oyunculardan Tülin Özen iki yeni oyunda oynuyor. Selim İleri'nin Hayatımın Romanı ve Metin Kaçan'ın Ağır Roman'ının uyarlaması da sahnede olacak. İşte sezonun yeni oyunları…
Aziz Nesin, Çiçu
ANKARA DT'DE İLK HAFTA YENİ OYUN YOK
Devlet Tiyatroları'nın (DT) 2015-2016 sezonu 1 Ekim'de başlıyor. Ankara'da ilk hafta yeni bir oyun izlemek isteyen seyirci biraz beklemek zorunda. Zira Devlet Tiyatroları, yılın ilk haftasında Ankara programına yeni oyun koymadı. İstanbul programında ise Purnima ve Sırlar Ormanı oyununun prömiyeri yapılacak. İzmir'de ise ilk hafta tek oyun sahnelenecek. Aziz Nesin'in Çiçu oyunu ekimin ilk haftası İzmir'de tek başına ve ilk kez sahnelerde seyircisiyle buluşacak. Buna göre ekimin ilk haftası Başkent'te; Uğur Saatçi'nin yazıp Barış Erdenk'in yönettiği Yeşilçam, Mehmet Baydur'un yazdığı Uğur Sertel'in yönettiği Kamyon, Erhan Gökgücü yönetiminde sahnelenen Çehov'un ünlü Vanya Dayı'sı, Patrick Süskind'n yazdığı ve Metin Belgin'in yönettiği Kontrabas, Nuri Pakdil'in yazıp T. Murat Demirbaş'ın yönettiği Umut ve Şirin Aktemur Tıprak'ın yazdığı ve Umut Toprak'ın ise yönettiği Neşe'dert'aşk oyunları sahnelenecek. Oyunlar Akün, Altındağ, Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Oda Tiyatrosu ve İrfan Şahinbaş Sahnesi sahnelerinde seyirciyle buluşacak.

İSTANBUL DT'NİN YENİ OYUNU ÇOCUKLAR İÇİN 
DT'nin İstanbul gösterimleri ise bir ilk oyunla başlayacak. İstanbul DT'nin programına göre; Günay Ertekin'le Handan Ergiydiren Doğan'ın yazdığı, Handan Ergiydiren Doğan'ın yönettiği Purnima ve Sırlar Ormanı oyunu Cevahir Sahneleri Salon 1'de ilk kez sahnelenecek. İstanbul'da sahnelenecek diğer oyunlar şöyle: Haldun Taner'in yazdığı Nur Subaşı'nın yönettiği Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Peter Ustinov'un yazdığı ve Cevdet Arıcılar'ın yönetiminde sahnelenen Ellerimin Arasındaki Hayat, Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun yazdığı, Elif Erdal'ın ise yönettiği İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı, Işıl Kasapoğlu'nun yönetiminde sahnelenen Shakespeare'in Hamlet'i, 6-13 yaş arası izleyici için sahnelenen Levent Niş yönetimindeki Barış Gezegeni ve Duygu Gökhan'ın yönettiği 6-11 yaş arasına hitap eden Çiçeğim Solmasın oyunu. İzmir Devlet Tiyatroları'nda ise ekimin ilk haftası Aziz Nesin'in Aziz Nesin'in yazdığı, Tayfun Erarslan'ın yönettiği Çiçu prömiyer yapacak.

    Devlet Tiyatroları'nın Ankara programında yeni oyun olmaması sosyal medyada eleştiri konusu oldu. DT'nin 'ne versek izlenir' diyerek yeni oyun koymadığı savunuldu. Sosyal medya hesabından yeni oyun olmamasını sert bir dille eleştiren yazar ve sunucu Emre Saklıca, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da ilk hafta repertuvarının çok zayıf olduğunu belirtti. Saklıca, "Kontrabas bir klasik ancak ilk hafta yeni oyun izlemek istemez mi izleyici? Yeşilçam ortalama bir oyun, Vanya Dayı vasat, Kamyon hakkında kimsenin fikri yok. Baktığımızda; izleyiciyi heyecanlandıracak, aman hemen ilk günden bilet alayım dedirtecek bir oyun yok." diye yazdı. (Yavuz Akengin, Ankara)
   
ÜÇ ŞEHİR TİYATROSUNDAN SÜRPRİZ OYUNLAR

İstanbul Şehir Tiyatroları: Çalkantıların hiç bitmediği İstanbul Şehir Tiyatroları, temasını geçtiğimiz hafta barış olarak açıkladı: Nazım Hikmet'in kurtuluş savaşı destanından uyarlanan Kuva-i Milliye Destanı, II. Dünya Savaşı yıllarına seyirciyi götürecek Leningrad Çıkarması, savaş sonrası dağılan ailelerin hayatına dokunan Hepsi Oğlumdu ve İki Arada Bir Yerde, Sonsuz Öykü, Radyonun İçindekiler… Perde açmak için gün sayan diğer oyunlar; Üç Kuruşluk Opera, Cyrano De Bergerac, Devekuşu Kabare, On İkinci Gece.

Bakırköy Belediye Tiyatroları: Türkiye'nin seçimle başa geçen ilk sanat yönetmeni Alican Yücesoy ve ekibi sezonu dikkat çeken bir prodüksiyonla açıyor. Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu'nun meşhur yönetmeni Tim Supple'ın yönettiği Shakespeare'in mizahı bol eseri Yanlışlıklar Komedisi'ni merakla beklemedeyiz. Savaşlar, göçmenlik, hukuksuzluk, kadın-erkek eşitsizliği konularıyla işlenmiş metin bakalım gülerken canımızı ne kadar acıtacak?

Eskişehir Şehir Tiyatrosu: Eskişehir Şehir Tiyatrosu, sezona 6 yeni oyunla başlıyor: Amerikalı oyun yazarı, Sam Bobrick'in kaleme aldığı, Ekin Tunçay Turan'ın Türkçeye kazandırdığı “Halktan Biri”, Selahattin Hilav çevirisi olan, Çek yazar Jaroslav Hasek'in dünyaca ünlü oyunu “Aslan Asker Şvayk”, Turgut Özakman'ın kaleme aldığı “Töre”, İngiliz komedi ustası Ray Cooney'in, oğlu Michael Cooney ile birlikte yazdığı, Özgür Özdural'ın Türkçeye çevirdiği “Tom, Dick ve Harry” ve Metin Kaçan'ın ünlü romanından Zerrin Altıok'un sahneye uyarladığı “Ağır Roman”…
       
EN YOĞUN TİYATROLAR, ÖZELLER...

Semaver Kumpanya: Işıl Kasapoğlu'nun kurduğu Kocamustafapaşa'daki Semaver Kumpanya sezonu, Melih Cevdet Anday'ın “İçerdekiler” oyunuyla açıyor. Yönetmenliğini Volkan M. Sarıöz'ün yapacağı oyunda Serkan Keskin, Mustafa Kırantepe ve Tülin Özen var. Süresiz bir şekilde gözetim altında tutulan, suçu henüz kanıtlanmamış bir mahkum ile gardiyanının mahkuma suçunu itiraf ettirme çabası üzerine gelişen oyun, adaletsizce mahkum edilen gazetecileri hatırlatıyor. İkinci oyunu ise ünlü Fransız yazar Moliere'in Cimri'si. Tansu Biçer'in yöneteceği oyunun, en az oyun kadar ünlenmiş karakteri Harpagon'u ise Serkan Keskin oynayacak. (www.semaverkumpanya.com)

Bohem Rapsodi, provalardan...
Cazu Tiyatro: Geçen yıl Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanını oyunlaştıran Cazu Tiyatro bu yıl, bir rock müzikali hazırlıyor. Behiç Cem Kola'nın yazdığı ve bir işgal evinde yaşananların konu edildiği “Bohem Rapsodi”yi Hasan Şahintürk yönetiyor. Diğer oyunlar; yine Behiç Cem Kola'nın yazdığı ve “Cyrano de Bergerac” oyunu üzerinden bir oyuncunun hikâyesinin anlatıldığı “Kuliste”, S. Beckett'ın üçlemesinden yola çıkarak Oğuz Arıcı'nın yazdığı ve Hasan Şahintürk'ün oynadığı “Belki” ile Uğur Açıkgöz'ün Didem Madak'ın şiirlerinden yola çıkarak yazdığı ve Tuba Keleş'in oynadığı “Devrik Mahalle”. Cansu Kahvecioğlu'nun yazdığı ve huzurevinde ölmek üzere olan yaşlı bir kadın oyuncunun hikâyesinin anlatıldığı “Arafta Bir Kadın” adlı oyunu Ahmet Melih Yılmaz yönetiyor. Oyunlar, kasımda seyirciyle buluşacak. Cazu Tiyatro'nun bütün oyunları 3 Ekim'de açılışı yapılacak olan Kadıköy Theatron'da gösterilecek. Kadıköy Theatron, geçtiğimiz sezon bir depodan çok amaçlı salonlardan oluşan bir kültür merkezine dönüştürülmüştü. www.cazutiyatro.com www.kadikoytheatron.com

Biriken: Melis Tezkan ve Okan Urun tarafından kurulan Biriken 10'uncu yılını kutluyor. Biriken, isimlerinin esin kaynağı olan şiirin sahibi Gülten Akın'ın şiirlerinden uyarladıkları bir performans hazırlıyor. Şairin 1956'dan günümüze uzanan şiirlerinden yapılacak tematik bir seçkinin biriken tarafından yerleştirme-performans şeklinde sunulması. Tiyatro dışı ancak kendi dokusu olan bir mekanda seyirciyle paylaşılacak ve şimdilik Karşı-Tele Kendim diye adlandırılan projede şiirler, yılların tiyatro sanatçısı Meral Çetinkaya tarafından yorumlanacak. Biriken, Gülten Akın şiirleriyle yakın ile uzak geçmiş arasında bir diyalog kurmayı ve şairin dilindeki sadelik ile aşırı duyarlılığı -duygusallığı değil- yansıtmayı hedefliyor. (www.biriken.com)

Oyun Atölyesi: Haluk Bilginer'in kurduğu Oyun Atölyesi'nde iki yeni oyun var. İlki, Arthur Miller'in Köprüden Görünüş'ü. Yönetmen Kim Korkar Hain Kurt'tan oyunuyla dikkatleri üzerine çeken Hira Tekindor. Anne Zerrin Tekindor bu kez oyuncu değil, sahne tasarımcısı. İkinci oyun, Hansel ve Gretel'in Öteki Hikâyesi (Neil LaBute). Sırlarla dolu iki kardeşin hikâyesi üzerinden toplumsal ahlak kavramının sorgulandığı oyunu Ali Altuğ yönetiyor. Oyuncular: Ayça Bingöl, Salih Bademci. Oyunlar, ekimin ilk haftası izlenebilir. (www.oyunatolyesi.com)

Seyyar Sahne: Oğuz Atay ve Dostoyevski'nin romanlarını başarıyla oyunlaştıran Seyyar Sahne'nin, Nadir Sarıbacak'ın rol aldığı tek kişilik oyunu Yeraltı'ndan Notlar, geçen sezon çok beğenilmişti. Yer Altından Notlar, Tehlikeli Oyunlar, İçimde Kalmasın, Trom, Yılın En İyi Kadın Oyuncusu, Çocukluğumun Soğuk Geceleri bu yıl da devam edecek. Oyunların hepsi geçen sene oynandı, ama ödül gecesine hazırlanan bir oyuncunun hikâyesini anlatan Yılın En İyi Kadın Oyuncusu 4-5 gösterim yaptığı için yeni sayabiliriz. Kerem Eksen'in yazdığı, Celal Mordeniz'in yöneteceği İpek Türktan Kaynak ve Erdem Şenocak'ın rol alacağı yeni oyunun hazırlıkları ise devam ediyor. Adı henüz belli değil. (www.seyyarsahne.com)

Moda Sahnesi: Moda Sahnesi de sezonu iki oyunla açıyor. İlki Shakespeare'in Türkiye sahnelerinde pek yer edinemeyen En Kısa Gecenin Rüyası. İktidar baskısına karşı toplumsal eleştiri getiren oyunun yönetmen koltuğunda Kemal Aydoğan oturuyor, oyuncular Timur Acar, Mert Fırat, Didem Balçın, Melis Birkan. Oyunun perde açacağı tarih, 1 Ekim. İkinci oyun, ocak ayında prömiyer yapacak olan Alman yazar Moritz Rinke'nin Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz.

Özel Kadınlar Listesi
 Mam'Art Tiyatro: Bu yıl kurulan Mam'Art Tiyatro, Neil Labute'un “Some Girls-Özel Kadınlar Listesi” ile perde açıyor. Tuğrul Tülek'in yönettiği oyunu, Pınar Töre çevirdi. Beste Bereket, Başak Daşman, Hülya Gülşen, Feri Baycu Güler ve Deniz Karaoğlu'nun rol aldığı Özel Kadınlar Listesi, günümüzün hastalığı şöhret hakkında bir oyun. Özel hayatın çizgilerinin gittikçe inceldiği, herkesin şöhret olmak için hem kendinin hem başkalarının mahremiyetini hiçe saydığı bu hastalıklı durumu kırık aşk hikâyeleri üzerinden anlatıyor ve modern insanın ne kadar vahşileşebileceğinin altını çiziyor. Oyunun prömiyeri 12 Ekim Pazartesi 20.30'da Salon İKSV'de yapılacak. Oyun, 17 Ekim Cumartesi 20.30'da Cihangir'deki BO Sahne'de, 19-26 Ekim Pazartesi 20.30'da Salon İKSV'de, kasım ayı itibarıyla ayda bir de Moda Sahnesi'nde izlenebilir.

Avrupa
Ekip Tiyatrosu: Ekip, iki oyunla seyircinin karşısında olacak. Biri geçen sezonun beğenilen oyunlarından İki Kapılı Ev. Shakespeare'in çağdaşı sayılabilecek ünlü İspanyol yazar Pedro Calderón De La Barca'nın ‘İki Kapılı Evi Koruması Güç' adlı komedisinin modern uyarlaması… Ev, ekimde Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salon'da sahnelenecek. Ekip'in Nilüfer Belediyesi'yle ortak yaptığı yeni oyunu ise Avrupa. Bu kez ana mekan 90'ların Avrupa'sında bir sınır kasabası, bir tren istasyonu. Kalkan sınırlar, kıtayı boydan boya saran ekonomik buhran, değişen çağ, gözden düşen değerler, uyanlar ve uyamayanlar, savaştan kaçmış mülteciler ve kasabanın yerlileri, yükselen ırkçılık, her boşluğu ustaca değerlendiren faşizm… Avrupa, bugün hem ülkemizin hem de dünyanın içinde yaşadığı çok güncel bir meseleyle ilgili. Yazarı, David Greig'in yazdığı oyunun yönetmeni İki Kapılı Ev'de olduğu gibi Cem Uslu. Avrupa yolculuğu 20 Ekim'de Garajistanbul'da başlıyor. (www.ekiptiyatrosu.com)

Tiyatro Gerçek: Cemal Süreya, Van Gogh derken sıra bir komedi oyununa geldi. Selim İleri'nin kaleminden yozlaşan değer yargılarını eleştiren bir öykü: Hayatımın Romanı. Ana rollerden biri tabii ki Hakan Gerçek. İki perdelik oyunda, Osmanlı döneminin sonları, Cumhuriyet'in başlangıcı, arada kalmış bir kadın, çelişkiler, yalnızlıklar ve ikilemleriyle alışılmışın dışında bir yaşam var. (www.tiyatrogercek.com)
Dil Kuşu, Tülin Özen
Destar Tiyatro: Kürtçe tiyatro yapıp düzenli olarak sahne alan İstanbul'daki tek grubun heybesinde iki oyun var. Rênes Jiyan'ın yazdığı, Mirza Metin'in yöneteceği ilk oyun Dı Tuwaletê de. İkincisi dil oyunları projesinin üçüncü prodüksiyonu Dil Kuşu. Pelin Temur'un yazdığı oyunun yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, oyuncusu Tülin Özen. Dil Kuşu, insanın anadili ile var olma mücadelesi üzerine kurgulu gösteri. Oyunun prömiyeri 30 Eylül'de Şermola Performans'ta. (www.sermolaperformans.com)

D22: D22, kasım sonu yeni bir oyun sahneleyecek; Kuş Öpücüğü. Berkay Ateş'in kaleme aldığı oyunu Can Kulan ve Emir Çubukçu yönetecek. Ayrıca D22 bu yıl, geçtiğimiz sezonlarda olduğu gibi, konuk ekiplere ve farklı sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapacak. (www.tiyatrod22.com)

Tiyatrokare: 1992 yılında Nedim Saban tarafından kurulan Tiyatrokare, “Fosforlu” müzikalini hazırlıyor. Müzikalde Fosforlu Cevriye rolünü Ayça Varlıer oynayacak. Suat Derviş'in “Fosforlu Cevriye” romanından Tuncer Cücenoğlu tarafından uyarlanan oyun, eski İstanbul'un Galata semtinde yaşanan buruk bir aşk öyküsünü anlatıyor. Prömiyeri ağustosta yapılan müzikal ekimde sahnelenmeye başlayacak. (www.tiyatrokare.com.tr)
Kabuk
Galataperform: GalataPerform'un yeni oyunu "Kabuk" günümüz çiftlerinin aşka bakış açısını çarpıcı bir dille alıyor. Yeni Metin Yeni Tiyatro projesiyle üretim yapmaya başlayan genç yazar Ayşıl Akşehirli'nin kaleme aldığı oyunu Mine Çerçi yönetiyor. Oyun, sistem tarafından idealleştirilen “kusursuz beden” kavramının kent insanının üzerindeki ağırlığını hissettiriyor. Burak Safa Çalış, İpek Erdem'in rol aldığı oyun 2, 9, 16, 23 Ekim'de izlenebilir.

Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu: Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu, bu sezon iki oyun hazırladı. İlki, 27 Haziran'da Gümüşlük'te prömiyer yapan, başrolünde Sumru Yavrucuk'un oynadığı tek kişilik oyun Shirley. Oyunun İstanbul gösterimi geçen hafta Maslak'taki Uniq İstanbul'da gerçekleştirildi. İngiliz Willy Russell'ın 'Shirley Valentine' adlı oyunundan ‘Shirley' ismiyle Türkçeye uyarlanan oyun, birçok kadın gibi artık hayallerini bile unutan Shirley Valentine'nin hayatını anlatıyor. Pek çok tiyatro ödülünün sahibi olan Yavrucuk, Shirley'nin yönetmenliğini de üstleniyor. Evren Ercan'ın çevirdiği oyunun dekor tasarımı Nurdan Aliyazıcıoğlu'na, ışık tasarımı ise Yakup Çartık'a ait. İkinci oyun ise aralık ayında prömiyer yapacak olan David Mamet'in Oleanna isimli oyunu. Yönetmenliğini Oğuz Utku Güneş'in üstlendiği oyunda usta oyuncu Tamer Levent ve genç yaşına rağmen birçok ödül kazanan Begüm Akkaya birlikte rol alıyor. (www.tebdilimekantiyatrosu.com)

Santral Kumpanya: 2013'te Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği tarafından kurulan Santral Kumpanya da sezona yeni bir oyunla giriyor. Tek perdelik komedi Gençler Masası, çalışma hayatına adım atmış, hayatın sert gerçekleriyle karşılaşmış, bazı hayallerinden vazgeçmiş, ama bazı hayallerine inatla sarılan dört genci konu ediniyor. Baran Şaşoğlu'nun yönettiği oyunda Gizem Mercan Ağçal, Süreyya Bursa, Hasan Canberk Karaçay, Merve Şen oynuyor. (www.santralkumpanya.com)

Pürtelaş Tiyatro: Genel sanat yönetmenliğini Serdar Biliş'in üstlendiği Pürtelaş Tiyatro, Nick Payne'nin yazdığı Constellations adlı oyunu hazırlıyor. Başrol oyuncuları Deniz Karaoğlu ile Damla Sönmez. Organik bal üreten bir adamla, kuantum araştırmaları yapan bir kadını anlatan oyunu Tamer Can Erkan yönetiyor. (www.purtelas.org)

Dot Tiyatro: Dot Tiyatro'nun yeni oyunu Murat Daltaban'ın tek başına oynadığı Midwinter. Oyun, kasımda DotKanyon'da prömiyer yapacak. (www.go-dot.org)

İkinci Kat: İkincikat, geçen yıl başlattığı savaş ve barış oyunları serisinin üç ve dördüncüsünü hazırlıyor. İlki Defne Halman'ın oynadığı Kar Küresinde Bir Tavşan. İki farklı evrenden gelen ve mürekkepten atlar kalesinde buluşan iki kadının; bir anne ile kızın masalı. İkincisi Kasap. Metnin sordurduğu soru ağır, insanoğlu kendi türünü de yer mi? (www.ikincikat.org)

Tatbikat Sahnesi: Erdal Beşikçioğlu'nun sanat yönetmenliğindeki ekibin iki yeni oyunu var. Mezarsız Ölüler (Jean Paul Sartre), Marquis De Sade ‘Quills' (Doug Wright). Beşikçioğlu'nun yıldızlaştığı Bir Delinin Hatıra Defteri (Gogol) seyirciyle buluşmaya devam ediyor. (www.tatbikatsahnesi.com)

Tiyatro Kedi: Gogol'ün klasiklerinden Müfettiş'le sahnedeler. Haldun Dormen bu kez yönetmen değil, oyuncu. Sahne arkadaşları Tolga Güleç, Hakan Altıner, Selde Özbek… Yönetmen, Cenk Tunalı. Prömiyeri geçtiğimiz hafta yapılan oyun, çürümüş sistemde devletin konumu üzerine eleştiri. (www.tiyatrokedi.com)

Tiyatro Keyfi: Tiyatro Keyfi sezonu 26 Eylül'de Borusan Oto Dolmabahçe Sahne'de sahnelenecek Cahide müzikali ile açıyor. Ünlü sinema oyuncusu Cahide Sonku'nun hayatı üzerinden yine bir kadının sanatta, toplumda var olma mücadelesi anlatılıyor. Gökhan Eraslan'ın yazdığı, Kemal Başar'ın yönettiği müzikalde Nilüfer Açıkalın başrolde. (www.tiyatrokeyfi.com)

Emek Sahnesi: Onur Behramoğlu ile Onur Aydın'ın yazdığı yeni oyun Sadece Diktatör'de Barış Atay rol alıyor. Emek Sahnesi'nde ayrıca, Harbiye'deki Mekan Artı'yı kapatan Ufuk Tan Altunkaya kasımın ortalarında yeni bir oyun sahneleyecek. (www.emeksahnesi.com)

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu: Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu'nda üç yeni oyun var. Mary Shelley'in romanından Nick Dear tarafından uyarlanan Selen Korad Birkiye'nin çevirisini yaptığı Frankenstein, Şakir Gürzumar yönetiminde Türkiye'de ilk kez sahnelenecek. Oyun, 12 Aralık Cumartesi Zorlu Center PSM'de prömiyer yapacak. Sinan Biçici'nin yazdığı Levent Ülgen'in yönetip başrolünde olduğu Sadece Bir Gece adlı komedi 17 Kasım'da Kozzy'de prömiyer yapacak. David Giselmann'ın yazdığı Yiğit Pakmen'in yönettiği SAKM Alternatif Sahne oyunu olan Bay Kolpert 22 Ekim Perşembe SAKM Çolpan İlhan Sahnesi'nde perde açacak.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ...


15 Eylül 2015 Salı

'Su şişelerini, Yezidilerin yaşadıkları zulüm unutulmasın diye topladım'

16 Eylül 2015 
Çağdaş sanatta gelecekte acaba hangi isimler öne çıkacak? Sadece bu soruya cevap vermek için kurulan exhibist dergisi, 14. İstanbul Bienali'ne paralel bir sergi açtı. Küratörlüğünü Anna Zizlsperger'in yaptığı sergiye seçilen isimlerden biri de, Zaho'da Yezidilerin ‘Su Şişeleri'ni toplayan Kürşat Bayhan.
İstanbul’da devam eden 14. Uluslararası İstanbul Bienali ve bu bienale paralel açılan o kadar çok sergi var ki… Bazen hangisini izleyeceğimizi şaşırıyor, asıl görmemiz gerekenleri ıskalıyoruz. Tophane’deki Mixer Sanat Galerisi’nde 11 Ekim’de sona erecek olan ‘(re)present exhibist: 2 years’ sergisi bunlar arasında. Sergide öyle bir çalışma yer alıyor ki, acaba nasıl bir acıyı ya da sevinci fısıldayacak diye saatlerce karşısında durma ihtimaliniz yüksek. Foto muhabiri Kürşat Bayhan’ın, Yezidilerin ‘su şişeleri’ni anlattığı çalışması serginin en çarpıcı eseri.

IŞİD, geçen yıl ağustos ayında Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki birçok şehre saldırı düzenledi. Sincar ve Kobane’deki savaşta Zaman’ın foto muhabiri Kürşat Bayhan da vardı. IŞİD, Sincar’da kontrolü ele geçirdiğinde binlerce Yezidi için çok zorlu bir yolculuk başlamıştı. İnsanlar panik içinde doğdukları toprakları bırakarak Şengal Dağı’na kaçıyordu. Kadın erken, çoluk çocuk, yaşlı genç herkes 40 derece sıcaklıkta yollardaydı... Ve bu yolculukta yanlarında tek bir şey vardı; bir litrelik su şişeleri. Ne ekmek, ne başka bir yiyecek! Su hem daha hayati bir nimetti hem de türbelerini nehir ve dere kenarlarına yapan Yezidiler için kutsaldı. Ayrıca şişelere, sıcaktan korumak ve kolayca taşıyabilmek için perde, nevresim, havlu, çuval ve çorap parçalarından allı güllü kılıflar dikmişlerdi. 

Kürşat Bayhan’ın yolu Yezidilerle Nusaybin’e komşu olan Irak’ın Zaho şehrinde kesişti. O anı şöyle anlatıyor Bayhan: “Şengal Dağı’nı ve Dicle Nehri’ni geçerek Suriye’ye, oradan da Zaho’ya gelebilen Yezidileri görünce şoke oldum. Yaşadıkları panik ve yorgunlukları yüzlerinden belliydi. Bir sıra halinde Zaho’ya gelen ailelere gönüllüler ve sivil yardım ekipleri su dağıtıyordu. Yeni su şişelerini alanlar, boyunlarında taşıdıkları renkli ve kılıflı şişeleri yol kenarına bırakıyordu. O andan çok etkilenmiştim. Beni sınıra getiren taksiciyle birlikte şişeleri toplamaya başladık. Şaşkınlıkla bize bakan görevliler ne yaptığımızı anlamadı. 14 şişeyi İstanbul’a getirip fotoğrafladım. Çünkü her biri farklı bir gerçeklik ve yaşanmışlık içeriyordu. Ve tabii ki insanların maruz kaldığı zulüm unutulmamalıydı.” Fotoğraf, heykel, video gibi farklı disiplinlerden 14 sanatçının eserini bir araya getiren sergi 11 Ekim’e kadar görülebilir.

Küratör Anna Zizlsperger: ‘Diyaloğu ve eleştirel düşünmeyi hedefliyoruz"

Serginin küratörlüğünü, Türkiye’de iki yıldır yayınlanan üç aylık exhibist dergisinin sanat danışmanı Alman Anna Zizlsperger yapıyor. Türkiye’de çağdaş sanata odaklanan bağımsız, kâr amacı gütmeyen ve İngilizce yayınlanan exhibist, Avrupa, Amerika ve Asya’da 25’ten fazla noktada okurla buluşuyor. 2013’te sanal yayına başlayan dergi, her sayısında gelecek vaat eden Türkiyeli sanatçılara geniş yer ayırıyor. Çağdaş sanat hakkında makalelere, çağdaş sanat galerilerine ve etkinliklere genel bir bakış sunuyor. Sergide, Kürşat Bayhan ile birlikte İrem Sözen, Civan Özkanoğlu, Gözde İlkin, Arslan Sükan, Sibel Horada, Candaş Şişman, Metin Çelik, Gözde Türkkan, Aslı Narin, Güneş Terkol, Sena, Bora Başkan ve Çağdaş Kahraman olmak üzere 14 sanatçı seçen Zizlsperger, yaratıcılığı, diyaloğu ve eleştirel düşünmeyi hedeflediklerini söylüyor ve ekliyor:
“Amacımız çağdaş sanat platformu olmak. Türkiye’ye ilk geldiğimde uluslararası nitelikte birçok sanatçının varlık göstermesine rağmen birçoğunun özellikle de genç olanların yurtdışında duyulmadıklarını ve bu alanda bir eksiklik olduğunu fark ettim. Exhibist’in doğuşu da bu boşluğu doldurmak için oldu. Türkiye’de İngilizce yayın yapan ve Türk çağdaş sanatını konu edinen çok az sayıda dergi vardı. Hem bir platform oluşturmak hem de sanatçılarla yapılan röportajlar, makalelerle bir arşiv niteliği de taşıyoruz. Geçen iki senenin ardından 25 farklı noktada Avrupa’da Türkiye’nin çağdaş sanatının sesi soluğu oluyoruz. Bunların arasında Basel, Viyana, Londra ve Dubai gibi önemli sanat fuarlarının yapıldığı şehirler var. Exhibist genel olarak her sayısında farklı bir konuyu, sanat akımını ve Türkiye’de bu konuda sanat üretimi yapan sanatçıları konu ediniyor. Örneğin 5. sayımızda çağdaş Türk fotoğrafı, 6. sayımızda çağdaş Türk çizerleri konu edinildi. Her sayımızda konunun uzmanlarının yazılarının olduğu bir yelpaze sunuyoruz. Amacımız Türkiye’de sanat üretimi yapan genç sanatçıları Avrupa’daki sanatsever, küratör ve koleksiyonerlerle tanıştırabilmek. Şimdiden dünyanın farklı şehirlerinde kitapçılarla anlaştık. Paris, Newyork, Şikago gibi şehirlerde Exhibist dergisini bulabiliyorsunuz. Geçen iki sene içerisinde çok güzel geri dönüşler aldık. Farklı ülkelerdeki modern sanat müzeleri, küratörler, üniversitenin sanat bölümleri dergimizi talep ediyor. Ayrıca tasarımımız da okuyucular tarafından beğeni topluyor. Belirlediğimiz konular da önemli. Örneğin son sayımızda Türkiye’de Modern Sanat’ın son 10 yılı üzerine bir çalışma yaptık. Bu öğrenciler ve küratörler tarafından çok sevildi."
 




HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

14 Eylül 2015 Pazartesi

Nuri İyem 100 yaşında

14 Eylül 2015
Kartvizitinde ‘ressam' yazan ilk Türk sanatçı Nuri İyem, doğumunun 100. yılında “Nuri İyem 100 Yaşında / Portre” sergisiyle anılıyor. 16 Eylül Çarşamba günü Bebek'teki Evin Sanat Galerisi'nde başlayacak sergide, sanatçının ismiyle özdeşleşen Anadolu kadınını resmettiği portrelerinin yanı sıra vefatından sonra atölyesinden çıkan, tamamlanmamış resimleri de olacak.

Figüratif Türk resminin en önemli, bizce en değerli sanatçılarından Nuri İyem için en kapsamlı sergi, 2001'de TÜYAP Tepebaşı'nda açılan “Dünden Yarına Nuri İyem” retrospektif sergisiydi. Büyük bir ekiple hazırlanan bu sergi, Türkiye'de resim alanında yapılan ilk dijital arşivleme çalışmasıydı. 531 kişi, kurum ve özel koleksiyonlardan yaklaşık 2 bin tablo sadece sergilenmemekle kalmamış Apple Bilkom tarafından bir sergi için özel yazılan arşiv sistemiyle kaydedilmişti. Nuri İyem'in günümüzde 2-3 bin arasında (belki daha fazla) resmi olduğu biliniyor.
1915 yılında İstanbul Aksaray'da doğan Nuri İyem aramızdan 18 Haziran 2005'te ayrıldı. Yaşasaydı bugün 100 yaşına girecekti. Oğlu ve gelini Evin-Ümit İyem'in 1996'da kurduğu Evin Sanat Galerisi, sanatçının 100. doğum yılını 16 Eylül Çarşamba günü açılacak “Nuri İyem 100 Yaşında/Portre” sergisiyle anıyor. Kapsamı daha dar olan bu sergide, Nuri İyem'in ismiyle özdeşleşen Anadolu kadınlarının portrelerinin yanı sıra sanatçının vefatından sonra atölyesinden çıkan, tamamlanmamış resimleri de yer alacak. Ama elbette ki, kartvizitinde ‘ressam' yazan ilk Türk sanatçı Nuri İyem'i, bugün anıyorsak ve eğer bundan sonra anmaya devam edeceksek, bu, o portreleri sayesinde olacak. Beyaz yaşmaklı, çakmak çakmak bakan gözlerinde hüznü ve acıyı taşıyan o eşsiz kadın portreleri… Sanatçının 1960'tan itibaren bıkmadan usanmadan resmettiği bu tablolarda aslında gerçek bir hikâye gizlidir. Kendisinin ifadesiyle ‘hep ablasının yüzünü arar' sanatçı.

Nuri İyem'in resmini etkileyen en önemli kadın, 1922'de vefat eden ablası Aliye hanımdı. Evin Sanat'taki sergi 31 Ekim'e kadar açık kalacak.


Henüz üç yaşındayken babasının görevi nedeniyle Cizre'ye giden İyem bir gün sıtmaya tutulur. Nöbet nöbet gelen ateş, titreme, terleme… Kendini kaybetmeler, saatlerce süren ızdırap, buhran hali. O günlerde İyem'in yanı başında hep ablası vardır. Gözünü açtığında Aliye hanımın merhametli, aynı zamanda endişe ve acı dolu yüzüyle karşılaşır sanatçı. Özellikle gözlerini hiç unutamaz. Nuri İyem hastalığı atlatır fakat Aliye Hanım, 1922'de doğum yaparken vefat eder. İyem, yaşadığı şoku yıllar sonra bir dostuna şöyle anlatır: “İnanamadım… günlerce, aylarca, yıllarca onun öldüğüne inanamadım. Hâlâ, ben inansam bile, içimdeki ben, ablasının öldüğüne inanmıyor.” Çocuk yaşta ablasını kaybetmesi, ölüm acısı Nuri İyem'i ve sanatını çok etkiler.

İyem, son yıllarını Etiler Çamlık'taki atölyesinde, yazın ise Şile'deki evinde geçirdi. Sağlığı elverdikçe resim yapmaya devam etti. Hayatında en büyük değeri  kadınlara verdi. 23 yaşındaki genç bir kıza bile elini öptürmeyecek kadar kadına saygılıydı. Kimsenin önünde eğilmesini istemezdi. Nüvit Özüdoğru'nun dediği gibi, ‘kadın Nuri İyem'in resminde başlıca konuydu. Sömürüldüğünden ötürü. Necati Cumalı'nın, Cahit Atay'ın, Adalet Ağaoğlu'nun tiyatroda yaptığını Nuri İyem resimde yaptı.'

Ahmet Hamdi Tanpınar, Oktay Akbal, Sabahattin Eyüboğlu, hocası Leopold Levi, Adalet Cimcoz, Hilmi Yavuz, Sezer Tansuğ, Adnan Benk, Turgay Gönenç ve daha pek çok kıymetli isim onun Türk resmindeki değerini bildi ve yazılarıyla bunu her zaman dile getirdi. O anlamlı yazılardan biri de kısa bir süre önce (28 Ağustos'ta) kaybettiğimiz Oktay Akbal'ın, 1980 yılında Sanat Çevresi dergisinde yazdığı yazıdır. Hem Nuri İyem'i hem de Oktay Akbal'ı, daha dün gibi yazılmış bu yazıya yer vererek bir kez daha hatırlıyor ve saygıyla anıyoruz.

DOSTUM NURİ İYEM

OKTAY AKBAL, SANAT ÇEVRESİ DERGİSİ, 1980

“Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesi…” Tanpınar, bir yazısında Nuri İyem'den böyle söz ediyordu. Yaratılış mucizesi… Sanatçı, bir yaratılış mucizesidir. Sanat, doğaya aykırı bir eylemdir de ondan… Doğayla yarışa girmiş bir apayrı “doğa.” (…)

Nuri İyem “büyük” bir sanatçımız. Altınız çizerek, büyük diyorum. Cumhuriyet dönemi Türk sanatının, resim alanında ortaya çıkardığı birkaç gerçekten önemli ressamından, en başta adı anılması gerekenlerden biri. (…) Ta 1940'taki “Liman sergisinde mim koymuştum Nuri'ye. Hepsi genç, ateşli, hızlı, büyük savlarla dolu genç ressamlar arasında en çok dikkatimi çeken İyem olmuştu. İkinci sergileri de Eminönü Halkevi'nin alt katındaki dar uzun bir salonda açılmıştı. İyem'in bir İlhan Berk deseni vardı. Başka resimleri… Tanıyış o tanıyış, seviş o seviş… 1940, şimdi tam kırk yıl geride… Demek kırk yıllık bir hayranlık, bir sevgi, bir dostluk. (…)

1945-46'daki siyasal serüveninden bende kalan bir anı var: Köprüden Fahir Önger ve Suavi Koçer'le geçişimiz Nuri'nin yanındaki iki “sivil”le bize doğru gelişi. Tam yanımızdayken başını Haliç yönüne çevirip, bizi görmezlikten gelişi, Fahir'in bana “yürü” deyip kolumdan çekişi, ama Suavi'nin içtenlikle “Nuriciğim” diye ona doğru koşuşu, sonra “Nuri'nin yanındakiler beni tersledi” diye yanımıza gelişi… Bir zamandı o heyecanlar, o arayışlar da… Sonuçsuz kalan dürüst coşkular. Türkiye'de bir toplumculuk ışığının yakılmak istenmesi. Ama her zaman karşılaşılan o kapkara güçlerin o ışığı hemencecik söndürmeleri…

Nuri içine kapandı, kendi evrenine kapandı ardından. İşsizlik, yalnızlık, yoksulluk… Ne var ki Nasip vardı yanında. Gerçek bir sanatçı, gerçek bir insandı Nasip. Nuri'nin kırk yıllık yaşam arkadaşı. Gençtim, çok gençtim o günlerde, o yeni evlendikleri günlerde… Nuri ile Nasip kadar birbirine yakışan çifti tüm yaşamımda göremeyeceğimi nereden bilebilirdim! Sırt sırta verdiler, el ele… Sanat evreninden güç aldılar, çalıştılar, yarattılar, yaşadılar. En dürüst, en sağlıklı, en güvenli yaşamı sürdürdüler. Yaratarak hep yaratarak… Doğa, toplum, yasalar, alışkanlıklar, korkular bir yana itildi, varsa yoksa sanattı baş tacı olan, önemli olan…

Kimse inanmaz: Bir Nuri'dir gelmiş geçmiş Türk ressamları arasında Avrupa görmeyen… Bugün adı ünlüye çıkmış tüm ressamlarımız, heykelcilerimiz Paris kaldırımlarında birkaç yıl dolaşmışlardır. Müzeleri, galerileri, kahveleri tatmışlardır. Bir Nuri İyem'le eşidir Paris'i bilmeyen, görmeyen, bilmek görmek için de aşırı bir tutkusu olmayan..

Tanpınar şöyle yazar bu konuda: “Bu Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesini iki defa Derian'le konuşturun, üç ay Matisse ve Bonnard'la kalsın, Louvre ve Uffici müzesini gezsin, doya doya Cezanne'ı, Rembrandt'ı görsün, 15. asır İtalya'sı dediğimiz o mücevher yağmuruna altı ay tutulsun, sel halinde aydınlık iliklerine kadar işlesin, elbette ki Nuri'nin peyzajları, o sükut musikisi bize bu temaslardan bir fecri şimali gibi zengin, şaşırtıcı ve sadece tabiatüstü infilak halinde dönecektir.”

Nuri İyem –son yıllarda gitti mi bilmiyorum- Avrupa yolculuğu yapmadı hiç. Tanpınar'ın dediği yapıtları, müzeleri yakından görmedi. Demek ki ille de görmek, gezmek değil sanatçıyı büyük ve önemli kılan; kendi iç zenginliği, aydınlığı, içindeki o mücevher… Nuri de somuttan soyuta, soyuttan somuta geçen, ama her durumda da “kendi olan” yapıtlar veren bir sanatçı olduysa, yapısındaki “mucize”ye benzer cevherden.. Hem yaşamını sanatıyla kazanmak, hem de sanatını yeni yeni doruklara çıkarmak gibi güç, ama onu verici bir savaşımdan yüzünün akıyla çıkmak da bu “cevher”in güçlü oluşundan doğmuyor mu?

Karşımda Nuri'nin bir kadın portresi var. Acıyla kasılmış, her an bağırdı bağıracak, çığlıkları yeri göğü tutacak bir köy kadını bu. Ama böyleleri çığlık atmazlar, bağırmazlar, dışa doğru, içlerinde kalır bütün o çığlıklar, acı birikimleri… Bir sanatçı alır kor tablosuna o çığlıkları. Bir anlık acı, olur mu sana yüzyıllık bir acı… Bir etkililik, bir kalıcılık kazanıverir. Nuri'nin kadın yüzlerinde bu anlam var işte. Hem bugünde yaşıyorlar hem de yarında yaşayacaklar. Goya'nın Greco'nun insanları gibi.  *(Sanat Çevresi dergisi, sayı 16, Şubat 1980, sayfa 8-9)
2001'de TÜYAP Tepebaşı'nda açılan "Dünden Yarına Nuri İyem" sergisinde eşi Nasip İyem'le.

Fotoğraf. Ara Güler. The Marmara'da, o zamanki adıyla Etap Otel'de açılan retrospektif sergisinden.