21 Ocak 2016
Piyanist ve müzik eleştirmeni Prof. Dr. Filiz Ali, her yıl yayın
dünyasına bir kitap kazandırıyor. Ali, babasına ait elindeki tüm
belgeleri geçen yıl yayınlayarak tamamlamıştı, bu yıl Müzisyen
Portreleri'ni yazdı. Yıllarca akademisyenlik yapan Filiz Ali, hem
kitabını anlattı, hem son tartışmaları değerlendirdi.
Filiz Ali, Topağacı'ndaki evinde. Fotoğraf: Üsame Arı, Zaman |
O
kitabın baskısı yıllardır yoktu. Hem o yazılardan sonra ben kaç sene
daha müzik eleştirilerine devam ettim. Yazılar arasından bir seçki
hazırladım. Eski portrelere bazı ilaveler yapıldı. O kitap 20. yüzyıl
kitabıydı. Dolayısıyla genç sanatçılara yer verememiştim. Bu kitapta
Zeynep Gedizlioğlu gibi benim öğrencim olan genç bir besteci de var. Bir
de eski portrelerin yeniden okunmasını istiyordum. Çünkü kültürel
hayatımızın en önemli eksikliği, çok değerli insanlarımızın ölümünden
kısa bir süre sonra unutulmaları, ihmal edilmeleri. Hayatları boyunca
yeterince kayıt da yapmamışlarsa çok yazık oluyor onlara. Çok değerli
kayıtlar da kayboldu. Müzisyenler diğer sanatçılardan şanssızdır.
Yazılarınızı okuyunca Türkiye'de müzik eleştirmenliğinin ne durumda olduğunu merak ettim?
Liberalizmle
birlikte sanatta da tanıtım çok büyük önem kazandı. Eleştiri, tanıtıma
döndü. Eleştiri nedir? Bir sanat eserini, bir konseri, ele aldığınız
vakit, onun teknik, yorum ve stil inceliklerini yetkin ve uzman bir
dilin okura anlaşılır bir şekilde anlatabilmesidir. Bu kolay bir iş
değil. Hem üslubunuz okuru sıkmayacak, hem kullandığınız teknik jargon
yabancı olmayacak. Aynı zamanda sanatçıyı da yönlendirecek, belki.
Eleştiri derken olumsuz bir şeyden bahsetmiyorum. Eleştiri, incelemedir
esasında. Sanatçıyı mikroskobun altına koyup incelemek. Bu tür yazılar,
yayın organları tarafından istenmemeye başladı.
Neden istemediler?
Gazeteler,
dergiler, daha ziyade tanıtım yazısı istediler. Mesela bir festival
var. Pek çok sanatçı Türkiye'ye gelecek ve konser verecek. O sanatçılar
hakkında yazıların önceden yazılmasını istediler. Tamam yazdık,
sanatçıyı tanıttık, gayet güzel. Ama konser değerlendirmeleri gitgide
azaldı.
Filiz Ali (sağda), 30 Kasım 1986'da AKM Konser Salonu'nda konser veren ve bu yıl 90. yaşını kutlayan Mikis Theodorakis ile kuliste. |
Brahms,
bir konserin orta yerinde salonu terk edince, “Niye çıkıyorsunuz, daha
konser bitmedi ki” diyorlar. Ünlü bestecinin cevabı, “Benim için bitti.”
oluyor. Sizin de salonu terk ettiğiniz oldu mu?
Çoook…
Müzisyenlerin deformasyon dediğimiz kusurları oluyor, bende de var. Bir
yerden sonra yorum, istediğiniz gibi değilse ya da yeterince yetkin
değilse sıkılıyorsunuz. Arada bir oluyor böyle şeyler. Ama çıkmak doğru
değil. Yorumcuya ayıp olur, haksızlık olur. Sahnede sanatını icra etmek
için emek veren insana saygı göstermemiz lazım.
Son yıllarda ünlü klasik müzik sanatçıları geliyor Türkiye'ye. Andre Rieu, Farid Farjad gibi sanatçılar birkaç kez gelip konser verdiler, salonlar doldu. Bu konserlere ne diyorsunuz?
Her
ikisi de klasik müziği popülerleştiren sanatçılar. Klasik müzik eskisi
gibi konser salonuna tıkılıp kalmadı, dışarı taştı, taşması gerekiyordu.
Çünkü 21. yüzyıl insanın sabrı yok. Her şey bir an önce olsun bitsin,
eğlenelim, gözümüze güzel görünsün, etraf da hoş olsun derken açık hava
konserleri düzenlenir oldu. Avrupa'da, Amerika'da o kadar çok açık hava
konserleri yapılıyor ki. Benim bildiğim Amerika'da iki yer vardı yıllar
önce. Hollywood'da ve Boston'da. Şimdi öyle değil, Berlin'de, Londra'da
parkta binlerce kişi klasik müzik dinliyor. Klasik müziğin belirli bir
kesime hitap ettiği önyargısı kırıldı.
Müzik ilgimiz ve bilgimiz Mozart ve Beethoven'ın ötesine neden gidemiyor peki?
Bir
kere en çok onlar icra ediliyor. Her yerde duyabilirsiniz. Bizde de
artık kullanılıyor. Mesela geçenlerde bir TV dizisinde fon müziği olarak
Chopin çalıyorlardı. Şaşırdım. Kış Uykusu'nda baştan sona Schubert'in
sonatından bir bölümü dinlersiniz. 19. yüzyılın sonuna kadar yaratılan
eserler, insanlara çok daha yakın geliyor, hâlâ. Koskoca bir yirminci
yüzyılın müziğini kabul etmedi büyük bir kesim. Çünkü o yüzyıl, sadece
müzik açısından değil, insanlık açısından da büyük değişikliklere,
felaketlere, korkunç olaylara sahne oldu. İki büyük dünya savaşı,
katliamlar, ihtilaller, iç savaşlar bitmek bilmedi. Onun müziğinin
Mozart, Beethoven gibi yumuşacık olması mümkün değil.
Akademisyenlere söz söylemeye hakkımız yok
1128
akademisyenin imzaladığı ‘Barış İçin Akademisyenler Bildirisi'ne
edebiyat ve sanat camiasından çok destek geldi. Siz de imzacılar
arasında mıydınız?
Ben
hayatımda o kadar az imza attım ki… İmza atmamam desteklemediğim
anlamına gelmiyor. Akademisyenlere söz söylemeye hiç hakkımız yok.
Akademisyen olabilen kişiyi öpüp başımıza koymamız lazım.
Üniversitelerde hoca kalmadı. Üniversiteye hoca lazım ki, bu çocuklara
bir-iki bir şey öğretsin. Çocuklar üniversiteye zaten bomboş geliyor.
Kendi tarihini, Osmanlı tarihini, dünya tarihini bilmiyor, coğrafya
bilgisi yok. Bırak Mısır'ı İstanbul'da Taksim'i bilmeyen öğrencim vardı.
AKM'yi hayatında hiç duymamış. Topkapı Sarayı'na hiç gitmemiş, Ayasofya
nedir bilmiyor. Gelmiş 21 yaşına. Ama gündelik olayları takip
ediyorlar, onlar da bir kulaktan girip bir kulaktan çıkıyor.
Yıllarca akademisyenlik yaptınız, bu bildiri ve sonrasında gelişen olaylar size ne hissettirdi?
Sadece
akademisyenler değil, aklı fikri düşüncesi olan insanların içinde
bulunduğumuz bu durumlara üzülmeleri ve barış istemelerinden daha doğal
ne olabilir? Bu bildiriyi imzalayan akademisyenlerin, bir kere
düşüncelerini seslendirme hakları var. Herhangi bir şekilde haklarında
kovuşturma yapılması haksızca geliyor. Kınanabilir, eleştirebilirsin de
ama suç olarak görmek hangi rejimde var.
Bildiri, ‘PKK'nın eylemlerine bir şey söylemiyor, tek taraflı' diye eleştirildi. Bu eleştiriler haklı mı?
PKK
bir terör örgütüdür. Terör örgütü ile terör örgütünün karşısında devlet
var. Devletin sorumluluğu vatandaşını korumaktır. Ölümlerin olmaması
için gayret göstermesi gerekir. Eleştiri doğru ama bildirinin
yayınlanması suç değil.
Babamın yazdığı mektupları yıllardır bekliyorum
Babanızın yayımlanmayan bir yazısı, mektubu kaldı mı?
Kalmadı. Ama babamın başkalarına yazdığı mektuplar ortada yok. Senelerdir bir yerlerden çıksın diye bekliyorum.
Filiz Ali, kitabını bana imzalarken, 19 Ocak 2016... Duvarda, ressam Nihat Acemi tarafından yapılan babası Sabahattin Ali portresi. Diğer resimler Eren Eyüboğlu ve Orhan Peker. |
Oğuz
Atay çok farklı bir yazar, Sabahattin Ali çok farklı. Ama ikisi de çok
samimi ve hissiyatları yüksek. ‘Ah, aynen benim gibi düşünmüş' diyor
okuyanlar. Oğuz Atay'ı şahsen hiç tanımadım, bilmiyorum. Ama babam söz
konusu olduğunda şunu söyleyebilirim: Kimselere benzemeyen tipler vardır
hayatta ama çok azdır sayıları, babam da öyleydi. Mozart da kimseye
benzemiyordu.
Babanızın eşyalarının son durumu ne?
Artık
bu kadar zaman geçti aradan, ailem istediği vakit vermemişler, borcu
var diye. Satıp para mı kazanacaklar gömlekten! Bir yerde olduğunu da
sanmıyorum, dağılmıştır. Artık peşini bıraktım bu işlerin. 2002'den bu
yana mecliste Sabahattin Ali hakkında CHP milletvekilleri Kemal Anadol
ve Mustafa Gazalcı tarafından verilen bütün soru önergeleri AKP
tarafından reddedildi. Ümidim yok devletten artık. Vaktiyle Kırklareli
Adliyesi'ndeki dosyaları istemiştik. Su bastı filan dediler. Ya su
basıyor, ya da yangın çıkıyor, o dosyalar bulunmuyor. Ateş düştüğü yeri
yakıyor. Kimin başına geldiyse böyle bir olay, o isyan ediyor sadece.
Yanındaki etmiyor.
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ