20 Ağustos 2019 Salı

Tutsak bebek Muaz’ın babası: Oğlum beni tanımadı, o an…

20 Ağustos 2019 
Annesi Nurhan Erdal Bahadır ile 9 aydır Mersin Tarsus Cezaevinde tutsak bulunan 11 aylık Muaz bebeğin babası Levent Bahadır, geçen hafta yaptığı açık görüş ziyaretini yazdı.




Cezaevindekiler ayrı, dışarıdakiler ayrı perişan. Anne babaların boynu bükük, torunlarına bakmak zorunda kalan dedeler, babaanneler çaresiz. Çalışma koşulları nedeniyle 3 ayda bir oğlunu ve eşini ziyaret edebilen Levent Bahadır, geçen hafta yaptığı son görüşünden büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntüyle döndü.

"Oğlum beni tanımadı, o an kollarım yana düştü" diyen Levent Bahadır'ın kaleme aldığı o görüş gününe dair özel satırları sunuyoruz. İşte Tenkil sürecinde yaşananlara dair hikayelerden biri daha...

"Gâh hüzünlü geçen, gâh neşe içinde geçen bir açık görüşün ardından yazıyorum bu satırları.İşlerim bittikten sonra, bedenimi ittire ittire yazı masama getiriyorum. Çünkü ruhum hâlâ Tarsus'ta, Ali Fakı (cezaevinin bulunduğu yerleşke) dolaylarında dolaşıyor...

15 Ağustos 2019'da yola çıktım. Bulunduğum şehirden Mersin'e varmak otobüsle çok zor. Bu nedenle uçak yolculuğunu tercih etmek zorundayım. Ama biliyorum ki birçok aile otobüslerle gece yarıları gidiyor görüşlere. Sabah saatlerine indim Adana'ya.

İner inmez boğucu bir sıcaklık karşılıyor bizi. Havanın ne kadar çok sıcak olduğu şikayetleri arasında iniyorum merdivenden.
Ya cezaevindekiler ne yapıyorlardır acaba? diye geçirdim içimden. Bu sıcakta nereye kaçıyorlardır? Ya çocuklar, ya bebekler, ya Muâz'ım, Tarsus'ta bulunan toplam 90 bebek ne yapıyor acaba bu sıcakta? dedim. Betonun hapsettiği o sıcaklık akşama kadar sürer cezaevlerinde...

Hâlet-i ruhiyem bitap bir hâlde, bu düşüncelerle indim yolcu merdiveninden. Valizimi banttan aldıktan sonra hemen Tarsus'a doğru yola çıktım.
Pırıl pırıl bir güneş var... Yolun her iki tarafından akan dağ çiçeklerine takılıyor gözüm. Biraz daha gidince uçsuz bucaksız lahana tarlaları karşılıyor beni. Omuzunda lahana taşıyan işçiler...

Mütemadiyen uzanan tarlalarda birbirini neşe içinde kovalayan çocuklar... Müdanasızca uçan kuşları seyre dalıyorum.
Hava bir açıyor, bir kapanıyor. Sanki havada güneşle bulutların saklambaç oyunu var.

Tagor düşüyor, aklıma. Şehre vardığımda öğlen saatleri olmuştu. Önce kalmak için bir pansiyon buldum kendime. Görüş günümüz bir sonraki gündü. 16 Ağustos 2016, saat 10.30. O saatler geçmek bilmiyor.
Nurhan Erdal ve oğlu Muaz bebek (11 aylık), Mersin Tarsus Cezaevi.


8 AYDA DÖRT KEZ ZİYARET EDEBİLDİM

Vuslatımızın nihayete ereceği saatler geldi çattı. Sabah olunca Ali Fakı dolmuşlarıyla cezaevi yerleşkesinin olduğu bölgeye doğru yola çıktım. 45 dakika sürüyor bu yolculuk.

Eşimi ve oğlumu görmek için bu dördüncü ziyaretim. Çalıştığım firmanın çalışma koşulları nedeniyle ancak bu kadar izin alabiliyorum. Dolmuşta yaklaşık 10-15 kişiydik. Bayram sonrası olduğu için çok yoğun değildi ziyaretçi sayısı. Güvenlik kontrol aşamalarından tek tek geçerek heyecanla açık görüş salonunda beklemeye başlıyorum.

Açık görüş salonunun pencerelerine yapıştırılan tabiat manzaralı resimlere acı bir tebessümle bakıyorum.

ŞİRİNLİĞİN BAŞKENTİ

Bekleyen herkesin içi kıpır kıpır... Buğulu gözlerimiz içeriye heyecanla girecekleri o an da... Derken... Eşimle, oğlum içeriye girdiler. Maşaallah! Barekallah! Aman Allah'ım! Şirinliğin başkenti!..

Oğlumun ne diş çıkarma dönemine ne de emekleme macerasına şahitlik ediyorum.Ne kadar da çabuk büyüyor kerata!.. Davranıp kucağıma alayım derken, ağlayarak annesinin koynuna iyice sokuluyor, Muâz'ım. Eşim, elindeki şekeri göstererek: "Bu şekere bayılıyor! Oturalım. Biraz aşina olsun sana. Bir kez daha deneriz." dedi.

Kollarım iki yanıma düşüyor. Bir kez daha, bir kez daha bitap düşüyoruz. Eşimin gözleri nemleniyor... İstemsizce oturuyor sandalyeye... O anda birinin ayakta durması gerekiyordu. Bazen o yapıyor bunu... Bazen de ben... Bitap düşmüş ruhumu zor da olsa yerden kaldırıyorum. "Az kaldı!.." diyorum. 'Az kaldı!.."
"Atlatacağız hepsini, inşâllah!" diyorum.
Eşim, mütebessim bir çehreyle; sanki Stefan Zweig'e nazire yapıyor. "
Çünkü sadece paramparça olan bilir tamamlamanın özlemini." diyor, Zweig.

PATİSKA GİBİ BEYAZ ELLERİYLE...

O kavuşmalar, ağlamalar, hasretler çocukların anne babalarına yapışması... Görüş salonu nasıl anlatayım bilmiyorum. Her köşede bir hikaye ve yıkık bir dünya vardı.Küçük Yusuf'cuğum şekeri benim elimden değil, annesinin elinden alıyor ama teşekkür mahiyetinde de bol bol öptürüyor kendini...

Patiska gibi beyaz elleriyle elimi tutuyor.
Eskisi gibi, "Muaz, oğlum!" diyorum.
Dikkat kesiliyor.
Ve kocaman bir gülümsemeyle mukabele ediyor bana.
Kuvve-i hayâlim donduruyor o eşsiz lahzayı...
Oğluma gelirken söylediğim şiiri;Tagor'u fısıldıyorum kulağına.

"Çeltik tarlasında güneşle bulutların saklambaç oyunu var bu kez
Mavi gökte ak buluttan sallar
Girmesek bugün evden içeri...
Boş versek göğü bugünde
Rüzgarla gülüşler koşuyor.
Boş versek işi gücü..."

O gün, öyle yaptık bizde.Sonra, Muaz'ımın cennetten tebellür eden gülüşü geldi.

BATAKLIĞIN ÜZERİNE KURULAN BİR CEZAEVİ

Sıcaklığın etkisiyle isilik olmuş oğlum. Cezaevi bataklığın üzerine kurulduğu için klimalar çalışmıyormuş. Mersin yaklaşık 35-40 derece. Vantilatör ile serinlemeye çalışıyorlar içeridekiler. Nedenini sorunca da altyapı eksikliğinden kaynaklandığını söylediler.

Eşim 'Muaz güldüğünde, bir şeye tepki verdiğinde keşke babası da görseydi diyorum." diye ağlıyor. Oğlumuza bakma konusunda içeride ne kadar zorlandığını, yemek yiyemediğini, kantin fiyatlarının çok yüksek olduğunu anlatıyor.Gözüyle ilgili bir ay sonra doktor randevusu almışlar. Muhtemelen Tarsus Devlet Hastanesine götürecekler. 45 dakikaya her şeyi sığdırmak o kadar zor ki... Bir de benden plastik oyuncak ve hikaye kitabı istedi eşim. Onları aldım şimdi, birazdan postaya vereceğim. Hikaye kitapları resimli ve kalın kapaklı olsun dedi, ince olanları yırtıyormuş. O dakikalar nasıl akıp geçti bilmiyorum.

SON BEŞ DAKİKA 

"Son beş dakika" denildiğinde herkesi bir telaş alıyor. 45 dakika yetmiyor her şeyi konuşmaya. Artık ayağa kalkıp son sarılmalar, konuşmalar, vedalar, 'her şey geçecek' dilekleri arasında 'hadi bitti' deyip bizleri çıkarıyorlar. Kapı kapanana kadar salonun önünde bekledim, bekledim ve bekledim... İnşallah bu son gidişim olur. İnşallah bu meşakkatli süreç biter. Eşim ve çocuğum kendi evinde olur, oğlum salonda koşar, oynar..."

NURHAN ERDAL BAHADIR VE MUAZ BEBEĞİN HİKAYESİ BU LİNKTE




Kanserli hücreleri onaran ilacı bulan Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen cezaevinde ölüme sürükleniyor

20 Ağustos 2019 
Tıp fakülteleri kuran, kanser ilaçları uluslararası patent alan Prof. Dr. Özen, üç yıldır cezaevinde ve makineye bağlı biçimde ölüme sürükleniyor.


Tutuklandıktan 3 ay sonra, geliştirdiği kanser ilacı ile WIPO(World Intellectual Property Organization - Dünya Fikri MülkiyetÖrgütü)'den patent alan, Türkiye'de tıp ana bilim dalları kurup öğrenci yetiştiren, cebinden ödediği parayla öğrencisini yurt dışına araştırmaya gönderen Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen 3 yıldır cezaevinde.

28 Temmuz 2019'da tutuklanıp Tekirdağ Muratlı 2 Nolu Kapalı Cezaevine gönderilen Özen, 20 Ekim 2016 tarihinde onaylanan patent başvurusunu göremedi. Eğer özgür olsaydı, fişlenmeseydi bilimsel çalışmalarına devam edecekti.

15 Temmuz'dan bu yana yüzlerce akademisyen, bilim insanı sürgün edildi, ülkesini terk etmeye zorlandı, kimi ihraç edildi, onca yıllık tecrübesi, birikimi yok sayılarak üniversiteden atıldı, kimi de Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen gibi hapislerde çürümeye terk edildi. 1071 Akademisyen, bilimsel çalışmaların geliştirilmesi için imza toplayacaklarına, durduk yere 'terörist' ilan edilen, sosyal ve fiziksel ölüme mahkum edilen meslektaşlarına yapılanları görmezden gelmeyi tercih etti.

Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen, kendisine terörist ya da başka yafta yapıştırmasına kimsenin inanmayacağına ve bu yanlıştan kısa sürede dönüleceğine inandığı için cezaevinden ailesine gönderdiği ve herkese ulaştırılmasını istediği Eylül 2016 tarihli 8 sayfalık mektubunda bakın neler yazıyor!



Bir profesörün nasıl harcandığını, fişlenerek nasıl tecrit edildiğini kendi kaleminden okuyun: 

"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinden Şubat 1991'de mezun olduktan sonra Ordu ilinin Işıktepe belediyesinde 1 yıl olan mecburi hizmetimi 5 yıl sürdürerek zor şartlarda görevimi fazlasıyla yerine getirdim (getirdik).

1996-2001 yıllarında Fırat Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalından ihtisasımı tamamladıktan sonra 2001 yılında şimdiki adıyla Bülent Ecevit Üniversitesi, o zamanki adıyla Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalına yardımcı doçent (Yrd Doç) olarak atandım ve burada Anatomi Anabilim Dalını kurdum. Buradan mezun olan öğrencilerim yurdun dört bir yanında hizmet veriyor.

2004 yılında doçent olduktan sonra Afyon Kocatepe Tıp Fakültesi Anatomi A. D.'na doçent olarak atandım ve burada Anatomi A.D.'nı kurdum ve yine buradan mezun olan öğrencilerim yurdun dört bir yanında hizmet veriyor.

2008 yılında Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi A.D.'na doçent olarak atandım ve burada da Anatomi A.D.'nı kurdum. 2009 yılında profesör kadrosunu takiben Kasım 2009'da Dekanlık (Tıp Fakültesi) kadrosuna atandım ve 2 dönem süren 6 yıllık Tıp Fakültesi Dekanlığım süresince Tıp Fakültesini kurdum, 2 dönem 2014 ve 2015'te mezunlar vererek görevimi başarıyla tamamladım."

Özen mektubunun devamında Namık Kemal Üniversitesi kadrosuna atanırken kullandığı ifadeler Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin 17 yıllık anlı şanlı iktidarı için ibretlik:

"Namık Kemal Üniversitesi kadrosuna, kesinlikle dindarlara geçit vermeyen Prof. Dr. Nizamettin Şenköylü döneminde atandım ve 2011 rektörlük seçimlerine kadar beraber çalıştık. Daha sonra 2. sırada yer alıp rektörlüğe atanan Prof. Dr. Osman Şimşek ile çalıştım ve ikinci dönem dekanlık atamam bu rektör zamanında oldu ve muhafazakar görüntümün bu rektörün dindarlığından kaynaklandığını düşünüyorum. İnsan muhafazakar yapılır, dindar yapılır, daha da ileri irtica yaftası atılır ama FETÖ'cü yaftası ancak atana yakışır. Bu şerefsizliğin daniskasıdır. Bunun altında çıkar ilişkilerinin olduğu aşikardır."

Özel, açığa alınması ve fişlenmesinin nedeninin üniversitedeki çıkar ilişkilerden kaynaklandığı belirtiyor:

"Açığa alınma belgesi "kişiye özel" olarak gönderilmiş ve bize tebliğ edilen belgede dağıtım yerleri adı altında herkes (açığa alınan) bildirilmiş, kişiye özelliğin bir anlamı kalmamış, bu şekilde bir itibarsızlaştırma, lekeleme yapılmıştır.

Tıp Fakültesi 6 (altı) Anabilim Dalının öğretim üyelerinin hepsi açığa alınırken, 200'e yakın öğretim üyesinin çalıştığı Ziraat Fakültesinden 1 tane bile FETÖ şüphelisi öğretim üyesinin olmaması dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Bu fırsattan istifade denip, Tıp Fakültesini bitirme operasyonu haline getirilmiştir. Bu sayede Ziraat Fakültesi Rektörlük saltanatını sürdürebilecektir. Şu anda da bütün rektörlükteki idari kadrolarda Ziraat Fakültesi öğretim üyelerinin yer alması bunun ispatıdır.

Akademik olarak Sağlık Meslek Yüksek Okulu (birçok bölümüne), Sağlık Yüksek Okulu (Hemşirelik), Tıp Fakültesi Anatomi derslerini verdim, vermekteyim. Yurtiçi, yurtdışı makale yazarlığı, kitap yazarlığı, kitap çevirisi ve bildiriler olmak üzere 200'e yakın yayınım bulunmaktadır. Çalışmalarım beni konferans özel ödülleriyle, TÜBİTAK teşvik ödülleriyle, üniversite bilimsel performansta en başarılı öğretim üyeleri sıralamasında ilk üçe sokan kaliteli çalışmalardır. Yurtiçi ve yurtdışı çok sayıda bilimsel toplantıda çalıştığım kurumları başarıyla temsil ettim. Zonguldak Bülent Ecevit Ün. (Karaelmas Ün.)'de yüksek lisans, Afyon Kocatepe Ün.'de yüksek lisans ve doktora, Namık Kemal Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora programları açtım ve mezunlar verdim..."



Özen, mektubunu geliştirdikleri kanser ilacı çalışmalarına nasıl başladıklarını anlatarak tamamlıyor:

"Gözaltına alınmadan önce de yine danışmanı olduğum doktora öğrencim Araş. Görev. Dr. Mustafa Özgül ile Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat katıldığı TÜBİTAK toplantılarında hedef gösterdiği ve Bilim, Sanayi, Teknoloji Bakanı iken Sayın Fikri Işık'ın üniversitemizi ziyaretlerinde hedef gösterdiği Biyoteknoloji alanına biz de yönelerek, bunun tıp alanındaki uygulamalarından olan "NanoTıp" konusunu ele aldık. Kanser ilaçlarını kendi geliştirdiğimiz orijinal akıllı moleküller ile insana zarar vermeden kanser dokusuna göndermeyi ve kanseri yok etmeyi amaçladık ve doktora tezini bu konuda hazırladık. Bu tezi gerçekleştirmek üzere doktora öğrencimi kendi cebimden (mali olarak) destekleyerek ABD California Riverside Üniversitesi Biyoteknoloji Bölümüne gönderdim.

Projemiz (tezimiz) oradaki öğretim üyeleri (Bölüm Bakanı Huina Liu başta olmak üzere) tarafından övgü aldı ve hemen "grant" (ABD'de çok zor alınan proje desteği) başvurusu yapmak için iki üniversitenin ortak olduğu proje vermemiz önerildi. Uzun bir çalışmadan sonra tamamladığımız başvuru hazırlıklarımızdan sonra 18 Temmuz 2016 tarihinde ortak proje başvurusunu NIH (National Institu of Healt)'e yaptık ve 22 Temmuz 2016'da açığa alındım. Bu yanlışın derhal düzeltilerek görevimin başına iade edilmem gerekir."

NIH, ABD'de tıbbi araştırmalara kaynak aktaran en büyük kuruluş olarak biliniyor. Özen ve asistanı, her türlü tıbbi ve biyolojik araştırmanın yapıldığı NIH'teki çalışmalarından sonra 21 Eylül 2015'te WIPO'ya başvuru yaptı ve 'Nanomicelles for the Treatment of Cancer' adlı araştırmaları ile patent almaya hak kazandı.
WIPO patent belgesi.

Başvurusunun onaylandığını duyunca "Çok az bilim adamına nasip olacak bir şey" diyen Oğuz Aslan Özen, profesörlüğü elinden alındıktan sonra 3 yıldır cezaevi ortamında hastalıklarla mücadele etmek zorunda bırakıldı.

Yaklaşık 7 yıldır OSAS (Obstruktif Sleep Apne Sendromu) yani uyku apnesi hastası olan Özen, uyku sırasında üst solunum yolları tıkandığı ve nefessiz kalıp hayatını kaybetme tehlikesi olduğu için her gece CPAP (Continious Positive Airway Pressure) adı verilen elektrik aksamlı bir makineyle uyumak zorunda. Ayrıca cezaevi sürecinde safra kesesinde taş oluştu ve bu hastalığın tedavisi için birçok eziyete katlandı. Yaşadıkları hasta tutuklulara yapılan eziyetleri bir kez daha gözler önüne seriyor.

Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen, birçok doktor yetiştirdi, mezun etti.
KANSER HÜCRELERİNİ ONARAN BİR İLAÇ GELİŞTİRDİLER
Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen'in yaşadıklarını eşi Türkan Özen'den dinleyin:


Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen ve eşi Türkan Özen, Tekirdağ Cezaevi.


Eşim ve asistanı Mustafa Özgül, Namık Kemal Üniversitesinde kanser alanında yaptıkları çalışmayı ABD'de biraz daha ilerletmek istiyorlardı. Asistanını üniversitenin de onayıyla ABD'ye gönderdiler. 2014'teydi sanırım. Asistanı oradaki bir laboratuvarda çalışmaya başladı. Bu süreçte sürekli irtibat halindeydiler. Çalışmalar neticesinde kanser tedavisinde kullanılmak üzere geliştirdikleri ilaç için patent başvurusu yaptılar.

Şöyle bir ilaç; Aspirin nereden biliyor da baş ağrısını kesiyor diye merak edilir. Aslında Aspirin içtiğimizde bütün vücut ilaçtan etkileniyor, bu arada da baş ağrısını kesiyor. Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar da öyle. Kanser hücrelerini tedavi etmesi gereken ilaç başka hücrelere zarar verebiliyor. Eşim ve asistanı sadece kanser hücrelerini onaran bir ilaç buldular. Kanser Terminatör diye hatırlıyorum adını.

Bu ilacın patentini almaya hak kazandıklarında eşim cezaevindeydi ve patentle ilgili 'Evet bu ilacı biz bulduk, patenti hakkı bana aittir' diye WIPO'ya geri dönüş yapılması lazımdı. Ama içeride olduğu için böyle bir şey yapamadılar. Bu durumda ilacın patenti halka açık oluyor. Başka biri sahiplenmiş olabilir. Biz bunu cezaevi savcısına, Cumhuriyet Savcısına gönderdik ama kimse ilgilenmedi.

15 TEMMUZ'DA MARMARİS'TEN DÖNÜYORDUK

Darbenin olduğu akşam biz Marmaris'ten tatilden dönüyorduk. 22 Temmuz 2016'da açığa alındığını öğrendik, üniversiteden mail gönderdiler. Ne olduğuna anlam vermedik. Herhalde birkaç aylık bir şeydir diye düşündük. Cuma günüydü. Pazar günü 24 Temmuz 2016'da, saat 20.30 civarında evimize polisler geldi. Gece 02.30'a kadar arama yaptılar. Mutfaktaki tencerelerin içine, bayat ekmek poşetlerine bile baktılar. Evden çıkıp eşimin işyerindeki ofisini armaya gittiler. Dört gün gözaltında kaldı eşim. Perşembe günü mahkemeye çıkarılıp örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandı. Bir de kaçma şüphesi olduğu için tutukladılar. Kaçma şüphesine nasıl vakıf oldular bilemiyorum. Neye dayanarak kaçacağını düşündüler hala daha bilmiyorum.
NEFESSİZ KALIYOR, DİLİ BOĞAZINA KAÇIYOR
Eşim 7 yıldır uyku apnesi hastası. Tekirdağ'daki araştırma hastanesinde uyku testine tabi tuttular. Makine kullanmasına karar verildi. Makine şöyle bir şey; ağzına taktığı bir maske var. Ucunda hortumu bulunuyor. Eski teypler gibi küçük bir makine. O burnuna ve ağzına soğuk, serin bir hava veriyor ve horlamasını engelliyor. Horlarken tabi ki nefessiz kalıyor, dili boğazına gidiyor. Hem çevreyi rahatsız edebiliyor hem de sağlığı tehlike altında. E anlamıyor tabi uykuda olduğu için ve ileri aşamada ölüm tehlikesi var. Dilekçe verdi birkaç defa, sadece koğuşunu değiştirdiler. Daha az kişinin olduğu bir koğuş zannettik ama pek bir değişiklik olmadı.

Ayrıca makinenin filtresinin 2-3 günde bir temizlenmesi lazım. Küçük bir aparatı var, çıkarıp yıkıyorsunuz ama haftada bir yıkanması gerekirken o ortamda her gün yıkanması gerekiyor. Koğuşlar kalabalık. Sık sık yıkamak da filtreyi yıpratıyor. Bir buçuk yıl önce sabahtan alıp bakımını yaptırdık, parçalarını değiştirdik ama ne kadar makineyi yenilesek de koşullar uygun değil.


HAYVAN GİBİ KAFESLERE KOYUYORLAR
Bunun üzerine bir de safra kesesinde taş çıktı cezaevindeyken. CRP dedikleri safraya bakılan bir tetkik var. Onun için Edirne'deki hastaneye sevk edildi. Ama bizim hiç haberimiz olmadı. Zaten görüştürmüyorlar. Hastanede tedavisi bitince de Edirne'deki F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevine götürüyorlar. Orada da bir koğuşa koymuyorlar. Koridorların arasında kuytu bir köşede yatıyor. Kimseyle konuşamıyor, yalnız kalıyor. Bize haber vermedikleri için yanında para olmuyor. Çünkü cezaevi kartıyla alışveriş yapabiliyorsunuz.

Edirne'ye ilk gittiğinde çok sıkıntı çekti eşim. "Su bile vermediler" dedi. "Çeşme suyu içilecek gibi değildi ama lavaboya gittiğimde içecektim. İyi su almak istiyorum param olmadığı için vermediler" dedi. Eşim zaten uzun yıllardır panik atak hastası. Edirne'ye giderken sıkıntılı bir yolculuk yapıyor. Panik atak olduğu için gitmek istemiyor, o yolculuğu göze alamıyor, rahatsız oluyor. O cezaevi araçlarının içinde, hayvan gibi kafeslere koyuyorlarmış. Bundan 15-20 gün önce tekrar revire gittiğinde 'Beni Tekirdağ'daki bir hastaneye sevk edin. Safra kesemden rahatsızım, ağrım oluyor, her yediğim yemek dokunuyor' demiş.
3 YILDA 75 KEZ REVİRE ÇIKTI
18 Haziran 2019'da eşime 9 yıl ceza verdiler. Dosyası şu an istinaf'ta. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de başvurduk. İstinaf dört aydan önce cevap vermiyor. Bekleme aşamasındayız. Son duruşmada mahkemeye, eşimin 3 yıldır kaç kere revire gittiğini, hastalık belgelerini hepsini sunduk. Karar verirken bunları hiç dikkate almadılar.

Üç yıldır 75 kere revire çıkmış eşim. Çok fazla ilaç kullanıyor. Uyku apnesi için makine, panik atak için antidepresan, tansiyon ilacı, midesindeki reflü için ayrı bir ilaç, safra kesesindeki taş için ağrı kesici ve antibiyotikler... Hangisini sayalım. Hasta insanlara bunlar yapılmamalı. Kanunlar uygulanmalı ve tutuksuz yargılanmalı.



PROF. DR. OĞUZ ASLAN ÖZEN'İN HASTANE BELGELERİ









Tıp fakülteleri kuran, kanser ilaçları uluslararası patent alan Prof. Dr. Özen, üç yıldır cezaevinde ve makineye bağlı biçimde ölüme sürükleniyor.
SEVİNÇ ÖZARSLAN
BOLD ÖZEL - Tutuklandıktan 3 ay sonra, geliştirdiği kanser ilacı ile WIPO (World Intellectual Property Organization - Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü)'den patent alan, Türkiye'de tıp ana bilim dalları kurup öğrenci yetiştiren, cebinden ödediği parayla öğrencisini yurt dışına araştırmaya gönderen Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen 3 yıldır cezaevinde.
28 Temmuz 2019'da tutuklanıp Tekirdağ Muratlı 2 Nolu Kapalı Cezaevine gönderilen Özen, 20 Ekim 2016 tarihinde onaylanan patent başvurusunu göremedi. Eğer özgür olsaydı, fişlenmeseydi bilimsel çalışmalarına devam edecekti.
15 Temmuz'dan bu yana yüzlerce akademisyen, bilim insanı sürgün edildi, ülkesini terk etmeye zorlandı, kimi ihraç edildi, onca yıllık tecrübesi, birikimi yok sayılarak üniversiteden atıldı, kimi de Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen gibi hapislerde çürümeye terk edildi. 1071 Akademisyen, bilimsel çalışmaların geliştirilmesi için imza toplayacaklarına, durduk yere 'terörist' ilan edilen, sosyal ve fiziksel ölüme mahkum edilen meslektaşlarına yapılanları görmezden gelmeyi tercih etti.
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen, kendisine terörist ya da başka yafta yapıştırmasına kimsenin inanmayacağına ve bu yanlıştan kısa sürede dönüleceğine inandığı için cezaevinden ailesine gönderdiği ve herkese ulaştırılmasını istediği Eylül 2016 tarihli 8 sayfalık mektubunda bakın neler yazıyor!
Bir profesörün nasıl harcandığını, fişlenerek nasıl tecrit edildiğini kendi kaleminden okuyun:

"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinden Şubat 1991'de mezun olduktan sonra Ordu ilinin Işıktepe belediyesinde 1 yıl olan mecburi hizmetimi 5 yıl sürdürerek zor şartlarda görevimi fazlasıyla yerine getirdim (getirdik).
1996-2001 yıllarında Fırat Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalından ihtisasımı tamamladıktan sonra 2001 yılında şimdiki adıyla Bülent Ecevit Üniversitesi, o zamanki adıyla Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalına yardımcı doçent (Yrd Doç) olarak atandım ve burada Anatomi Anabilim Dalını kurdum. Buradan mezun olan öğrencilerim yurdun dört bir yanında hizmet veriyor.
2004 yılında doçent olduktan sonra Afyon Kocatepe Tıp Fakültesi Anatomi A. D.'na doçent olarak atandım ve burada Anatomi A.D.'nı kurdum ve yine buradan mezun olan öğrencilerim yurdun dört bir yanında hizmet veriyor.
2008 yılında Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi A.D.'na doçent olarak atandım ve burada da Anatomi A.D.'nı kurdum. 2009 yılında profesör kadrosunu takiben Kasım 2009'da Dekanlık (Tıp Fakültesi) kadrosuna atandım ve 2 dönem süren 6 yıllık Tıp Fakültesi Dekanlığım süresince Tıp Fakültesini kurdum, 2 dönem 2014 ve 2015'te mezunlar vererek görevimi başarıyla tamamladım."

Özen mektubunun devamında Namık Kemal Üniversitesi kadrosuna atanırken kullandığı ifadeler Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin 17 yıllık anlı şanlı iktidarı için ibretlik:
"Namık Kemal Üniversitesi kadrosuna, kesinlikle dindarlara geçit vermeyen Prof. Dr. Nizamettin Şenköylü döneminde atandım ve 2011 rektörlük seçimlerine kadar beraber çalıştık. Daha sonra 2. sırada yer alıp rektörlüğe atanan Prof. Dr. Osman Şimşek ile çalıştım ve ikinci dönem dekanlık atamam bu rektör zamanında oldu ve muhafazakar görüntümün bu rektörün dindarlığından kaynaklandığını düşünüyorum. İnsan muhafazakar yapılır, dindar yapılır, daha da ileri irtica yaftası atılır ama FETÖ'cü yaftası ancak atana yakışır. Bu şerefsizliğin daniskasıdır. Bunun altında çıkar ilişkilerinin olduğu aşikardır."
Özel, açığa alınması ve fişlenmesinin nedeninin üniversitedeki çıkar ilişkilerden kaynaklandığı belirtiyor:
"Açığa alınma belgesi "kişiye özel" olarak gönderilmiş ve bize tebliğ edilen belgede dağıtım yerleri adı altında herkes (açığa alınan) bildirilmiş, kişiye özelliğin bir anlamı kalmamış, bu şekilde bir itibarsızlaştırma, lekeleme yapılmıştır.
Tıp Fakültesi 6 (altı) Anabilim Dalının öğretim üyelerinin hepsi açığa alınırken, 200'e yakın öğretim üyesinin çalıştığı Ziraat Fakültesinden 1 tane bile FETÖ şüphelisi öğretim üyesinin olmaması dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Bu fırsattan istifade denip, Tıp Fakültesini bitirme operasyonu haline getirilmiştir. Bu sayede Ziraat Fakültesi Rektörlük saltanatını sürdürebilecektir. Şu anda da bütün rektörlükteki idari kadrolarda Ziraat Fakültesi öğretim üyelerinin yer alması bunun ispatıdır.
Akademik olarak Sağlık Meslek Yüksek Okulu (birçok bölümüne), Sağlık Yüksek Okulu (Hemşirelik), Tıp Fakültesi Anatomi derslerini verdim, vermekteyim. Yurtiçi, yurtdışı makale yazarlığı, kitap yazarlığı, kitap çevirisi ve bildiriler olmak üzere 200'e yakın yayınım bulunmaktadır. Çalışmalarım beni konferans özel ödülleriyle, TÜBİTAK teşvik ödülleriyle, üniversite bilimsel performansta en başarılı öğretim üyeleri sıralamasında ilk üçe sokan kaliteli çalışmalardır. Yurtiçi ve yurtdışı çok sayıda bilimsel toplantıda çalıştığım kurumları başarıyla temsil ettim. Zonguldak Bülent Ecevit Ün. (Karaelmas Ün.)'de yüksek lisans, Afyon Kocatepe Ün.'de yüksek lisans ve doktora, Namık Kemal Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora programları açtım ve mezunlar verdim..."

Özen, mektubunu geliştirdikleri kanser ilacı çalışmalarına nasıl başladıklarını anlatarak tamamlıyor:
"Gözaltına alınmadan önce de yine danışmanı olduğum doktora öğrencim Araş. Görev. Dr. Mustafa Özgül ile Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat katıldığı TÜBİTAK toplantılarında hedef gösterdiği ve Bilim, Sanayi, Teknoloji Bakanı iken Sayın Fikri Işık'ın üniversitemizi ziyaretlerinde hedef gösterdiği Biyoteknoloji alanına biz de yönelerek, bunun tıp alanındaki uygulamalarından olan "NanoTıp" konusunu ele aldık. Kanser ilaçlarını kendi geliştirdiğimiz orijinal akıllı moleküller ile insana zarar vermeden kanser dokusuna göndermeyi ve kanseri yok etmeyi amaçladık ve doktora tezini bu konuda hazırladık. Bu tezi gerçekleştirmek üzere doktora öğrencimi kendi cebimden (mali olarak) destekleyerek ABD California Riverside Üniversitesi Biyoteknoloji Bölümüne gönderdim.
Projemiz (tezimiz) oradaki öğretim üyeleri (Bölüm Bakanı Huina Liu başta olmak üzere) tarafından övgü aldı ve hemen "grant" (ABD'de çok zor alınan proje desteği) başvurusu yapmak için iki üniversitenin ortak olduğu proje vermemiz önerildi. Uzun bir çalışmadan sonra tamamladığımız başvuru hazırlıklarımızdan sonra 18 Temmuz 2016 tarihinde ortak proje başvurusunu NIH (National Institu of Healt)'e yaptık ve 22 Temmuz 2016'da açığa alındım. Bu yanlışın derhal düzeltilerek görevimin başına iade edilmem gerekir."

NIH, ABD'de tıbbi araştırmalara kaynak aktaran en büyük kuruluş olarak biliniyor. Özen ve asistanı, her türlü tıbbi ve biyolojik araştırmanın yapıldığı NIH'teki çalışmalarından sonra 21 Eylül 2015'te WIPO'ya başvuru yaptı ve 'Nanomicelles for the Treatment of Cancer' adlı araştırmaları ile patent almaya hak kazandı.
[caption id="attachment_69500" align="alignnone" width="614"] WIPO patent belgesi.[/caption]
Başvurusunun onaylandığını duyunca "Çok az bilim adamına nasip olacak bir şey" diyen Oğuz Aslan Özen, profesörlüğü elinden alındıktan sonra 3 yıldır cezaevi ortamında hastalıklarla mücadele etmek zorunda bırakıldı.
Yaklaşık 7 yıldır OSAS (Obstruktif Sleep Apne Sendromu) yani uyku apnesi hastası olan Özen, uyku sırasında üst solunum yolları tıkandığı ve nefessiz kalıp hayatını kaybetme tehlikesi olduğu için her gece CPAP (Continious Positive Airway Pressure) adı verilen elektrik aksamlı bir makineyle uyumak zorunda. Ayrıca cezaevi sürecinde safra kesesinde taş oluştu ve bu hastalığın tedavisi için birçok eziyete katlandı. Yaşadıkları hasta tutuklulara yapılan eziyetleri bir kez daha gözler önüne seriyor.
[caption id="attachment_69431" align="alignnone" width="740"] Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen, birçok doktor yetiştirdi, mezun etti.[/caption]
KANSER HÜCRELERİNİ ONARAN BİR İLAÇ GELİŞTİRDİLER
Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen'in yaşadıklarını eşi Türkan Özen'den dinleyin:
Eşim ve asistanı Mustafa Özgül, Namık Kemal Üniversitesinde kanser alanında yaptıkları çalışmayı ABD'de biraz daha ilerletmek istiyorlardı. Asistanını üniversitenin de onayıyla ABD'ye gönderdiler. 2014'teydi sanırım. Asistanı oradaki bir laboratuvarda çalışmaya başladı. Bu süreçte sürekli irtibat halindeydiler. Çalışmalar neticesinde kanser tedavisinde kullanılmak üzere geliştirdikleri ilaç için patent başvurusu yaptılar.
Şöyle bir ilaç; Aspirin nereden biliyor da baş ağrısını kesiyor diye merak edilir. Aslında Aspirin içtiğimizde bütün vücut ilaçtan etkileniyor, bu arada da baş ağrısını kesiyor. Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar da öyle. Kanser hücrelerini tedavi etmesi gereken ilaç başka hücrelere zarar verebiliyor. Eşim ve asistanı sadece kanser hücrelerini onaran bir ilaç buldular. Kanser Terminatör diye hatırlıyorum adını.
Bu ilacın patentini almaya hak kazandıklarında eşim cezaevindeydi ve patentle ilgili 'Evet bu ilacı biz bulduk, patenti hakkı bana aittir' diye WIPO'ya geri dönüş yapılması lazımdı. Ama içeride olduğu için böyle bir şey yapamadılar. Bu durumda ilacın patenti halka açık oluyor. Başka biri sahiplenmiş olabilir. Biz bunu cezaevi savcısına, Cumhuriyet Savcısına gönderdik ama kimse ilgilenmedi.
[caption id="attachment_69447" align="alignnone" width="740"] Prof. Dr. Oğuz Aslan Özen, eşi ve çocuklarıyla birlikte Tekirdağ Cezaevinde.[/caption]

15 TEMMUZ'DA MARMARİS'TEN DÖNÜYORDUK
Darbenin olduğu akşam biz Marmaris'ten tatilden dönüyorduk. 22 Temmuz 2016'da açığa alındığını öğrendik, üniversiteden mail gönderdiler. Ne olduğuna anlam vermedik. Herhalde birkaç aylık bir şeydir diye düşündük. Cuma günüydü. Pazar günü 24 Temmuz 2016'da, saat 20.30 civarında evimize polisler geldi. Gece 02.30'a kadar arama yaptılar. Mutfaktaki tencerelerin içine, bayat ekmek poşetlerine bile baktılar. Evden çıkıp eşimin işyerindeki ofisini armaya gittiler. Dört gün gözaltında kaldı eşim. Perşembe günü mahkemeye çıkarılıp örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandı. Bir de kaçma şüphesi olduğu için tutukladılar. Kaçma şüphesine nasıl vakıf oldular bilemiyorum. Neye dayanarak kaçacağını düşündüler hala daha bilmiyorum.
NEFESSİZ KALIYOR, DİLİ BOĞAZINA KAÇIYOR
Eşim 7 yıldır uyku apnesi hastası. Tekirdağ'daki araştırma hastanesinde uyku testine tabi tuttular. Makine kullanmasına karar verildi. Makine şöyle bir şey; ağzına taktığı bir maske var. Ucunda hortumu bulunuyor. Eski teypler gibi küçük bir makine. O burnuna ve ağzına soğuk, serin bir hava veriyor ve horlamasını engelliyor. Horlarken tabi ki nefessiz kalıyor, dili boğazına gidiyor. Hem çevreyi rahatsız edebiliyor hem de sağlığı tehlike altında. E anlamıyor tabi uykuda olduğu için ve ileri aşamada ölüm tehlikesi var. Dilekçe verdi birkaç defa, sadece koğuşunu değiştirdiler. Daha az kişinin olduğu bir koğuş zannettik ama pek bir değişiklik olmadı.
Ayrıca makinenin filtresinin 2-3 günde bir temizlenmesi lazım. Küçük bir aparatı var, çıkarıp yıkıyorsunuz ama haftada bir yıkanması gerekirken o ortamda her gün yıkanması gerekiyor. Koğuşlar kalabalık. Sık sık yıkamak da filtreyi yıpratıyor. Bir buçuk yıl önce sabahtan alıp bakımını yaptırdık, parçalarını değiştirdik ama ne kadar makineyi yenilesek de koşullar uygun değil.

HAYVAN GİBİ KAFESLERE KOYUYORLAR
Bunun üzerine bir de safra kesesinde taş çıktı cezaevindeyken. CRP dedikleri safraya bakılan bir tetkik var. Onun için Edirne'deki hastaneye sevk edildi. Ama bizim hiç haberimiz olmadı. Zaten görüştürmüyorlar. Hastanede tedavisi bitince de Edirne'deki F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevine götürüyorlar. Orada da bir koğuşa koymuyorlar. Koridorların arasında kuytu bir köşede yatıyor. Kimseyle konuşamıyor, yalnız kalıyor. Bize haber vermedikleri için yanında para olmuyor. Çünkü cezaevi kartıyla alışveriş yapabiliyorsunuz.
Edirne'ye ilk gittiğinde çok sıkıntı çekti eşim. "Su bile vermediler" dedi. "Çeşme suyu içilecek gibi değildi ama lavaboya gittiğimde içecektim. İyi su almak istiyorum param olmadığı için vermediler" dedi. Eşim zaten uzun yıllardır panik atak hastası. Edirne'ye giderken sıkıntılı bir yolculuk yapıyor. Panik atak olduğu için gitmek istemiyor, o yolculuğu göze alamıyor, rahatsız oluyor. O cezaevi araçlarının içinde, hayvan gibi kafeslere koyuyorlarmış. Bundan 15-20 gün önce tekrar revire gittiğinde 'Beni Tekirdağ'daki bir hastaneye sevk edin. Safra kesemden rahatsızım, ağrım oluyor, her yediğim yemek dokunuyor' demiş.
3 YILDA 75 KEZ REVİRE ÇIKTI
18 Haziran 2019'da eşime 9 yıl ceza verdiler. Dosyası şu an istinaf'ta. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de başvurduk. İstinaf dört aydan önce cevap vermiyor. Bekleme aşamasındayız. Son duruşmada mahkemeye, eşimin 3 yıldır kaç kere revire gittiğini, hastalık belgelerini hepsini sunduk. Karar verirken bunları hiç dikkate almadılar. Üç yıldır 75 kere revire çıkmış eşim. Çok fazla ilaç kullanıyor. Uyku apnesi için makine, panik atak için antidepresan, tansiyon ilacı, midesindeki reflü için ayrı bir ilaç, safra kesesindeki taş için ağrı kesici ve antibiyotikler... Hangisini sayalım. Hasta insanlara bunlar yapılmamalı. Kanunlar uygulanmalı ve tutuksuz yargılanmalı.


PROF. DR. OĞUZ ASLAN ÖZEN'İN HASTANE BELGELERİ