4 Ekim 2009 Pazar

Ece’nin ajandaya sığmayan 100 yıllık tarihi

4 Ekim 2009
1892 yılında Afitap adıyla Beyazıt’ta kurulan, 1905’te ise Sirkeci’deki 111 No’lu dükkanı kiralayan Ece Ajandaları, kasımda 100. yıl özel sergisi açacak. Ece’ye ait ilk tabela, ilk logo, 1917’den kalan ajandalar,onlardan taşan öyküler ve eski fotoğraflar sergiyi oluşturan malzemeler. Ancak etkinliği özel kılan asıl mesele, serginin açılacağı mekan; Reşit Efendi Han ve Asmalı Meydan...

Sirkeci’den Cağaloğlu’na kıvrılan Ankara Caddesi’ni sağ koldan takip ederseniz henüz yolun başında sayılacağınız bir numarada; 111’de, Ece Ajandaları’nın yeşil renkli tarihî binasını görürsünüz. Bu mekan, 1905 yılında genç girişimci Mehmet Sadık Kağıtçı tarafından 20 metrekarelik küçücük bir dükkan olarak kiralanmış, daha sonra satın alınmış ve bugüne kadar yerinden hiç kıpırdamayan bir işletme olarak tarihe geçmiş. Ece Ajandaları, 104 yıldır aynı binada hizmet veren birkaç işyerinden biri. Yalnız 20 metrekarelik mağaza, zamanla büyümüş, büyümüş ve nihayetinde bugünkü 1.360 metrekarelik alanına ulaşmış. Büyürken sadece toprağı değil, geçmişten getirdiği hikâyeleri de içine katmış.
Osmanlı Devleti ve Türkiye’nin ajanda sektörüne yön veren Ece Ajandaları’nın üçüncü kuşak sahipleri Seydali Gönel ve Ali Muhsinzade ile görüşmeye giderken, Osmanlı’nın son hattatlarından Hamit Aytaç’ın atölyesiyle, çocuk bakışlarıyla onun son 30 yılına tanıklık eden matbaa ustası Artin Karakaş’la, 1930’lu yıllarda yazarları ve matbaacıları buluşturan Asmalı Meydan’la, İstanbul’un işgal yıllarında Avusturya Askerî Hastanesi olarak kullanılan tarihî binadan yayılan yanık kokularıyla karşılaşacağımızdan bihaberdik.

‘Böyle bir olay, insanın başına 100 yılda bir gelir’

Bunları anlatmamızın nedeni, Ece Ajandaları’nın kasım ayında açmayı planladığı 100. yıl sergisi… Serginin içeriği, “böyle bir olay insanın başına 100 yılda bir gelir” fikri çerçevesinde şekillendiriliyor. Ece’ye ait ilk tabela, ilk logo, 1917’den kalan ajandalar (daha eskisi henüz bulunamamış), onlardan taşan öyküler ve eski fotoğraflar sergiyi oluşturacak. Ama bizi ilgilendiren asıl mesele serginin açılacağı mekan; yani Asmalı Meydan...


111 numaraya varmadan, tam bir adım gerisindeki büyük yeşil demir kapının ardındaki Asmalı Meydan, Reşit Efendi Han’ın girişi oluyor. On adım sonra yemyeşil asma yapraklarının tamamen kapladığı meydandasınız. Sirkeci’nin karmaşasında böyle gizli bir bahçeyle karşılaşmak doğrusu çok şaşırtıyor bizi. Kapısı aralık olmasına rağmen yanından geçip gittiğimiz Asmalı Meydan, sessizliği, sakinliği ve rüzgar almayan mimarisiyle hayran bırakıyor.

Orta yerde durup batı cepheye baktığınızda gördüğünüz kırmızı kiremitli bina, 1910’lu yıllarda Avusturya Askerî Hastanesi olarak kullanılmış. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hem bu binayı hem de kuzey ve güney yönündeki diğer iki tarihî binayı matbaacılar ve mücellitler kiralamış ve zamanla burası matbaacılar sitesine dönüşmüş. Siyah kolluklar takarak harf dizen matbaa esnafının ekmek kazandığı bir adresteyiz. ‘Kurtuluş’ filmindeki, matbaadan gazete alıp dağıtıma çıkan fesli çocukların sahnesi de burada çekilmiş.

400 metrekarelik bahçenin doğu cephesinde ise Ece Ajandaları’nın arka girişleri var. İki kattan oluşan Ece’nin üst katında 9 oda, alt katında ise 5 mağaza bulunuyor. Odaların her biri binaya zamanla dahil edildiği için bir labirente benzemiş burası. Hanın sahibi, soyadı Canik olan Ermeni bir hanımmış. 1967 yılında hanı satmaya karar verince Ali Muhsinzade’nin dayısı Mürteza Sadık Kağıtçı talip olmuş buraya. Ancak önce 1973 yılında çıkan yangında hastane binası, sonra da 1976’da da güney cephe binasındaki tüm matbaa atölyeleri yanınca kiracılar terk etmiş hanı. Metruk bir hale dönüşen ve bir daha da kiracı alınmayan handa sadece bir sanatçı ve 3 işletme hayatına devam etmiş. 1982 yılında vefat eden hattat Hamit Aytaç, 6-7 sene önce ölen Akkaya Matbaası’nın sahibi Levon Usta, hâlâ irsaliye ve fatura basan Artin Karakaş ve Ece Ajandaları…

Seydali Gönel, bahçede çekilen 1964 tarihli eski fotoğrafı gösterirken hanın sakinlerinden, geleninden gideninden söz açıyor: “1930’lu yıllarda yazarların ve matbaaların işe gitmeden önce toplanıp çay içip simit yedikleri bir meydan burası. Duvarın kenarına dizilip muhabbet ederlermiş. DP’nin kurucusu Celal Bayar’ın oğlu Turgut Bayar’ın da bir yazıhanesi varmış. Detede (o dönemde meşhur olan bir zehir) içerek intihar eden ressam-yazar Tarık Carım, hanın müdavimlerindenmiş. Yan taraftaki otelde kalırmış, ispirto içip gelip bahçeye kıvrılırmış…”



Seydali Gönel ve Ali Muhsinzade’nin Ece Ajandaları’nın 100. yılı nedeniyle yapmak istedikleri pek çok planı var. Ancak ikisi önemli. Teknolojiyle baş edebilmek için İTÜ endüstriyel tasarım öğrencileriyle bir proje üzerinde çalışıyorlar. 10 öğrenci ‘Günümüzde ajanda nereye doğru gidiyor?’ sorusuna cevap arıyor. Gönel, “Teknoloji hızla gelişiyor. Teknolojiye ayak uydurmak lazım ama teslim olmamak şartıyla. Teknolojiyle ajandanın örtüştüğü ve ayrıştığı neler olabilir? Günümüz insanı ajandadan neler bekliyor? gibi soruların cevabını merak ediyoruz. Proje sonunda ortaya çıkan ürünleri sergileyeceğiz ve bir kitaba dönüştüreceğiz. Eğer geliştirilebilecek ürünler çıkarsa onları da basacağız.” diyor. İkincisi ve daha önemlisi, kumruların yuva yaptığı, köpekleri Mösyö’nün koruduğu Reşit Efendi Han’ı ve Asmalı Meydan’ı, ‘Hattat Hamit Aytaç Hat Evi’nin de içinde olduğu Ece Kültür Merkezi’ne dönüştürmek…

Hattat Hamit Aytaç’ın atölyesi Ece’ye ait...

Hattat Hamit Aytaç’ın son 40 yılını geçirdiği 40 metrekarelik atölyesi, Ece Ajandaları’nın içinde bir oda artık. Şirket içi toplantıların yapıldığı modern bir mekana dönüştürülmüş. Seydali Gönel, ileride onun adına burada bir sergi açmak istediklerini belirtiyor. Ali Muhsinzade, “Hattat Hamit Aytaç bu binada yaşadı. Dayım Mürteza Sadık Kağıtçı ona destek oldu, kira almadı.” diyor.

Aytaç’ın birçok hattat yetiştirdiği biliniyor. Yenikapı doğumlu Artin Karakaş, o öğrencilerden biri değil ancak 1982’de 91 yaşındayken vefat eden Aytaç’ın son 30 yılına tanıklık eden han sakinlerinden... Karakaş, 1950’de, 15 yaşındayken gelmiş buraya. Hastanenin olduğu binada 1972’de matbaasını kurmuş. Bir yıl sonra çıkan yangından sadece onun makineleri kurtulmuş. “Cama asılı kaldı makine, bugün hâlâ onunla iş yapıyorum.” diyor. Artin Karakaş, Hamit Aytaç’la ilgili hatırlayabildiklerini ise şöyle anlatıyor: “Çok güzel, davudi bir sesi vardı. Öyle güzel gazel okurdu ki, sesi vapur iskelesinden bile duyulurdu. Hat almak için sırf Araplar gelirdi yanına. Hatları nakşettiği kağıtlara yumurta akı sürer ve şu köşede iki saat güneşe bırakırdı. Yumurta akı hattı hem kurutuyor hem de parlatıyor… Arada sırada iki çocuklu bir kadın gelirdi yanına, 45 yaşlarında, iri yarı bir hanımdı, para alıp giderdi. Akrabasından biriydi sanırım. Hamit Bey, ölmeden önce hastalandığında Sakıp Sabancı ona sahip çıktı ve Kadıköy Numune Hastanesi’ne götürdü.”