16 Mart 2015 Pazartesi

Film yıldızı değil, şovmenim

17 Mart 2015
X-Men, Sefiller gibi Hollywood filmlerinde rol alan fakat daha çok X-Men'deki Wolverine karakteriyle tanınan Avustralyalı oyuncu Hugh Jackman, önceki gün İstanbul'a geldi. Bugünden itibaren dört akşam "An Evening With Hugh Jackman" (Hugh Jackman'la Bir Gece) müzikaliyle Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi'nde sahneye çıkacak. Zorlu Center PSM Sky Lounge'ta gazetecilerin sorularını cevaplayan Jackman, Türkiye'ye ikinci kez geliyor. İlk 19 yıl önce, Fethiye'ye balayı tatili için gelmiş ve eşiyle birlikte 18 saat otobüs yolculuğu yapmışlar. Jackman'a bu akşamki gösterisinde 32 kişilik orkestra, dans ekibi ve adı açıklanmayan bir Türk sanatçı eşlik edecek. Sahnede iki buçuk saat kalacak olan sanatçı, ‘Singin' in the Rain' ve ‘Guys and Dolls' gibi Broadway'in klasikleşmiş, en başarılı müzikallerinden 26 parça seslendirecek. Basın toplantısında Elves Presley'in 'Fever' şarkısından çok az bir bölüm seslendiren Jackman'ın konuşmasından öne çıkan başlıklar…

Sefiller filminden de şarkılar olacak
Şovum aslında benim hayatımı anlatıyor. Bu nedenle benim için farklı anlamları olan parçalar söyleyeceğim. Gösteride tiyatro oyunum Oklahoma, Sefiller filmi, sevdiğim rock and roll şarkıları olacak. Ayrıca biliyorsunuz Broadway şovlarında rol alıyorum, klasikleşmiş Broadway şarkılarını da söyleyeceğim.
 
Türkçe şarkı söylememem sizin hayrınıza olur
Şovu ilk kez 2011'de San Francisco'da sahnelemeye başladım. Sonra Toronto'da, Broadway'de ve birkaç şehirde daha sahneledim. Zorlu Center PSM'den davet aldığımda çok heyecan duydum. Daha önce sahnelemediğim yeni sahneler var şovumda. Özel bir sürprizim de olacak size. Hayır, Türkçe şarkı söylemeyeceğim, bu sizin hayrınıza olur zaten. Keşke söyleyebilseydim. Belki hafta sonuna doğru bir şeyler öğrenebilirim. Bir Türk sanatçıyla aynı sahneyi paylaşacağım. Umarım iyi bir ikili oluruz.
Film yıldızı olmam beklenmedik bir gelişmeydi
Benim için her şey sahnede başladı. Önce müzikallerde rol aldım. Profesyonel müzikal kariyerime 1996 yılında Melbourne'da sahnelenen Beauty and the Beast'in (Güzel ve Çirkin) Gaston rolüyle başladım. Sunset Boulevard'da, Summa Cabaret'te ve 1998'de Royal National Cabaret'de sahnelenen Oklahoma'da başrol oynadım. Sahne şovları en keyif aldığım işlerim. Film yıldızı olmak benim için beklenmedik bir gelişmeydi. Herkes beni Wolverine karakteriyle tanıdı ama ben ondan çok farklıyım. Hayatım boyunca yaptığım en beklenmedik şey X-Men'de oynamaktı. Ama bu müzikal, hayatımın ta kendisiyle ilgili. Film yıldızından çok, şov insanı olduğumu söyleyebilirim.
 
Sabah uyanıp Boğaz'ı seyrettim...
İşimi büyük bir aşkla yapıyorum. Bugün İstanbul'da uyandım. Dışarıya baktım, Boğaz'ı seyrettim, bu olağanüstüydü, inanılmazdı. Herhalde dünyanın en şanslı insanı ben olmalıyım diye düşündüm. Çocukken odamın duvarlarında rock and roll yıldızlarının fotoğrafları yoktu ama dünyayı gezen insanların fotoğrafları vardı. Bakın bugün ben de buradayım. Yaptığım şeyi iş gibi düşünmüyorum. Çok büyük mutluluk duyuyorum. Ailemi geçindiriyorum. Çocuklarıma iyi bir eğitim alma imkanı sağlayabiliyorum. Bütün bunlar çok büyük bir nimet. Oyuncular olarak bizler, ‘şöyle yoğunuz, böyle yoğunuz' demeye, abartmaya bayılırız. Ben aslında epeyce geziyorum da…
 
"Son Umut" gibi bir film yapabilirim
Bu yılın, birlikteliği sembolize eden, uzlaşmayı yansıtan ve hep birlikte neler öğrenebileceğimizi simgeleyen çok önemli bir yıldönümü olduğunu düşünüyorum. Müzikalimin böyle bir zaman dilimine, Gelibolu'nun 100. yıldönümüne denk gelmesi güzel bir tesadüf oldu. Son Umut (Russell Crowe'un Çanakkale filmi) gibi bir film yapabilirim. Ben sadece sahnede olmanın gücüne değil, aynı zamanda bir film vesilesiyle insanlarla bağlantı kurmanın gücüne de inanıyorum. Son Umut filminde her iki tarafı anlamaya çalışıyorsunuz. Avustralya'da büyümüş insanlar olarak biz sadece madalyonun bir yüzünü biliyorduk, işte sinemanın gücü buradan geliyor. Bir şekilde kalbinizi yumuşatıyor. Tarihe ilgi duyan biriyim fakat, Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk ile ilgili kalın bir kitap okudum ve bunca yıl hüküm sürmüş imparatorlukla ilgili ne kadar az bilgi sahibi olduğumu görünce utandım.

Birdman'i kendime çok yakın buldum
Wolverine karakterini 15 yıl canlandırmış biri olarak Birdman'de anlatılan hikâyeyi kendime çok yakın buldum. Burada karakterin yaptığı en büyük hata pes etmesiydi. Eğer pes etmeseydi, bence gayet yolunda olacaktı her şey. Bu rolü ölene kadar oynayacaksın dediler. Bana sorarsanız harika bir filmdi. Bir oyuncunun yaşamını anlamayan ve ondan neler beklendiğini bilemeyen insanlar işin içyüzünü çözemiyorlar. Wolverine 40 yıl daha oynamayı şu anda tahayyül edemiyorum ama ne olacağını da bilemeyiz. 

Her şovda 1,5 kilo kaybediyorum
Oyunculuğu gerçekten çok seviyorum. Bazı arkadaşlarım, ‘hiç merak etme yakında orta yaş krizi yaşarsın' diyor. Şu anda 46 yaşındayım ve öyle bir kriz henüz vurmadı beni. Her şey yolunda gidiyor, kendimi iyi ve genç hissediyorum. Performans sahneliyor olmaktan memnuniyet duyuyorum. Dans etmeye bayılıyorum. Aşağı yukarı her şovda 1,5 kilo kaybediyorum.
Yaklaşık 30 dakika boyunca gazetecilerin sorularını cevaplayan Hugh Jackman'i dün dev bir medya ordusu takip etti. Toplantıda Türk medyasının yanı sıra Toronto ve Dubai'den gelen gazeteciler de vardı.
Oyuncuların yüzde 98'i işsiz
Yaşlanmak kaçınılmaz bir şey tabi… Yaşlanınca herhangi bir rol alamamaktan korkmuyorum. Dürüst olmak gerekirse, şu anda kariyerimin hayal ettiğimin on yıl daha ötesindeyim. Günümüzde dünyadaki oyuncuların yüzde 98'i işsiz. Türkiye'deki oranı bilmiyorum ama hayatına oyuncu olarak başlayıp oyuncu olarak bitiren insan sayısı çok az. ‘Ben 80 yaşına kadar çalışmayı hak ediyorum' gibi düşüncelere kendinizi gark ederseniz hata yapabilirsiniz. Çünkü bu düşük bir ihtimal. Ben şu anda yaşadığım şeyi, büyük bir teveccüh olarak görüyorum.
 
Başarı, para mutluluk getirmez
Tabi ki uzun yıllar oyunculuk yapmak istiyorum. Bundan 20 yıl önce eşimle tanıştığım zaman ilk tiyatro oyunumu sahneliyordum ve haftada aşağı yukarı 800 dolar kazanıyordum ve son derece mutluydum. Yani 19 yıl önce İstanbul'a geldiğimde de mutluydum, şimdi yine aynı derecede mutluyum. Nerede kaldığımızı tam hatırlamıyorum ama gecesi 25 dolar olan bir odada kaldık. Başarı, para size mutluluk getirmeyecek. Kim olursanız olun, ne öğrenmiş olursanız olun hayatınıza karşı sergilediğiniz tavırla ilgilidir mutluluk. Bir şeyin sonsuza dek süreceğiniz öngörmek sizi mutsuzluğa götürür.

Kamera karşısında rahatlamam 20 yılımı aldı
Sahne üzerinde performans sergilemek beni daha çok mutlu ediyor. Film yapma süreci, son derece teknik bir süreç. Bütün gün çekimler sürüyor. İki dakikalık bir çekim çıkıyor sonucunda. Ama sahnede olmak da kamera karşısında olmak da beni tatmin ediyor. Bu arada film setinde (kamera karşısında) rahatlamam 20 senemi aldı. Filmler içinde en iyi performansımın Sefiller olduğunu söyleyebilirim. Kendini seyretmek çok zor bir iş, benim avuçlarım terliyor.
Osmanlı torunu mu, Türk mü, değil mi? 
Herkesi Türk ya da Osmanlı torunu ilan etmeye nasıl da meraklıyız! Hugh Jackman dünkü basın toplantısında kendini Türk ilan etmedi. Ama buna rağmen, bütün siteler, gazeteler bu cümlelerle yıkılıyor, Türklüğüyle ilgili başlıklar vs. Bu ne kompleks, bu ne ırkçılık. Ayrıca bu konu ilk kez gündeme gelmedi. Bir-iki ay önce bir gazeteye verdiği röportajda Türklüğü'nden! bahsetmişti. Dünkü toplantıda yeni olan başka bir şey vardı ama nedense kimse ilgilenmemiş. Tam olarak ne söylediğini aşağıda yazdım. Bu soru kendisine ikinci kez sorulunca 'bu mesele biraz karışık' diye konuya girdi ve çark etti. Bana göre skandal bir cümlesi bile var: "Bugün buradayım ve Türküm" şeklinde. Yarın başka bir ülkede başka bir şey olacam demektir bu. Bir insanı medya maymununa döndürmenin bir örneği de Hugh Jackman oldu.

Hugh Jackman, Türkiye'ye gelmeden önce bir gazeteye röportaj vermiş ve dedelerinin Türk olduğunu, Osmanlı topraklarında yaşadığını söylemişti. Jackman dünkü toplantıda önce bu bilgiyi doğruladı ve şöyle dedi: “Avustralya'da doğdum büyüdüm ama İstanbul ile bağlantım var. Çünkü büyük büyükbabam burada yaşıyordu. Sanırım Sakız Adası'nda doğmuş ve sanırım burada bir bankada çalışmış. Babam birçok kez İstanbul'a geldi. Her zaman da bana der ki, ‘sen kısmen Türksün'. Belki o yüzden Türk kahvesine bayılıyorum. Sabahları uyanıp da bir fincan Türk kahvesi içmek kadar beni mutlu eden bir şey yok.”

Jackman'a sonra tekrar aynı soru sorulunca bu kez gerçeği şöyle açıkladı: “Aslında biraz karışık bir durum. Ailemin bazıları ‘dedemiz Türk'tü, bazıları Yunan'dı diyor. Yani bilemiyorum. Ama bugün buradayken Türk diyorum. Dürüst olmak gerekirse yüzde yüz emin değiliz bundan. Dedemin sonra İngiltere'ye gidip bir İngiliz kızıyla evlendiğini biliyoruz. Yüzyıl kadar önce. Dolayısıyla tam emin değiliz.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



 





Edebiyatın, Çanakkale ile acıklı imtihanı

16 Mart 2015
1915 yılının Haziran ayında Çanakkale Cephesi’ne bir ‘Edebi Heyet’ gönderildi. Aralarında şair, yazar, ressam ve bestekârların yer aldığı bu heyetin ‘edebi başarısızlığını’ Beşir Ayvazoğlu kaleme aldı. 
Edebi Heyet, Beşinci Ordu Karagahı'nda General Liman von Sanders ile birlikte.

Mehmed Emin Yurdakul, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Razi Bel, Nazmi Ziya Güran, Çallı İbrahim, Ömer Seyfeddin, Celâl Sâhir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Yekta Madran, Müfid Râtib, Ali Cânip Yöntem, İbrahim Alâettin Gövsa, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Hıfzı Tevfik Gönensay, Hakkı Süha Gezgin... 1915 Haziran’ının sonlarına doğru, otuz kadar şair, yazar, ressam ve bestekâr Harbiye Nezareti Karargâh-ı Umumi İstihbarat Şubesi Müdürlüğü’nden birer tezkere aldılar. Yazıda, Çanakkale’de muharebe alanlarını gezerek duygu ve düşüncelerini anlatmaları isteniyordu. Davete olumlu cevap verenler, 11 Temmuz Pazar sabahı, kollarında beyaz üzerine yeşil defne dalları işlenmiş işaretler bulunan haki keten elbiselerini giymiş, kabalaklarını başlarına geçirmiş olarak Sirkeci Garı’nda buluştular, fakat Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Süleyman Nazif gibi ünlü isimleri aralarında göremeyince büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Omuzlardaki yük daha da ağırlaşmıştı. Her birinden Arıburnu ve Seddülbahir cephelerini gezdikten sonra kendi sanatlarının diliyle kahramanlık ve zafer neşideleri bekleniyordu.
Seddülbahir Grup Kumandanı Vehip Paşa, düşmandan alınan makineli tüfekleri Edebi Heyet'e gösterirken (Harp Mecmuası Sayı 3, Kanunusani 1331)

Edebi Heyet üyeleri, Çanakkale yolunda bir mola sırasında.

Edebi Heyet, Arıburnu ve Seddülbahir’de on gün geçirir. Yazar Beşir Ayvazoğlu, bu geziyi, sonucunu ve bugüne kadar uzanan yansımalarını kaleme aldı. Ayvazoğlu, “Edebiyatın Çanakkale ile İmtihanı” (Kapı Yayınları) kitabının ilk bölümünde Edebi Heyet’teki isimleri fotoğraflarıyla birlikte tek tek tanıtıyor. “Kim Davet Edildi, Kim Edilmedi” başlığı altındaki ikinci bölümde Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret ve Mehmed Akif Ersoy’un heyette neden yer almadığını açıklıyor. Mesela Mehmet Akif, o sırada Almanya’da başka bir işle görevlendirilmiştir, Tevfik Fikret ise çok hastadır, zaten o yıl vefat ediyor.
 Çanakkale’ye davet edilenler arasında gördüklerini uzun uzadıya anlatan tek isim, Türk Ocağı Reisi Hamdullah Suphi olmuş. Suphi, İkdam gazetesinde “Gördüklerimiz” başlığı altında sekiz bölüm halinde tefrika ettirdiği ve daha sonra küçük değişikliklerle “Günebakan” adlı eserine aldığı bu yazısında izlenimlerini 11 Temmuz 1915 sabahı trenle Sirkeci’den yola çıktılar.
Edebi Heyet’in Çanakkale’ye ziyaretini ve dönüşünü 13 bölümde anlatan Beşir Ayvazoğlu, edebiyatımızın bu konuda neden başarısız olduğunu Sonsöz’de şöyle açıklıyor: “Çanakkale’de yazılan, Mehmed Akif gibi büyük bir şairin bile bütün şairlik kudretini kullandığı halde zor anlatabildiği bir destanı, Mehmed Emin Yurdakul’dan ve gencecik, tecrübesiz –ve kabiliyetleri sınırlı- şairlerden beklemek büyük bir hata ve haksızlıktı. Başarısızlığın sorumluluğu elbette heyeti teşkil ederken yanlış kararlar verenlerindir.” Çanakkale ile ilgili bugün bile dişe dokunur bir film, tiyatro, sergi, yayın sayısının az olması acaba yine bu yanlış kararlarla açıklanabilir mi?

Ahmet Haşim Çanakkale'deyken...

Bu fotoğraf, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine 22 Ekim 1914’te askere çağrılan Ahmet Haşim’e ait. Kendisi Çanakkale cephesine gönderilmiş, fakat Beşir Ayvazoğlu’nun hikayesini yazdığı Edebi Heyet’e çağrılmamış. Döndükten sonra Ahmet Haşim’in Çanakkale’ye dair anlattıkları dostlarını hayal kırıklığına uğratmış. (Kitapta neler anlattığını okuyabilirsiniz). Yakup Kadri, “Canım, Çanakkale’de gördüklerin bundan mı ibaret?” diye sorunca, “Yok, bir de düşman bombardımanlarının havada bir patiska çarşafın yırtılışını andıran sesleri vardı” diye alaylı bir tavırla cevap veren Haşim, gözlerinin ucuyla gülümseyerek şöyle devam etmiş: “Benden bir kahramanlık neşidesi mi bekliyordunuz? Onu da her şey olup bittikten sonra izzet ve ikram ile Çanakkale’ye davet edilen şairlerden dinlersiniz.” Şimdi burada sizinle konuşan sadece ihtiyat zabiti Haşim Efendi’dir.”
Ayvazoğlu Haşim bu sözlerini şöyle yorumluyor: Haşim’in bu sözlerinde, gülümseyerek söylenmiş olsa da acı bir sitem vardır. Harp bütün şiddetiyle devam ederken İstanbul’da vakit geçiren, bir kısmı çok genç ve tecrübesiz şair ve yazarları zafer destanları yazmaları için Çanakkale’ye gönderirken, “zaferin ne pahasına kazanıldığını ta içinden görmüş ve ateş hatlarının nice tehlikeli saatlerini bizzat yaşamı olan Ahmet Haşim’i kimse hatırlamamış, aklının ucundan geçmemiş, hatırlamışsa bile Arap olduğu için Türkçülerden oluşan heyete katılması uygun görülmemiştir.

Çanakkale’de bir ressam
Topçu Bataryası, Çallı İbrahim

Edebi Heyet’te ressam olarak iki sanatçı vardı: Çallı İbrahim ve Nazmi Ziya. Çallı İbrahim, savaşla anlatan, daha sonra Viyana’da da sergilenen 6 eser yaptı: Topçu Bataryası, Yaralı Asker, Siperde Gece Baskını, Siperde Sabah, Çadırın Önünde ve Subay. Beşir Ayvazoğlu’nun belirttiğine göre bu resimlerden son üçünün nerede olduğu bilinmiyor.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ