7 Haziran 2014 Cumartesi

Ben bilmem, ‘Sabit Bilir’!

7 Haziran 2014
Teknisyen, radyocu, fotoğrafçı, kısa filmci, seramikçi... Sabit Karamani, meşhur adıyla Sabit Bilir, bütün yönleriyle bir sergide anılıyor. Kızı Arzu Karamani’nin küratörlüğünde hazırlanan sergi, bugün sona erse de geriye Türkiye'nin radyo tarihini, fotoğraf ve seramik sanatının gelişimini anlatan bir arşiv bırakıyor.
Adı Sabit, soyadı Karamani. Fakat herkes onu Sabit Bilir diye tanır, başkasına anlatmak için de sadece bu iki kelimeyi kullanırmış. 1950’lilerden itibaren o kadar çok söylenir olmuş ki bu cümle, şimdi “Sabit Bilir” önermesinden oluşan bir sergi ile muhatabız. Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 14 Mayıs’ta açılan “Sabit Bilir: 20. Yüzyılda Bir Hezarfen Sabit Karamani” sergisi bugün sona eriyor ancak geriye Türkiye’nin radyo tarihini, radyo reklamcılığını, fotoğraf ve seramik sanatının gelişimini, o yılların cemiyet hayatını anlatan bir kitap ve henüz çekimleri devam eden belgesel bırakıyor. 1916 İstanbul doğumlu Sabit Karamani’nin efsane bir radyo teknisyeni olması gençlik yıllarına dayanıyor. İlk radyosunu yaptığında 13 yaşındadır. Radyo macerasından önce Merkez Bankası’ndan Islahiye’deki krom madenlerine uzanan bir iş hayatı olur. Profesyonel radyoculuğa ise 1945’te Ankara Radyosu’nda adım atar. Bir yıl sonra, 6 arkadaşı ile birlikte Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından eğitim görmek üzere ABD’ye gönderilirler. Sergideki, 8 mm ile kendisinin çektiği kısa film o döneme ait. (Sabit Karamani’nin otoportresi. 1948 yılında Islahiye’de kömür madenlerinde çalıştığı dönemde çektiği fotoğraf.)

ABD’den döndüğünde İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başlayan Sabit Karamani, adı ile müsemma değil, yerinde duramayan zeki, çevik, atak ve pratik biri, aynı zamanda titiz çalışmasıyla akıllarda yer etmiş bir kişilik. 1950’li yılların Türkiye’sinin bulunmaz teknik adamları arasında. Hızır gibi her yere yetişiyor, bir plak kayıt stüdyosunda, bir Ümraniye’deki radyo verici kulesinde... Türk televizyonculuk tarihinin ilk spikeri Orhan Boran’la radyoda yaptıkları canlı yayınlar da efsane. Kırmızı renkli İstanbul Radyosu Canlı Yayın Arabası, arşivindeki pek çok karede görülüyor. Karamani’nin mucit yönü ise oldukça ilgi çekici. Sergide radyo için icat ettiği teknik aletlerin bir kısmı yer alıyor. 1947’de, kapalı devre bir TV alıcısı yaptığında ise gazetelere haber olmuş.

Sabit Karamani’nin fotoğrafçılığı ve seramik sanatçılığı ise başlı başına bir konu. Aynı yıllarda amatör fotoğrafçı arkadaşlarıyla Amerikan Haberler Ajansı’nda sergiler açmış, on yıl süreyle bu sergilere katılmışlar. Profesyonel çekimleri de olmuş. Engin Özendes, Ersin Alok, Murat Germen, O. Cem Çetin, Fuat Güner (MFÖ’nün Fuat’ı) ve Nazan Güner Ulutekin, fotoğrafçı Sabit Karamani’yi serginin bu kısmında anlatıyorlar.

1962 Venedik Bienali başta olmak üzere uluslararası sergilere katılan seramik sanatçısı Sabit Karamani’nin hikayesini ise eşi Ayfer Karamani’den öğreniyoruz. Sabit Bey’in, seramiğe ilgisi Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olan eşi vesilesiyle başlıyor. Bugün Türkiye’nin birkaç seramik sanatçısından biri olan, 80 yaşına rağmen hâlâ haftada üç gün atölyesine giden ve öğrenci yetiştirmeye devam eden Ayfer Karamani’nin, “Ben seramik sanatçısı olmamı Sabit’e borçluyum.” cümlesi her şeyi özetliyor. Fırın yapımından boya sırlarına, araştırmacı ve meraklı kimliğini seramikte de ortaya koyan Sabit Karamani elinin değdiğini ihya eden bir hezarfen.







Tonmaister Veli Kanık
Sabit Karamani’nin teknik şef olarak çalıştığı İstanbul Radyosu’nun o zamanki tonmaisteri Orhan Veli Kanık’ın babası Veli Kanık’tır.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın radyoculuk macerası

Televizyon olmadığı için radyo reklamcılığı o yıllarda çok önemli. Günümüzdeki gibi reklam anlayışı yok. Hazırlanan temalı reklam programları sevilerek dinleniyor. Band Reklam’ın yaptığı “Zeki Müren’le Baş Başa” en ünlü programlardan biri. Zeki Müren, programda hem şarkı söylüyor, hem firmanın, mesela Pirelli’nin tanıtımını yapan metinleri okuyor. Müren’in okuduğu bu metinleri yazanlardan biri şair Ümit Yaşar Oğuzcan.

Halit Kıvanç, Türkçesini kime borçlu?
Sergi için röportaj yapılan isimlerden biri de TRT’nin ünlü spikeri Halit Kıvanç. O yıllar Türkçenin en iyi konuşulduğu yer İstanbul Radyosu’dur. Kıvanç, güzel Türkçesini kime borçlu olduğunu şu ifadelerle anlatıyor: “Düzgün Türkçeyi ben İstanbul Radyosu’nda öğrendim. Faruk Yener’in, Tarık Gürcan’ın katkısı çok önemlidir. Halkın güzel Türkçe konuşması için radyo bir öğretmendi ve Sabit Bey de bu öğretmenlerden biriydi.”

Süleymaniye’deki mevlit radyo ile nasıl verildi?
1950’li yıllarda radyolardan yapılan canlı yayın hikâyelerin ilgi gördüğü için dönemin dergilerinde çok yer verilirmiş. Süleymaniye Camii’nde şehitler adına düzenlenen mevlide, 3 Mayıs 1952 tarihli Radyo Haftası dergisinde geniş yer ayrılmış. Dergi sayfalarından anlaşıldığına göre Tarık Gürcan ve Sabit Karamani ünlü kırmızı kamyonun tepesine çıkmışlar, camiden sesi alıp bu makinelere veren aleti gösteriyorlar.

Yuki’nin ses babası
Sergide dinleyebileceğiniz tarihi kayıtlardan biri Yuki’nin sesi. Orhan Boran’ın radyo yıllarında meşhur ettiği hayali kahraman Yuki’yi bilenler bilir. Boran, programında ince sesli, sevimli bir hayvanı andıran bu kahramanla karşılıklı konuşur, espriler yapar, dinleyicileri güldürürdü. Yuki’nin sesini, bantları kesip biçerek, birbirine ekleyerek yapan kişi elbette yine Sabit Karamani’ydi. Radyoda yayınlanırken kimsenin gözünde canlandıramadığı Yuki karakteri, 1964 yılında Altan Erbulak’ın çizgileriyle tavşana dönüşerek çizgi roman olmuştu.

Radyoda, 1950'ler.
Sabit anten direğinde 1950'ler.



Sabit Karamani ve Orhan Boran, bir canlı yayında.


Atölyesinde, 1980'ler.
Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki “Sabit Bilir: 20. Yüzyılda Bir Hezarfen Sabit Karamani” sergisinde Orhan Boran, Halit Kıvanç, Nasip-Nuri İyem, Dr. Nevzat Atlığ, Semiha Berksoy, Suna Kan, Celal Esat Arseven, MFÖ’den Fuat Güner ile babası Sami Güner ve daha pek çok ünlü isimle karşılaşıyorsunuz.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ