20 Nisan 2015 Pazartesi

‘Bu şehirde hepimiz çok incindik'

20 Nisan 2015
Senaryosunu yazdığı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar' filmiyle tanıdığımız ve hâlâ o filmle hatırladığımız Feride Çiçekoğlu, artık mavi saçlı bir kadın. Fenerbahçe'de, yedi yıldır yaşadığı ve çok sevdiği apartmana yıkım kararı çıkınca bunalıma girmiş ve bir sabah kendini kuaförde bulmuş. Çiçekoğlu aslında, bu şehrin sakinlerine verilmeyen ‘söz hakkı'na böyle itiraz ediyor. Hem yeni kitabı Şehrin İtirazı'yla hem de tarzıyla...
Feride Çiçekoğlu, senaryolarını yazdığı Uçurtmayı Vurmasınlar (1989) ve yabancı dilde en iyi film Oscar'ını alan Umuda Yolculuk (1990) filmleriyle aklımıza kazındı. O günden beri kendisini unutamadık. Fakat titizliğinden olsa gerek daha sonra az üretti. Ara ara kendini hatırlatıyor. 2007'de başlayan ve üç sezon reyting almayı başaran televizyon dizisi Parmaklıklar Ardında'nın senaryosu ile yine kendisine yakışır bir işe imza atmıştı. En son ilk gösterimi 64. Berlin Film Festivali'nde yapılan, ardından geçen yılki İstanbul Film Festivali'nin ulusal yarışma filmleri arasına seçilen Kumun Tadı'nın senaryosunu Melisa Önel ile birlikte yazdı.

‘Türk sinemasının senaryo sorunu var' serzenişlerinin hâlâ yükseldiği bir ortamda sevenleri sanırız kendisinden daha fazla iş bekliyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Sinema ve Televizyon bölümünde öğretim üyesi olan Profesör Feride Çiçekoğlu ile yeni kitabı Şehrin İtirazı'nı (Metis Yayınları) konuşmaya giderken aklımızda biraz da bu meseleler vardı, fakat karşımızda ‘mavi saçlı bir kadın' görünce yaşadığı travmanın derinliklerine daldık.

     Feride Çiçekoğlu, geçtiğimiz şubat ayında saçlarını maviye boyatmış. Bu ne orta yaş bunalımından, ne de kadınsal triplerden kaynaklanıyor. Düpedüz şehir travması geçiriyor. Çiçekoğlu, bir yılda hayalet semte dönüşen Fenerbahçe'de, yedi yıldır yaşadığı Poyraz Apartmanı'nın da yıkılacağını öğrenince hem ruhen hem de fiziken çökmüş. Kasım 2014'te başlayan taşınma süreci psikolojisini oldukça etkilemiş. “O evi ben çok seviyordum, çok güzel bir balkonum ve balkondan seyrettiğim ağacım vardı. Bütün sokağımız boşaldı. Bir kısmı yıkıldı, bir kısmı yıkılıyor. O güzel yeşillikler içindeki sakin semt vinçlerle dolu. O süreç bana çok ağır geldi. Sanırım son on yılda bu şehirde yaşayan hepimiz çok incindik. Sadece yönetim biçiminin haksızlıklarından değil, şehre yapılan haksızlıklardan da incindik. Yaşam alanımız gasp edildi. Mahallem gasp edildi. Hiç bize sorulmadan bambaşka bir hayat tarzı üzerimize zorla giydirilmeye çalışıldı.” diyor.  

     2013 Haziran ayında yaşanan Gezi Parkı olayları, Çiçekoğlu gibi pek çok insana ‘şehir hakkı' konusunda umut olmuştu. Artık bundan sonra, şehrin herhangi bir yerinde ağaç sökülecekse, apartmanlar, hanlar yıkılacaksa semt sakinlerine sorulacağı, söz hakkı tanınacağı ümit edilmişti. Ama öyle olmadı. İşte Validebağ Korusu, Narmanlı Han meselesi hâlâ sıcak. Çiçekoğlu, bunun hayal kırıklığını en derinlerde yaşayan İstanbullulardan biri. Çok kızgın, çok öfkeli. “Gezi'yle birlikte sanki şehirle ilgili söz hakkımız olacak duygusuna kapılmıştık, hiç öyle bir şey olmadı, daha saygısızca üstümüze gelindi.” diyor.

Ona hak vermemek mümkün değil. Şehrin İtirazı'nı da apartmanlarının yıkılacağı konuşulmaya başladığı geçen yıl ocak ayında yazmaya karar veriyor. Yazar kitabında Gezi Parkı patlamasının birdenbire olmadığını, adım adım yaklaşan seslerini 2000'den sonra çekilen Türk filmleriyle ortaya koyuyor. Bunu yaparken 1848-1968 arasında aynı süreci yaşayan Paris'e ve o dönemin filmlerine uzanıyor, bizi o yıllarda literatüre giren ‘vinç yolu' kavramıyla tanıştırıyor. Bugün olanlar hakikaten tesadüf değil. İstanbul uzun bir süredir vinçler şehri değil mi? Başınızı ne tarafa dönseniz havada sallanıp duran vinç kuleleri…
Feride Çiçekoğlu'nun, beşinci kitabı Şehrin İtirazı (Metis Yayınları), 2013 Haziran ayında yaşanan Gezi Parkı olayının adım adım yaklaşan seslerini 2000 sonrası çekilen filmlerle ortaya koyuyor.
Çiçekoğlu'nun yabancı ve yerli filmlerde yakaladığı ortak imgeleri okuyunca oldukça şaşırıyorsunuz. Mesela Jean-Luc Godard'ın Alphaville, Haftasonu ve Onun Hakkında Bildiğim İki Üç Şey filmlerini, Paris'in kentsel dönüşüm ile geçirdiği sürece tepki filmleri olarak sunuyor. Türkiye'den Tayfun Pirselimoğlu'nun Pus, Ben O Değilim, Mahmut Fazıl Coşkun'un Yozgat Blues, Belmin Söylemez'in Şimdiki Zaman, Pelin Esmer'in 11'e 10 Kala, Reha Erdem'in Şarkı Söyleyen Kadınlar, Hayat Var gibi filmlerini de böyle okuyor.

Pus, ‘yüzünü kaybetmiş ve kâbusa dönüşmüş şehir peyzajına örnek olarak neredeyse kare kare çerçevelenip duvara asılabilecek kadar zengin malzeme taşıyor.' Ben O Değilim'de ‘bir kâbusa dönüşen ha İstanbul, ha İzmir ne fark eder hissi', Yozgat Blues'un da ‘Yozgat'ta bir otelin penceresinden bakıp deniz olsa aynı Zeytinburnu, diyen Yavuz'un (Ercan Kesal) cümlesiyle ironi boyutu kazanıyor.' Şimdiki Zaman'ın başkarakteri Mina'nın (Sanem Öge), ‘kaçmak istediği şehir, İstanbul'daki kentsel dönüşüm ve soylulaştırma süreciyle ilintili.' 11'e 10 Kala, İstanbul'da son on yılda yaşanan sayısız mizansenden ortak öğeler taşıyor. Nedir o mizansenler? Değeri iki kat artsın diye yıkılan binalar, deprem korkusuyla ikna edilen apartman sakinleri, keyfi yasal düzenlemelerle desteklenen inşaat sektörü ve tüm bunlardan çok az sayıda kişinin cebini doldurması… Şehrin İtirazı tüm bunlara bir tepki.
11'e 10 Kala

11'e 10 Kala

Hayat Var

Pus
Şimdiki Zaman
Aklımıza takılan bir soru. Bugün Paris başta olmak üzere Avrupa'nın pek çok şehri mimarisiyle, peyzajıyla bir marka. Yalan mı, herkes bayılıyor bu şehirlere. O zaman bu itirazları Çiçekoğlu nasıl değerlendiriyor? İşte cevabı: “Bence o şehirlerdeki sivil muhalefet sonradan birçok şeyi rayına oturtuyor, her şey yoluna giriyor mu, hayır ama şehrin yönetiminde daha çok söz sahibiler.”

“Hakkaniyet sağlayacağım diye gelen herkes şehri talan ediyor”
“Fenerbahçe'nin şöyle bir avantajı var: Denize çok yakın ama şehre de çok yakın. Altyapısı iyi, o yüzden yüksek bir kâr getirisi var. Bu yüzden yıkılıyor. Benim vurgulamak istediğim, 12 Eylül döneminde askerler orayı aynı şekilde talan ettiler, izinsiz lojmanlar yaptılar, parkın bir kısmına dinlenme tesisi yaptılar falan… Şimdi başkaları talan ediyor. Hakkaniyet sağlayacağım diye gelen herkes şehri talan ediyor. Dönem dönem bunu yaşıyoruz. Hak hukuk için geldiğini söyleyen parayı ve iktidarı ele geçirince değişen bir şey olmuyor. Gezi'deki isyanı böyle görüyorum. Beni en çok şu yaralıyor; başa gelenin iktidar sarhoşluğu ile ne yapacağını zaten tahmin ediyoruz, bizim için sürpriz değil ama insanların bu kadar çabuk saf değiştirmesi, destekleyici hale gelmesi, otoritenin yanında sesini kesmesi çok üzücü.”
     
Taşınma travması
“Taşınma travmasından sonra saçlarımı maviye boyattım. Oturduğum apartmanın da yıkılacağı belli oldu, o evi ben çok seviyordum, çok güzel bir balkonum ve balkondan seyrettiğim güzel bir ağacım vardı. O süreç bana çok ağır geldi. Bütün sokağımız boşaldı. Bir kısmı yıkıldı, bir kısmı yıkılıyor. O güzel yeşillikler içindeki sakin semt vinçlerle dolu. Bu süreçte çok üzüldüm. Taşınırken de yoruldum. Yine yakın bir yere taşındım ama orada değilim. O günlerde markete gitmiştim. Birden kasadakilerin bakışını fark ettim. Bana artık yaşlı kadın muamelesi yapıyorlardı. Yardım edelim mi teyze vs. diye. Bir şey yapmam lazım dedim ve saçımı maviye boyattım, henüz teyze olmak istemiyorum.”
     
Bugün olanlar tesadüf değil, ‘vinç yolu' kavramı çok eski
“1968'den önce Paris'te ‘vinç yolu' kavramı orada çıkmış. Vinçler şehri altüst etmiş. Bugün olanlar hakikaten tesadüf değil. Şehrin altüst oluş döneminden sonra insanlar isyan ediyor. Ufkunda bu kadar çok vinç olan ve insanların yaşama alanlarının gasp edildiği, alışkanlıklarının ezerek geçildiği yerde böyle bir isyan oluyor. Özellikle az sayıda belirli kişilerin kâr etmesi, bizim bunu görüyor olmamız ve sesimizi çıkardığımız zaman hiç ciddiye alınmaması ve sesini çıkaranların daha büyük bir baskıyla ezilmesi bunlar insanları isyana sürüklüyor.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ