26 Haziran 2013 Çarşamba

O foto muhabirleri çok üşüdüler

26 Haziran 2013
Kadırga'daki İstanbul Fotoğraf Müzesi, 3 Mayıs'ta açılan ve yoğun gündem arasında sessiz sedasız devam eden güzel bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Biz Foto Muhabirleri Çok Üşürdük...” adlı sergi bu meslek erbabının zor şartlara rağmen işlerini nasıl yaptıklarını 40 karelik seçkiyle anlatıyor.
 
Mesele ajitasyon değil. Mesleğini yapan insanların karşılaştığı zorlukları, meslektaşlar arasındaki dayanışmanın önemini oto muhabirleri üzerinden anlatmak. Benzer zorluklar bugün de yaşanıyor, yaklaşık üç hafta süren Gezi Parkı olaylarında pek çok gazeteci, foto muhabiri, kameraman yaralandı. Kim bilir onlardan yarınlara ne kareler kalacak? Onlar yaralansalar, hatta canlarını kaybetseler de ‘haberi fotoğraf makinesiyle yazmak’tan vazgeçmeyecekler.

Serginin küratörü Cengiz Kahraman, sergiye neden böyle bir isim verdiğini, “1950’li yıllarda foto muhabirliği yapan Yılmaz Canel ve Muammer Tuncer ile birkaç kez röportaj yaptım. Sohbet ederken çalışma koşullarının zorluğuyla ilgili böyle bir cümle söylediler. Mesele sadece üşümek değil, yaralanan, ölenler oluyor.” cümleleriyle anlatıyor. Eylüle kadar devam edecek sergiden bir seçki hazırladık.
1910'da devletten 001 numaralı foto muhabiri kimliği alan, Türk basın tarihinin ilk foto muhabiri Ferit İbrahim (sağ baş).
Dumlupınar'a giderken... Namık Görgüç, Ferid İbrahim, Haydarpaşa.
Galata Rıhtımı'nda sabaha karşı Odesa'dan gelecek olan Rus siyasetçi Leon Davitoviç Troçki'nin İstanbul'a ayak basmasını bekleyen dört foto muhabiri, soğukla başa çıkmaya uğraşıyor. Faik Şenol, Ali Ersan, Namık Görgüç ve Hilmi Şahenk, 12 Şubat 1929 Salı sabahı Troçki’yi çekemedi ama ama arkadaşları onları böyle görüntüledi.
Zafer kazanan ordunun İstanbul’a girişini Galata Köprüsü üstünde belgeleyen foto muhabirleri. 6 Ekim 1923
Foto muhabirleri ve Atatürk.
Sivas-Samsun hattı.


Cumhuriyet Gazetesi’nin Cağaloğlu’ndaki tarihî binasının bahçesinde Namık Görgüç, dökülen suyun fotoğrafını çekerken bir meslektaşı da kendisini görüntülemiş.
Cemal Işıksel, trenden fotoğraf çekiyor.
Faik Şenol, Ali Ersan, Hilmi Şahenk, Şükrü Sara.
Süleymaniye Camii’nde Hafız Kemal Bey tarafından Türkçe Kur’an okunurken, Ali Ersan ve Selahattin Giz (sağdan 2. ve 3.) böyle poz vermişler. 25 Ocak 1932
Faik Şenol, Selahattin Giz
Semiha-Hikmet Feridun Es.
Sami Önemli
Pele-Santos
Foto muhabirleri Vali Mümtaz Tarhan ile.
Yılmaz Canel... Uludağ değil, İnönü Stadı.
Selçuk Aybatar, Boğaz Köprüsü açılışında. 30 Ekim 1973
Erdoğan Köseoğlu
Sema İrigül

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ








‘Sefiller’in 96 yıl önce yapılan Osmanlıca çevirisi yayımlandı

26 Haziran 2013
Osmanlıca Sefiller'in kapağı.
Meşrutiyet dönemi çevirmenlerinden Avanzade Mehmet Süleyman'ın, 1907 yılında yaptığı Victor Hugo'nun ünlü eseri Sefiller'in Osmanlıca çevirisi Ötüken Neşriyat tarafından günümüz Türkçesine kazandırıldı. O dönemde ansiklopedik boyda, 1584 sayfa ve resimli olarak yayımlanan eser, sahaf çevrelerinde halen tek tük bulunabiliyor.

Ötüken Neşriyat'ın Yayın Yönetmeni Erol Kılınç, 40 yıl evvel yine Sahaflar'dan kitabın ciltli bir nüshasını alır, fakat dili ağır ve ağdalı olduğu için o haliyle yayımlanmasının faydalı olmayacağını düşünür. Nihayetinde geçen yıl Türkçeye kazandırmak için editöryal çalışma başlatır ve ortaya her biri 1500 sayfadan fazla üç ciltlik bir eser çıkar. Erol Kılınç, Osmanlıca çevirinin, o dönemdeki diğer Türkçe çevirilerle karşılaştırdığında daha ‘namuslu' bir tercüme olduğunu düşünüyor  bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“Avanzade'nin çevirisi, ülkemizde 1950'li, 60'lı yıllarda yaygınlaşan sosyalist, komünist, devrimci sloganlarla ele alınarak yapılan ve kitabın dinî, ahlakî, mistik boyutunu bu terminoloji savurganlığı içinde boğuntuya getiren tercümelerden farklı ve daha gerçekçi.” Kılınç'a göre Victor Hugo ve Osmanlı son dönem aydınları bu terminolojilerle yazışıp konuşmazlardı. Yapılan tercümelerde kullanılan terimler, eserin yazıldığı dönemdeki anlamlarından saptırılırsa, eserin kalitesi büyük ölçüde düşer ve eser okura olduğundan başka türlü tanıtılabilir. Kılınç, Osmanlıca metinde bu kusurların en az olduğunu, dolayısıyla orijinal metni en iyi yansıttığını söylüyor. Kitabı okuyanların bu kaliteyi derhal fark edeceklerini de iddia ediyor.

Kudüs 'e sürülen bir yayıncı


Bu noktada çeviriyi yapan Avanzade Mehmet Süleyman'ın kim olduğu merak edilebilir. 1871- 1922 tarihleri arasında yaşayan İstanbul doğumlu Süleyman, 1890'da Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'ni, 1893'te Tıbbiye Mektebi'nin Eczacılık bölümünü bitirir. Bir süre Haydarpaşa ve Yıldız hastanelerinde çalışır. Çeşitli dergilerde yazı yazmaya, kitaplar yayımlamaya başlar. 1902'de yönettiği Musavver Terakki dergisi-nin Rus-Japon savaşıyla ilgili yayını Rusya'nın tepkisini çekince, 1903'te Kudüs'e sürülür. 1907'de Kahire'ye kaçar. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla İstanbul'a döner ve yüzbaşı rütbesiyle Sıhhiye i Askeriye Tercüme ve İstatistik Kısmı'na memur olarak atanır. 1912'de binbaşı olur, bir yandan da Ceride-i Tıbbiye-i Askeriye adlı derginin yayımını üstlenir. Afiyet, Güzel Prenses, Hür Çocuk dergilerinin yanı sıra, kadınlara yönelik ilk yıllık olan Nevsal-i Nisvan'ı çıkarır. Muharrir Kadınlar (1892), Çocuklara Mahsus Hikâye Cüzdanı (1896), Ahrar mı İttihad mı? (1911), Eczacılara Mahsus Muhtıra (1913), Kızlara ve Hanımlara Jimnastik (1914) eserlerinden bazıları...

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ