31 Ağustos 2015 Pazartesi

Neyzen Süleyman Erguner: Sema, İslami kesimin eğlencesine dönüştü

31 Ağustos 2015 
Konya'da aralık ayında düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinin biletleri 7 Ağustos'ta satışa çıktı. Her yıl olduğu gibi törenlere ilgi yine büyük. Fakat kamuoyundan bazı şikayetler yükseliyor. Konuyu, bugünlerde "Cumhuriyet Döneminde Mevlevilik" adlı kitabı üzerinde çalışan neyzen Süleyman Erguner ile konuştuk.
“SEMA, 2000'DEN SONRA İSLAMİ KESİMİN EĞLENCESİNE DÖNÜŞTÜ. TÖRENİN BİR SİLSİLESİ VARDIR. ÖNCE KUR'AN-I KERİM OKUNUR, ARTIK BUNLAR YOK. KONSERLERLE BAŞLIYOR. ALAKASI OLMAYAN SANATÇILAR ŞEB-İ ARUS TÖRENİNDE SAHNEYE ÇIKIYOR.” FOTOĞRAF: ZAMAN, ÜSAME ARI

Her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında Konya'da gerçekleştirilen Şeb-i Arus törenlerinin biletleri 7 Ağustos'ta satışa çıktı. Bu yıl 742.si gerçekleştirilecek törenlere katılmak isteyenler, Konya İl Kültür Müdürlüğü'nün sitesinden (www.konyakultur.gov.tr) bilet alabiliyor. Müdürlüğün 2013'te uygulamaya başladığı bu sistem, Türkiye'nin diğer illerinde yaşayanlar için kolaylık oldu. İster, büyük törenin yapıldığı 17 Aralık gününe, isterse diğer günlerde yapılan daha küçük sema törenlerine katılmayı arzu edenler 50 TL'ye bilet bulabiliyor. Fakat manzara göründüğü kadar güllük gülistanlık değil.

Geçen yıla kadar Mevlânâ Kültür Merkezi'nde yapılan 17 Aralık'taki büyük tören,  Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi'ne taşındı. 10 bin kişilik yeni salon, evet çok fazla kişiyi alıyor fakat sema için uygun bir mekân değil. Akustiği yok, sahne düzenlemesi teknik olarak semayı izlemeye imkân vermiyor. Mesela 17 Aralık 2015'te gerçekleştirilecek anma gecesinde sahnenin tam karşısındaki 16 blok (yaklaşık bin kişi) protokole ayrılmış. Bu bölgelerden bilet almak imkânsız. Diğer boş koltuklar da ya basket potasının (evet basket postası olan bir salonda Şeb-i Arus töreni yapılıyor) arkasında kalıyor ya da sahneye çok uzak mesafede bulunuyor.

Neden özellikle 17 Aralık'taki protokol koltuklarından bahsettiğimiz merak edilebilir. Cevabı çok basit: Çünkü herkes 17 Aralık'taki törenleri izlemek istiyor. Mevlânâ Hazretleri'nin ‘düğün günüm' dediği ahirete irtihali bugüne tekabül ediyor. Diğer günlerde yapılanlar sembolik anma törenleri. Basit bir ‘koltuk' meselesi gibi görünen bu durum, sadece Türkiye'den değil, dünyanın her yerinden Konya'ya akın eden Mevlânâ severleri üzdü, üzüyor. Konuyu, bugünlerde “Cumhuriyet Döneminde Mevlevilik” kitabı üzerinde çalışan neyzen Süleyman Erguner değerlendirdi.

Yeni kitabınız ‘Cumhuriyet Döneminde Mevlevilik' ne zaman bitiyor?
Üç ila altı aya kadar bir süresi var. Her gün bir şeyler ekliyorum. Kitap, 1925'te Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu'nun çıkmasından bugüne kadar Mevlevihaneleri, Mevleviliği anlatıyor. İçinde elbette hatıralarım var. Çocukluğum, 5-7 yaş arası Konya'daki törenlerde geçti. Babam neyzen Ulvi Erguner o törenleri hem tertip eden heyetteydi, hem de neyzen olarak yer alıyordu.

Tekkeler kapatıldıktan sonra ne oluyor? Tekrar sema törenleri ne zaman başladı?
Evlerde devam ediyor. Küçük gruplar halinde ve gizli gizli. Otorite, yasağı sıkı bir şekilde takip ediyor. 1925'ten 1946'ya kadar böyle. 21 yıl sonra Konya'da bir anma töreni düzenleniyor. Fakat sema yok, sadece konuşmalar yapılmış, ney üflenmiş.

1946'dan sonra ne oluyor?
Seneyi devriyelerde anmalar yapılıyor. Törenleri tertip etmek için İstanbul'dan ekipler geliyor. Neyzen Halil Can, babam Ulvi Erguner, Sadettin Heper ve dönemin Mevlevi büyükleri... Konya'dan Hulki Amil Çelebi (Keymen) dahil oluyor. Konuşma yapıyor. 1950'ye kadar böyle devam ediyor. Sema 1955'te başlıyor. Aslında Mevlevilik'teki ilk yasak bu değil. Öncesi var.

Osmanlı döneminde de mi yasaklanmış?
İlk yasak IV. Mehmet zamanında getiriliyor. Şeyh Vani Mehmet Efendi etkili oluyor bu yasakta ve Anadolu'da Konya hariç, birçok mevlevihanede sema yapılmıyor. Mevlevilikte buna, ‘yasağı bed' yani birinci büyük felaket denir. Fakat çok uzun sürmüyor yasak. 1684'te kalkıyor. III. Ahmet döneminde tekrar başlıyor. Hatta III. Ahmet, Mevleviliği himaye ediyor.

ŞEB-İ ARUS TÖRENLERİ ÜCRETSİZ OLMALI

Günümüze dönersek, 1955'te ne oluyor da birdenbire sema başlıyor?
İsveç Kralı Gustaf için İstanbul'da bir belgesel film çekiliyor. Filmde Mevleviler de var. Hem İstanbul'da hem de Konya'da sema törenleri düzenlenmiş o dönemde. Ankara da işin içinde. Protokol olayı burada yoğunlaşıyor. Bugünkü semanın koreografisi o dönemde ortaya çıkmış. Beyaz elbiseler dikilmiş.

Eskiden beyaz elbise yok mu?
Yok tabii. Hırka ve onu tamamlayan bir elbise var. Şimdiki semazenler etekleri havalara kalksın diye yöntem bile geliştirdi. ‘Kumaşın şu cinsten olursa daha çok havalanır' konuşmaları yapılıyor. Kralın böyle bir taleple gelmesi tabii ki Mevleviliğin turizm unsuru haline gelmesinin başlangıcı oluyor. Şimdi 20 dolara dönenler var, Şeb-i Arus biletleri vs. Biletlerin satılmaması lazım. Oradan gelecek gelire mi ihtiyaç var?

Bilet gelirinden ziyade, törenlere yoğun talep olduğu için belki bir kontrol mekanizması olarak böyle bir yöntem düşünülmüştür…
Meraklısı belli zaten Şeb-i Arus'un. En kalabalık gün, 17 Aralık oluyor. O güne davetiye ve bilet bulamazsınız. Diğer günler pek kalabalık olmaz. Bir müzisyen olarak yeni yapılan Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi'nin akustiğinin ve ses tesisatının iyi olmadığını söyleyebilirim. Neyin, tamburun sesi tek tek duyulmalı. Öyle bir şey yok. Dağılan bir ses kargaşası mevcut.

Aslında Mevlevi camiası bunları hep dile getiriyor...
Camiadan eleştiriler geliyor ama maalesef etkisi olmuyor. Sema 2000'den sonra İslami kesimin eğlencesine dönüştü. 1980'lerde daha kültürel yönü ön plandaydı. Törenin bir silsilesi vardır. Önce Kur'an-ı Kerim okunur, artık bunlar yok. Konserlerle başlıyor. Alakası olmayan sanatçılar Şeb-i Arus töreninde sahneye çıkıyor.

Ulvi Erguner, Halil Can, Sadettin Heper, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kelle koltukta Mevleviliğe hizmet etmişler. O mücadelelere bakınca gelinen nokta daha acı değil mi?Evet öyle, Allah kimseyi kendi kültürünü savunmak zorunda bırakmasın. Babam, TRT İstanbul Radyosu'nda müzik müdürüydü. Ramazan'da iftar saatinde ilahi yayınlamak istemiş, görevinden alındı. Savunmalar yazarak görevine döndü ama bir sene sonra vefat etti. Çoğu sanatçı babamın kanser olmasını o zaman yaşadığı üzüntülere bağlar. Şimdi öyle günlere geldik ki, Mevleviliğin itibarı sarsıldı. Babam bunlar için mi mücadele etti?


‘Emin Dede'nin ney taksimlerini buldum'
“Galata Mevlevihanesi'nin neyzenbaşı Emin Dede'nin öğrencilerine yazdığı 81 adet ney taksiminin notalarını buldum. Ağabeyimiz, üstadımız Yılmaz Kale bana verdi. Emin Dede, Yılmaz Kale'nin babası Emin Kılıçkale'ye vermiş bu notaları. Emin Kılıçkale, Cumhuriyet döneminin ilk doktorlarından. Emin Dede'nin öğrencisi aynı zamanda. Ermeni notası Hamparsum ile yazılmış ney taksimlerini bugünkü notaya çevirdim. Müzikal notlar da vardı kâğıtlarda, onları da yazdım. Çok önemli müzikal bir kültür çıktı ortaya. Grift'ten sonra bu projeye yoğunlaşmıştım, yeni bitti. Ayrıca Lale Devri'nin en önemli ney üstadı Osman Dede'nin Hayatı ve Eserleri adlı bir çalışmam daha var. Hepsi yayınlanmayı bekliyor.”

Mevlânâ Türbesi'nde artık ney sesi yok…
“Mevlânâ Türbesi'nden geçen yıldan bu yana ney sesi yoktur. Çok cılızdır. Çünkü türbenin içine namaz kılma yeri yapılmış. Sessizlik olsun diye böyle bir karar almışlar. Bu uygun bir durum değil. Osmanlı zamanında türbenin yanına Selimiye Camii yapılmış, namaz kılmak isteyenler oraya gidebilir. Cami boş, türbede insanlar sandukalara bakarak namaz kılıyor. Mevlevihanede namaz kılınmıyor muydu? Kılınıyordu tabii ki ama mescidi vardı. Yenikapı Mevlevihanesi'nin semahanesi ve mescidi ayrıdır. Kimse semahanede namaz kılmıyordu. Konya'da makamın olduğu yerin yan tarafı semahanedir.”  

İmza kampanyası başlatıldı
İzmir'de yaşayan 32 yaşındaki Akif Genç, 2012'den bu yana Şeb-i Arus törenlerine katılan bir muhasebe uzmanı. Törenlerle ilgili yaşadığı sıkıntı kendisini o kadar üzmüş ki, www.change.org'da ‘17 Aralık Şeb-i Arus Etkinlikleri Herkese Açık Olsun' başlıklı bir imza kampanyası başlattı. Genç, yaşadıklarını bize gönderdiği aşağıdaki uzun mektupta anlatıyor.
Akif Genç: "Ben 32 yaşında Mevlana, Mesnevi, tasavvuf ilmine büyük bir aşkla bağlanmış bir mecnun olarak 17 Aralık 2011'de TRT-1 ekranında Mevlana Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen Şeb-i Arus törenlerinden çok etkilenmiştim. Bilet satışlarının ocak tarihinde tükenmesinden ötürü 2012 yılındaki Şeb-i Arus gecesine katılamamıştım. Ama kararlılığımdan vazgeçmeyip 17 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilecek olan Şeb-i Arus etkinlikleri için bilet arayışına Ocak 2014 tarihinden itibaren Konya İl Kültür Müdürlüğü'nün web sitesindeki E-Bilet sayfasını “güne gün” takip ederek satışa çıkmasını bekledim. İlk defa daha tertipli şekilde E-Bilet sistemine bu tarihte geçildi ve 1 Ekim 2013 tarihinde bilet satışları açılır açılmaz istediğim yerden biletimi rahatlıkla satın alabildim.
    Mevlana Kültür Merkezi'ndeki 17 Aralık Şeb-i Arus gecesini büyük bir huşu içinde izleyebildim. Tam karşımdaki seyirci koltuklarının en önünde hayatımda ilk defa kanlı canlı olarak görmüş olduğum dönemin başbakanı Erdoğan ve CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu'nun salona gelişlerini o an yaşanan hareketliliği ve heyecanı ilgiyle takip etmiş oldum. C ve D Blok tamamen protokol için ayrılmış olup ben ise B Blokta 3.sırada olmama rağmen sahneye tam hakim bir noktada sıkıntısız ve rahatlıkla törenleri sonuna kadar izledim.
    2014 yılında gerçekleştirilen törenlere de katılmayı çok istedim. Fakat bu esnada canımı sıkan bir durumla karşılaştım. 17 Aralık gecesindeki Şeb-i Arus töreni bu sefer Mevlana Kültür Merkezi'nde değil, kapasitesi daha geniş olan yeni yapılan Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilecekmiş. E Bilet sisteminden bilet satışı için sahnenin uzak köşelerinde yani pota altları kısmı ile onların üst ve çapraz konumlarına tercih yapma kısıtlamasıyla karşı karşıya kaldım. Protokol kısmı için sahnenin en ön ve üst tribünlerinden 8 blok ve tam karşısındaki tribünlerden de gene 8 blok olduğu gibi bilet satışlarına kapatılmış halde protokol,  koruma ve güvenlik mensuplarına ayrıldığını öğrendim. Bu şikayetimi Konya İl Kültür Turizm Müdürlüğü yetkililerine dile getirdiğimde ise bana; hafta içindeki diğer seanslara neden katılmak istemiyorsunuz, o tarihlerde de izleyebilirsiniz denmesi, böylesi bir yoğun tasavvuf gönüllüsü biri olarak beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Bunun üzerine açılış gecesi olan 7 Aralık tarihinde Mevlana Kültür Merkezi'nde izledim. 2015 Aralık ayındaki etkinliklerde de geçen yılki organizasyonda hiçbir değişikliğe gidilmediğini gördüm, gene 17 Aralık gecesi Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi'nde… Gene protokol ve korumalara ayrılmış en güzel yerler ve gene biz tasavvuf gönüllerini kenara köşelere serpiştirilmiş halde küskünce bırakmaları…
    Belki bir değişime katkım olur ve bu törenlerin tekrardan özüne yakışır bir düzene dönmesi konusunda bir başlangıç olur düşüncesiyle Cumhurbaşkanlığı'na bu protokol ve korumalara ayrılan yerler konusunda dikkatlerini çekmek için yazdım. Cumhurbaşkanlığı bana gönderdiği yanıtta şikayetimi ilgili kuruma (Konya İl Kültür Turizm Müdürlüğü) iletildiğini söyleyip standart bürokratik işlemlere tabi tutmayı sürdürdüler. Ama ben bu yoldan vazgeçmeyeceğim. Bu törenler eskiden olduğu gibi tekrardan tasavvuf gönüllülerine açılmalı bizlerin küskünlüklerini kırmalılar.
    Mevlana'yı seven ve tasavvufa ilgi duyan biri olarak 17 Aralık Düğün Gecesi'nin önemi ve fazileti bizler için daha uhrevidir. Mevlana hazretlerinin şehadete ulaştığı gece olması ve bu geceyi hüzün gecesi değil de düğün gecesi olarak bizlere vasiyet bırakması, benim de o atmosferi o heyecanı semazenlerin estirmeye çalıştığı o güzel hava ile beraber  yaşama isteğimi daha da yüceltmesi gerekirken maalesef her geçen yıl tasavvuftan maneviyattan fersah fersah uzaklaşıp maddiyatçılığa doğru son sürat ilerlemektedir.
    Ben her sene İzmir'den Mevlana'nın Konya yollarına samimiyet aramak için çıkıyorum, aşkı arıyorum, Mevlana'yı görmek için ta uzak diyarlardan gelmiş ama Mevlana'nın ömrüne yetişemedikleri için Allah'tan bizim canımızı buradan al diye dua etmiş olan o 3 ulu insanın aşkını arıyorum. Orası aşk meclisi irfan meclisi. Bürokratların, protokol yetkililerinin salonun yarısından fazlasını ve sahneye en yakın olan yerlerde üstelik bedava izleyebildikleri bir yerde biz Mevlana gönüllülerini kenarda köşelerde izlettirme gafletini Mevlana'nın hangi düşüncesiyle bana açıklayabilirler?
    Dünyanın değişik pek çok yerlerinden insanlar Mevlana'yı okumuş, anlamış felsefesini yorumlamış ve evrenselleştirmişken 17 Aralık'ta Konya Büyükşehir Belediyesi Spor ve Kongre Merkezi'nde bizlere neyi izlettirmekteler? Lacivert siyah takım elbiseli siyasiler, bürokratlar onların korumaları… Bu nurlanmamış suretlerdeki siyasilerin can sıkan konuşmaları, Mevlana'nın öğretilerini kendi hayatlarına ne kadar yaşatabiliyorlar ki benim gibi günlerinin pek çoğunda tasavvufla yoğrulmuş insanlara Mevlana'yı anlatıyorlar(!)
    Mevlana gibi bir şahsiyetin yarattığı ve nadir rastlanacağını düşündüğüm bir felsefe akımının, ellerini açıp dönen adamları izlemek seviyesine indirgenmesi üzerinden bir ticari faaliyet haline getirilmiş olması, temelinde Mevlana olan bir aktivitenin biletleri para ile satılıyor ve daha da acısı insanlar parasına göre sınıflara ayrılıyor olması ve daha da vahimi tasavvuf ile alakası dahi olmayan bu insanların üstelik ücretsiz olarak en rahat yerlerden izleyebildiklerini görmem beni derin bir hayal kırıklığına uğratıyor. İki yıldır ilgililere, yetkililere soruyorum; Bu topraklara ekilmiş en güzel güllerden birinin şehadete erişmesine binaen ortaya konan bir anma etkinliğini sen neden bu kadar halktan uzak bir konuma sokuyorsun? Yazımı, bu organizasyonu tertip edenlere Mevlana hazretlerinin şu sözüyle tamamlamak istiyorum: “Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

   

27 Ağustos 2015 Perşembe

Şehir Tiyatroları direniyor

27 Ağustos 2015
Oyuncu Levent Üzümcü'nün İBB İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ihracına tepkiler büyüyor. ŞT Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ve ekibi, dün siyah giysilerle bir basın toplantısı düzenleyerek kararın kendilerinin bilgisi olmadan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Üst Disiplin Kurulu tarafından alındığını söyledi. ŞT Disiplin Kurulu üyesi Ayşegül İşsever, toplantıda istifasını açıkladı. İSTİŞAN, Oyuncular Sendikası gibi sivil toplum kuruluşları da Harbiye'de bir araya geldi.
ERHAN YAZICIOĞLU VE EKİBİ, BASIN TOPLANTISINA SİYAH GİYSİLERLE KATILDI. SOLDAN SAĞA: ZAFER KIRŞAN, OZAN GÖZEL, ENGİN ALKAN, ERHAN YAZICIOĞLU, YİĞİT SERTDEMİR, HAKAN ARLI. 

Oyuncu Levent Üzümcü'nün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan ihracı, tiyatro dünyasında depreme yol açtı. İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu, dün Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde bir basın toplantısı düzenledi. Genel Sanat Yönetmeni yardımcıları Engin Alkan, Hakan Arlı, Yiğit Sertdemir ve sahne direktörleri Ozan Gözel ile Zafer Kırşan'ın katıldığı toplantıda tüm konuşmacılar siyah kıyafet giyinmişti. Medya ordusunun izlediği toplantıya önce, elinde Muhsin Ertuğrul'un “Benden Sonra Tufan Olmasın” kitabıyla Erhan Yazıcıoğlu teşrif etti. Kitabı masaya dik ve sert bir şekilde yerleştiren Yazıcıoğlu'nun ardından diğer isimler masanın etrafına dizildi. Yazıcıoğlu'nun neden böyle bir kitapla geldiğini biraz sonra yaptığı açıklamada anladık. “Neden istifa etmiyorsunuz?” sorularına cevabını baştan veriyordu.

‘BUGÜN TİYATRONUN YAS GÜNÜDÜR'

Yazıcıoğlu konuşmasına, göreve geldiği günden itibaren yaptıklarını anlatarak başladı. Konu Levent Üzümcü'ye gelince, bir anda durakladı, yutkundu, gözleri doldu ve şöyle devam etti: “Kurumumuzun ve Türkiye tiyatrosunun en değerli sanatçılarından, ailemizin en sevilen üyelerinden biri olan Levent Üzümcü'nün, Şehir Tiyatrosu yönetimiyle hiçbir şekilde irtibat kurulmadan, tamamen Belediye Üst Disiplin Kurulu tarafından açılan soruşturma neticesinde, kurumdan atıldığı bilgisi hem kamuoyuna hem tarafımıza tebliğ edilmiştir. Bilinmelidir ki, bugün hem bizim açımızdan hem kurum açısından bir yas günüdür… Eğer bu kararı gerekçelendiren nokta Memurin Yasası ise, Anayasa ile çelişki barındıran bu durumun ortadan kalkması adına Memurin Yasası'nın acilen değişmesi gerekliliği bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır.”

Şehir Tiyatroları Yönetmeliği'ne göre, bir oyuncu tiyatroda bir suç işlerse bunu irdelemek ŞT Disiplin Kurulu'nun görevi ama alınan ihraç kararında ŞT Disiplin Kurulu'nun adı dahi geçmiyor. Yazıcıoğlu, “Levent, en ufak bir suça sahip değil. Bizim tarafımızdan disipline gönderilmiş bile değil. Şu da yanlış geliyor bana. Maaşını ben veriyorum. Sus bir kenarda otur. Yok böyle bir şey! Maaşımı bana halkım veriyor. Halkın vergileriyle ben burada ayakta duruyorum.” diyor.


“MÜCADELEYİ SÜRDÜRECEĞİZ, ALANI BOŞALTMAYACAĞIZ”  

Yazıcıoğlu, elbette siyasi olarak Levent Üzümcü ile aynı fikirde değil, konuşmasında bunu birkaç kez belirtti ama onu savunmak için aynı görüşte olmasının gerekmediğini söyledi. Kararı yanlış ve antidemokratik olarak niteledi. Sorumlu kişileri de yanlışı düzeltmeye çağırdı. Her türlü mücadeleyi sürdüreceklerini ve asla alanı boşaltmayacaklarını ifade etti: “Bu tiyatro bizim ve bizim olarak kalacaktır. Kovulsak da buradayız. Bizi sahneden kimse ayıramaz.” cümleleriyle kararlığını gösterdi.

“SANAT GİBİ ÜLKE DE KİN VE NEFRETLE YÖNETİLEMEZ”

İki yıldır görevde bulunan Yazıcıoğlu, sanatçılara yapılan baskılar konusunda iktidara karşı ilk defa bir duruş sergiliyor. Dünkü toplantının en önemli yanı belki de buydu. Muhalif olan sanatçılara el uzattığı da kulislerde konuşuluyor. Yazıcıoğlu, tavrını şu cümlelerle açıkladı: “Bizi bu göreve getirenler kadar, onlara karşı sorumlu olduğumuz kadar, bizi burada isteyen bine yakın arkadaşımız da çok önemlidir. Görev süresince bize karşı olanlar oldu, kızdık, üzüldük. Ama kin ve nefretle sanatın üretilemeyeceğine karar verdik. O yüzden herkese kucak açtık. Disiplin ve otoriteyi asla ihmal etmedik. Sevmeyenlere de kucak açtık. Sanat gibi ülke de kin ve nefretle yönetilemez.”

“İLK KEZ SİYASİ GÖRÜŞLERİ NEDENİYLE BİR OYUNCUNUN İŞİNE SON VERİLDİ”

Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Yardımcısı Engin Alkan da “İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun tarihi boyunca darbe dönemini bir tarafa bırakırsak ilk defa siyasi görüşleri nedeniyle bir oyuncunun işine son verilmiştir. Bu bir emsal teşkil edebilir. Bu hukuksal bir süreç ve takip etmeye devam edeceğiz. Çünkü Anayasa'yla ciddi bir çelişki barındırıyor Memuriyet Yasası” diyerek gelişmelerin tarihî yönünü hatırlattı.

‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğim'

Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde ailesiyle tatilini geçiren ünlü sinema, dizi ve tiyatro oyuncusu Levent Üzümcü, İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ihraç edilmesini değerlendirdi. Kararı siyasi olarak nitelendiren ve ekmek paralarıyla oynandığını vurgulayan Üzümcü, mahkeme yoluyla hakkını savunacağını kaydetti. İhraç kararı sonrası İdari Mahkemesi'ne başvuracağını kaydeden Üzümcü, “Yanıt alamazsam Danıştay'a gideceğim. Danıştay'dan bir yanıt alamazsam Anayasa Mahkemesi'ne gideceğim. Beyefendiler Anayasa Mahkemesi'ne kişisel başvuruların önüne geçerse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğim.” dedi.

‘Mış gibi yapmak hiçbirimize yakışmıyor”

Erhan Yazıcıoğlu'nun konuşması bittikten sonra söz isteyen ŞT Disiplin Kurulu üyesi, oyuncu Ayşegül İşsever, “Disiplin kurulu by-pas edilerek, istedikleri zaman yüksek disiplin kuruluna göndererek işlerini görüyorlar. Şu durumda etkim olmadığı için hepinizin huzurunda istifa ediyorum.” diyerek bir anda salonda şaşkınlık yarattı. Tepkisini gösterdi. İşseven ayrıca, “Mış gibi yapmak hiçbirimize yakışmıyor.” diyerek Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu'nun samimiyetini sorguladı.

‘Elbette teslim olmayacağız'

Basın toplantısından sonra İstanbul Şehir Tiyatroları Oyuncuları Derneği  (İSTİŞAN) de Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin girişinde basın açıklaması yaparak Levent Üzümcü'ye destek verdi. Binanın girişine “Levent Üzümcü yalnız değildir” yazılı pankart açıldı. İSTİŞAN adına konuşan oyuncu Sevinç Erbulak, “Bugün, Levent Üzümcü'yü Şehir Tiyatroları'ndan uzaklaştırmaya cüret edenlerin yapabildiği, Tevfik Fikret'in 95'e Doğru şiirindeki şu mısra kadardır: ‘Kanun diye kanun diye kanun tepelendi!' Gündelik siyasetin, elde edemediği ve hiçbir zaman elde edemeyeceği sanat dünyası üzerindeki, ürkütücü olduğu kadar komik ve beyhude gölgesi, beceriksiz bir karanlık oyundan fazlası değildir. Elbette teslim olmayacağız.” dedi.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



19 Ağustos 2015 Çarşamba

Rakım 1, nüfus 1, burası 'Kendini Koruyan Mahalle'

 19 Ağustos 2015
Karadeniz'de sıradışı belgesel
Yönetmenliğini Orhan Tekeoğlu'nun yaptığı ‘Sıra Dışı İnsanlar' belgeselinin çekimleri tamamlandı. Galası 18 Aralık'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak belgeselin Çamlıhemşin'deki çekimlerine katıldık.
“Rakım bin, nüfus 1… Burası Çinçiva vadisi, Kendini Koruyan Mahalle” ... Orhan Tekeoğlu'nun yönettiği ‘Sıra Dışı İnsanlar' belgeseli, muhtemelen bu cümle eşliğinde, Karadeniz dağları ve vadilerinin manzaralarıyla başlayacak. Tekeoğlu, görüntü yönetmeni Görkem Özok ve Ersin Odabaşı'yla birlikte 7-16 Ağustos tarihleri arasında Doğu Karadeniz'deydi. Modern imece diyebileceğimiz kitlesel fonloma yöntemi www.fongogo.com'dan toplanan parayla belgeselini tamamladı.

Çekimler önce Trabzon'daki Sis Dağı Şenlikleri'yle başladı. Tulum eşliğinde yapılan bu şenlikler neden ilginç, sıra dışılığı nerede diye düşünebilirsiniz. Evet, ilk bakışta pek bir şey ifade etmiyor. Ama sadece bir günlük bu şenlik için arabayla 3 bin km yol kat edip gelenler olduğunu görünce delilik diyorsunuz. Üstelik yağmur yağsa da kesinlikle iptal yok, yağmurda çamurda horon oynamaya devam…

Çekimler daha sonra yedi yıldır yapılan ve Laz rallisi olarak bilinen Ardeşen'deki Formulaz yarışmalarıyla, iletişimin ıslıkla sağlandığı Giresun Kuş köyünde, atmaca avının yeni başladığı Artvin Arhavi'de devam etti. Biz, sadece varangel ile ulaşım sağlanan Çamlıhemşin'in Çinçiva vadisinde yer alan Nesibe-Metin Akıncı'nın evindeki çekimlere katıldık.
 

Akıncılar'ın evi gerçekten hayranlık uyandırıcı. İnsan gerçekten hayret ediyor. Eve sadece, varengel yani hava hattı denilen, yine Karadeniz insanının icadı olan ulaşım yöntemi ile gidiliyor. Bölgede 10 bin varengel var ve bu pratik icat daha çok yamaçlarda toplanan çayları yola indirmek için kullanılıyor. Metin Akıncı gibi, evi vadinin diğer yamacında olanların da işine yarıyor.

Akıncı, evinin yolunu kendi elleriyle yapmış, devlet mühendis gönderemediği için elektriğini de kendi çekmiş ve yaz kış yaşadığı topraklarına “Kendini Koruyan Mahalle” adını vermiş. Rakım bin, nüfus 1, yani burası kendini koruma altına almış sıra dışı bir mahalle. Varengelin başlangıç noktasında böyle yazıyor. Metin Akıncı elbette evde yalnız değil, eşi Nesibe Akıncı ve çocukları İpek ve Onur da yanında. Ama onlar Eskişehir'de devam eden eğitimleri dolayısıyla sadece yazın babasının yanına gelebiliyorlar.

500 metre uzunluğundaki hava hattı ile 2,5 dakika süren yolculuktan sonra mahalleye varınca sizi ‘Dikkat horoz çıkabilir' tabelası karşılıyor. İlk başta espri zannettiğimiz bu tabelada yazanlar gerçek. Horozlar yabancıları, varengelle gelseler bile mahalleye almıyor. Akıncı, evinin bahçesine küçük bir kafe ve çay ocağı yapmış, Kurban Bayramı'nda turizme açmayı planladığı evinin misafirlerini burada ağırlamayı düşünüyor. Vadiye bakan kafe, bal üretimi, yazın ortasında evin içinde yanan ateş, bahçede yetişen sebzeler, sabahleyin meyve yemek için bahçeye gelen vadinin ayıgilleri… Hikâye uzun. Gerisi, 18 Aralık'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda galası yapılacak Sıra Dışı İnsanlar belgeselinde… Orhan Tekeoğlu ilk belgeseli İfakat ile hem yurt içinde hem yurt dışında pek çok ödül almıştı, Sıra Dışı İnsanlar'ın da bahtı açık görünüyor.
Yönetmen Orhan Tekeoğlu (oturan), Metin-Nesibe Akıncı çifti ve oğulları Onur.
Yapımcısı, Avrupa Film Akademisi'ne kabul edildi
 Belgesel çekilirken Çinçiva vadisine Berlin'den güzel bir haber geldi. Belgeselin yapımcısı, Nurdan Tümbek Tekeoğlu, Avrupa Film Akademisi'ne (EFA) kabul edildi. Uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra 9 yıl Metro Group Türkiye temsilcisi olarak görev yapan Tekeoğlu, 2008'den bu yana kendini kültür-sanat ve eğitime adadı. Aynı zamanda Beykent Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Tekeoğlu, EFA sürecini şöyle anlatıyor: “Zeynep Atakan ve Elif Dağdeviren'in referansı ile Avrupa Film Akademisi'ne kabul edilen üçüncü Türk'üm ve gurur duyuyorum. İfakat belgeseli, uzun metrajlı film Öyle Sevdim ki Seni ve Rus balet Nuruyev'in Türkiye anılarının anlatıldığı Düşlerin Adası belgeselinden sonra şimdi de finansmanı kitlesel fonlama ile sağlanan Sıra Dışı İnsanlar belgeselini çektik. Sinema, dünyayı insanların ayağına getiren en önemli sanat dalı. Yıllarca TÜRSAK ile öğrencilere yönelik kısa film yarışmaları düzenledim. Eşim Orhan Tekeoğlu ile toplumsal sorunlar üzerine iz bırakacak belgesel ve filmler üzerine çalışıyoruz.” Sıra Dışı İnsanlar belgeselini fongogo'nun yanı sıra Çebi Vakfı, Bizim Neslin Uşakları Derneği, KAGİDER destekledi.

ÇEKİMLERDEN KARELER...





Nesibe Akıncı



Metin Akıncı ve kızı İpek.


Nesibe hanımın bizim için hazırladığı bereketli sofrası.


HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



15 Ağustos 2015 Cumartesi

‘Anadolu Güneşi' Çin'e doğdu

15 Ağustos 2015
Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Türk halk müziği uzmanı Kemal Bilsel Sarısözen'in 2003'te kurduğu Anadolu Güneşi grubu, üç konser için Çin'de. Alpagut ve MÜZED'in girişimiyle Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği-ISME'nin dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir düzenlediği “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı'nın 33.sü İstanbul'da gerçekleşecek.
Soldan sağa: Bağlamada Prof. Adnan Koç, Kemanda Prof. Dr. Uğur Alpagut, tenor Yrd. Doç. Ömer Türkmenoğlu, piyanoda Kaya Güç, kavalda Doç. Cihan Yurtçu ve vurmalıda Yalçın Duran Baygın. 
Önce Anadolu Güneşi… Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu (Anatolian Sun), Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Kemal Bilsel Sarısözen'in çabalarıyla kuruldu. Grubun tek bir amacı vardı. Otantik değerlerle, evrensel çalgı tekniklerini buluşturmak. Yani bağlama sanatçısı, tavırlı çalışını bozmadan sürdürecek, keman ve piyano gibi enstrümanları kullanan sanatçılar ise çalgı becerilerini halk ezgilerinin özünü bozmadan yorumlayacak. 

Daha çok akademisyenlerden oluşan grup, on yıl boyunca Pakistan, Malezya, Macaristan, Ürdün, Suriye, Makedonya, Avustralya, ABD, Fransa, Çin ve Kanada'da kah Evlerinin Önü Mersin'i, kah Drama Köprüsü'nü, kah Sobalarında Kuru da Meşe Yanıyor Efem türkülerini çalıp söyledi. Şimdi de bu türküleri Çinlilere okuyorlar. Geçtiğimiz pazartesi günü son provalarını İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı'nda yapan grup, aynı günün gecesi Çin'e doğru yola çıktı. Kemanda Prof. Dr. Uğur Alpagut, bağlamada Prof. Adnan Koç, kavalda Doç. Cihan Yurtçu, piyanoda Kaya Güç, vurmalıda Yalçın Duran Baygın ve tenor Yrd. Doç. Ömer Türkmenoğlu'ndan oluşan grup, ilk konserini önceki gün Çin'in kuzeyindeki İç Moğolistan özerk bölgesinin en büyük sanayi kenti Baotou'daki Grand Theatre'da verdi. İkinci konser bugün Pekin'de, Beijing Concert Hall'da. Üçüncü konser ise 17 Ağustos Pazartesi günü Tiajin'deki Grand Theatre'da gerçekleşecek.

Konserler iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Denize Dalmayınca, Yemen Türküsü, Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım, Başındaki Yazmayı Sarıya mı Boyadın, Kıbrıs'ın Güzel Kızı, Fidayda türküleri enstrümantal olarak icra ediliyor. İkinci bölümde ise tenor Ömer Türkmenoğlu, Iğdır'ın Al Elması, Divane Aşık Gibi, Üsküdar'a Gideriken, Gesi Bağlarında, İzmir'in Kavakları, Altın Hızma, Urfa'nın Etrafı Dumanlı Dağlar'ı senfonik tarzda seslendiriyor.

DÜNYA MÜZİSYENLERİ 2018'DE TÜRKİYE'DE OLACAK
Uğur Alpagut

Grubun, 2003'ten bu yana sessiz sedasız verdiği bu konserler, asıl meyvesini 2018'de verecek. UNESCO'nun çağrısı üzerine, ilk kez 1953'te toplanan International Society For Music Education (Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği), kısa adıyla ISME dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı” düzenliyor. Bu toplantılarda 80'in üzerinde ülkeyle, farklı kültürlerin bir araya geldiği, çok yönlü etkileşime dayalı bir ortam oluşuyor. Başta müzik eğitimcileri olmak üzere, müziğin farklı alanlarında uzmanlaşmış delegeler, sanatçı ve öğrencilerin yer aldığı konferansa yaklaşık 3 bin kişi katılıyor.

Anadolu Güneşi, ISME'nin 2006'da Malezya'da, 2010'da ise Çin'de yapılan konferanslarına katıldı ve Türk müziğini tanıttı. Daha sonra devreye Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED) girdi ve önce 2012'de ISME'ye üye olundu. 2014'te Brezilya'nın Porto Alegre şehrinde gerçekleşen 31. konferansta, 2018'deki etkinliğin Türkiye'de yapılmasına karar verildi. 24-29 Temmuz 2016 tarihinde İskoçya'nın Glasgow kentinde yapılacak 32. ISME Dünya Konferansı'nın kapanış töreninde yine Türkiye'nin sanatı ve müziği tanıtılacak ve 33.sü için çalışmalar hız kazanacak. ISME Başkanı Prof. Dr. Lee Higgins ve ISME Genel Sekreteri Angela Ruggles'ın 4-6 Mayıs 2015 tarihleri arasındaki İstanbul ziyareti bu çalışmaların bir parçasıydı. Konferansın organizatörlüğünü yürüten Uğur Alpagut, “Müzik dünyasını heyecanlandıran Türkiye konferansının teması Âşık Veysel'e ithafen ‘Uzun ince bir yoldayım/  gidiyorum gündüz gece' olacak.” diyor.
Anadolu Güneşi ve ben.
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


12 Ağustos 2015 Çarşamba

Sultan Veled Divanı, tam metniyle ilk kez Türkçede

12 Ağustos 2015
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin büyük oğlu Sultan Veled'in dört dilde yazdığı divanı Türkçeye ilk kez çevrildi. Mevlana Üniversitesi-Mevlana Sosyal Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (MEVSAM) Müdürü Doç. Dr. Şadi Aydın ile Elvir Music'in birlikte hazırladığı iki cillten oluşan çalışma MEVSAM tarafından yayımlandı. Türkçe, Arapça, Farsça ve Rumca yazılan eserdeki Rumca manzumelere ulaşılmasında Herkül Millas'ın da emeği bulunuyor. Herkesin tasavvuf uzmanı olduğu, Mevleviliğin adamakıllı popülerleştiği bir dönemde Sultan Veled Divanı'na bugüne kadar kimsenin ilgi göstermemesi anlaşılır bir durum değil. Şadi Aydın, “Dikkat edilirse son zamanlarda tasavvufi eser neşri epeyce azaldı. Tasavvufa ilgi ve sempati de giderek azalıyor. Bunun tesadüfi olmadığını düşünüyorum.” diyor.
Doç. Dr. Şadi Aydın: Hz. Sultan Veled'in Divan'ından başka bilinen dört eseri var. İbtida-name, Rebab-name, İntiha-name ve Maarif. Zikredilen eserler arasında sadece Divan bugüne kadar tercüme edilmemişti. Hacim olarak da diğerlerinden uzun. Yaklaşık 13 bin beyit. Dil ve muhtevası oldukça ağır bir eser. Çeviri çalışmasını Doç. Dr. Elvir Musiç ile birlikte iki yılda tamamladık.
Sultan Veled'in Mevlevilik açısından önemi nedir?

Sultan Veled Hazretleri (1226-1312) şimdiki adı Karaman olan Larende'de doğmuştur. O doğduğunda babası Hz. Mevlana henüz 19 yaşındadır. Dedesi, babası ve bu büyük göçün diğer mühim simaları Belh, Horasan, Harezm ve Orta Asya'nın muazzam kültürel mirasını Küçük Asya'ya yani Rum ve Anadolu'ya taşımışlardır. Her ne kadar Sultan Veled Anadolu'da dünyaya gelmiş olsa da dedelerinin kültürel mirasından hakkıyla haberdardır. Kendisi Anadolu'da doğmuş ve yetişmiştir. Dedelerinin kültür ve sanata ait değerlerini Anadolu'da Rum kültürüyle mezcetmiştir. Kadim coğrafyadan nakledilen kültür öğelerinin yeniden harmanlandığı Anadolu'da babasının aşk mektebini Mevlevilik adıyla kurumsallaştırmakla bütün kadim kültürü ve Anadolu kültürünü bu çerçevede muhafaza ederek daha sonra Beyrut'tan Arnavutluk'a kadar kurulan Mevlevi tekke ve zaviyeleriyle hem İslam'a hem de bu kültüre hizmet etmişlerdir. Hz. Sultan Veled bu mirasa sahip çıkmıştır. Bu mirasın her yere ulaşması için Mevlevi müesseselerinin kurulmasına öncülük etmiştir. Mevlevilik İslam'ın müthiş bir tefsir ve yorumudur. Siyaset ve toplum olarak koyu bir karanlık ve çöküşün yaşandığı bu devirde bu düşünce Anadolu'nun ümidi olmuştur.

Eser, dört dilde yazılmış; Farsça, Arapça, Türkçe ve Rumca. Farsça daha ağırlıklı sanırım. Peki Sultan Veled Divanı'nı bugüne kadar kimse neden çevirmemiş?

Hz. Sultan Veled'in Divan'ından başka bilinen dört eseri vardır. İbtida-name, Rebab-name, İntiha-name ve Maarif. Zikredilen eserler arasında sadece Divan bugüne kadar tercüme edilmemişti. Hacim olarak da diğerlerinden uzundur. Yaklaşık 13 bin beyit. Dil ve muhtevası oldukça ağır bir eser. Belki çok kimsenin ilgi ve dikkatini çekmiş olabilir ancak kimse bu zor işin altına girmek istememiş sanırım. Mevlana Üniversitesi Mevlana Sosyal Araştırmalar Merkezi (MEVSAM) olarak Mevlevilik silsilesinin bu eksik halkasının çevirisini vazife addederek çok disiplinli bir çalışmayla Doç. Dr. Elvir Musiç ile birlikte iki yılda tamamladık.

Divanın edebi değeri konusunda ne diyorsunuz?


Anadolu'da gelişen Klasik Türk Edebiyatı'nın şekil ve türlerinin oluşmasında özellikle Hz. Mevlana'nın eserlerinin mühim bir yeri vardır. Sultan Veled'in eserlerinin dilinin de Farsça olmasına rağmen bu coğrafyada gelişen Türk Edebiyatı'nın şekil ve türlerinin gelişmesine fevkalade katkıda bulunmuştur. Veled Divanı çok dilli bir eserdir. Elbette eserdeki manzumelerin önemli kısmı Farsça kaleme alınmıştır. Ancak bununla beraber Türkçe, Arapça ve Rumca kaside ve gazeller esere renklilik katmıştır. Mülemma manzumeler eserin edebi zenginliğini göstermesi bakımından önem arz eder. Eseri edisyon kritiğe tabi tutarak 1941 yılında yayımlayan Feridun Nafız Uzluk'un deyişiyle Veled Divanı Mevlana'nın eserlerini anlamak için bir anahtar hükmündedir. Eser vahdet-i vücut nazariyesi bakımından da ayrıca önemlidir. Zira vahdet-i vücut düşüncesi Sultan Veled'e epeyce tesir etmiştir. Bu düşünce onun diğer eserlerinde çok etkili değildir. Veled Divanı, yaşadığı asrı yani Anadolu Selçukluları devrini daha iyi anlamamız bakımından da mühimdir. Divan adeta o dönem toplumunu birebir yansıtan bir ayna hükmündedir. Divan'a hissi bir tarih belgesi olarak da bakılabilir. O devre ait kaynakların kıtlığı göz önünde bulundurulursa eserin kıymeti belki daha iyi anlaşılabilir…

TASAVVUFA İLGİ VE SEMPATİ GİDEREK AZALIYOR


Mevlevilikle ilgili neşredilmeyi bekleyen birçok eser olmalı. Bunlarla ilgilenen var mı?

Şimdilerde halkımız bilinçli ya da bilinçsiz olarak tasavvuftan uzaklaştırılıyor. Dikkat edilirse son zamanlarda tasavvufi eser neşri epeyce azaldı. Tasavvufa ilgi ve sempati de giderek azalıyor. Bunun tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Lakin bizler Mevlana Üniversitesi olarak hususen Mevlevilik sahasında çalışmalarımızı artırarak sürdüreceğiz. Yakın gelecekte çok sürpriz eserler neşredeceğiz inşallah.

İlginin neden azaldığını düşünüyorsunuz?

Tasavvufa ilginin azalması tabii ki tesadüfi değil. Bunun hükümet politikalarıyla ilgisi var. Türkiye devlet eliyle radikalleştirildi. Bunu sağlayabilmek için tasavvuf kanalları kapatıldı. Tasavvufi düşüncenin önü kasıtlı olarak alındı ya da tasavvufa hareketler radikalleştirilmek istendi.

Peki ama her sene Konya'da ve İstanbul'da yapılan Şeb-i Arus etkinliklerini devlet bizzat destekliyor, Cumhurbaşkanı, başbakan katılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tasavvufi gruplar radikalleştirilerek aynı zamanda tasavvuftan uzaklaştırılıyor. Devlet erkânının her yıl Şeb-i Arus ihtifallerine katılmaları sadece gelenektir. Bu törenlerde verilen siyasi mesaj mühimdir onlar için.
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


8 Ağustos 2015 Cumartesi

‘Kazı izinlerinin iptali iyi bir yöntem, işe yarıyor!'

8 Ağutos 2015 
Çatalhöyük kazılarına 25 yıldır başkanlık yapan İngiliz arkeolog Ian Hodder, önümüzdeki yıl araştırmalarını tamamlayıp Konya'dan ayrılacak. Hodder, bölgedeki son gelişmeleri, geçtiğimiz çarşamba günü, kendisini ve UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki Çatalhöyük'ü ziyarete gelen gazetecilere anlattı. Uluslararası arkeoloji camiasında da konuşulan Türkiye'deki yabancı arkeologların kazı izinlerinin iptaliyle ilgili Hodder, “İyi bir baskı yöntemi, işe yarıyor.” diyor.
Ian Hodder
İngiliz arkeolog Ian Hodder 1993'ten bu yana, Çatalhöyük kazılarına başkanlık yapıyor. Önümüzdeki yıl araştırmalarını tamamlayıp Konya'dan ayrılacak. 5 Ağustos 2015 Çarşamba günü ziyarete gelen gazetecilere kendisini, kazıdaki son gelişmeleri, 160 kişiden oluşan ekibini ve 2012'de UNESCO Dünya Miras Listesi'ne giren Çatalhöyük'ü anlattı. 40 derece sıcaklığın altında, başımızda buzlu havlularla yaptığımız Çatalhöyük ziyareti, böyle bir gündemin ortasında dün olduğu gibi bugün de herkesi şaşırtıyor, ilgi uyandırıyor. 9 bin yıl önce yaşayan Çatalhöyüklüler, o dönemin en barışçıl, eşitlikçi ve sınıfsız toplumu. Bir arada, kardeşçe nasıl yaşanacağını binlerce yıl önce kanıtlamışlar. Ayrıca sanata çok önem veren bir toplum. Bugün dahi onları konuşuyor ve merak ediyor olmamızın sebebi aralarındaki kardeşlik ve paylaşım ruhu olmalı.

Ian Hodder, 25 yıllık kariyerini Konya'nın Çumra ilçesi, Küçükköy yakınlarındaki bu tarihi alanda inşa etti. Hocası James Mellaart'ın yarım bıraktığı kazılara sahip çıkıp devam ettirmekten memnun ve mutlu. Hodder'dan sonra kazılara kimin başkanlık edeceği şimdilik belli değil. Ama tüm dünyada oldukça ünlü olan Çatalhöyük'ü merak eden Batılı arkeologlar onun kadar şanslı olmayabilir. Çünkü yerli ve yabancı camiada Türkiye'de kazı başkanlığı yapan yabancı arkeologların izinlerinin iptali konuşuluyor. Henüz resmiyeti olmayan bu söylentinin nedeni, yıllar önce yurt dışına kaçırılan tarihi eserler.

“TÜRKİYE'NİN ÇABASI BAŞARILI OLDU”
Osmanlı döneminde de, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da ülkemizden Avrupa'ya ve Amerika'ya çok fazla tarihi eser kaçırıldı. Son yapılan bir araştırmaya göre bu eserlerin sayısının 80 bin civarında olduğu belirtiliyor. Ian Hodder'a, bilim etiği açısından bu durumu nasıl değerlendirdiğini sorduk. Tabi ki ‘korkunç' bulduğunu söylüyor, geri almak için yapılan çabaları haklı, Türkiye'nin son yıllarda bu alandaki gayretini başarılı buluyor. Mesela Yunanistan'ın Elgin Mermerleri'ni uzun süredir Londra'dan almaya çalıştığını ama başarılı olamadığını hatırlatıyor.    Hodder, kazı izinlerinin iptaliyle ilgili Batılı bir arkeolog olarak ilginç bir şey söylüyor: “İptallerin söz konusu olduğunu biliyorum, duydum. Hükümetin bunu neden gerekli gördüğünü de anlıyorum. Bazı ülkeler eserleri vermek istemiyor, dolayısıyla baskı uygulama gereği duyuyorlar. Ve işe yaradığını da söyleyebilirim, iyi bir yöntem. Tüm dünyadaki insanların bu eserleri görebilmeleri de önemli. Müzelerin değişim programları olmalı ki, eserler her yere gitsin.”

“SADECE YÜZDE 5'İNİ KAZABİLDİK”
Çatalhöyük'te ilk kazılar 1961-65 arasında James Mellaart'ın öncülüğünde yapıldı. Daha sonra ara verildi. 1993'te öğrencisi Ian Hodder devam etti. Bölgede MÖ 7400 ile 5500 yılları arasında 8 bin kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Çatalhöyük'te bugüne kadar elde edilen bulgularla günlük ve sosyal yaşama dair birçok bilgi keşfettiklerini söyleyen Hodder, “Mellaart ve benim dönemimde Çatalhöyük'ün toplamda yüzde 5'ini kazdık. Bu hiçbir şey sayılır. İçinde milyonlarca bulgu olan dört depomuz var. İlgi çekebilecek tüm eserler Konya Müzesi'nde. Konya'da yeni bir müze inşaatı gündemde, buradaki buluntular orada sergilenecek. Yüzde 5'ini kazdık dedim ama jeofizik yöntemlerle bütün höyüğün genel yapısını, toprağın iç katmanlarını gördük, planını çıkardık.” diyor.
Türkiye kültürel diplomasi konusunda şimdilik başarılı görünüyor, ama izin iptallerinin bu başarıyı nasıl etkileyeceği tartışılır.

Yerli ve yabancı toplam 100 araştırmacı çalışıyor




Çatalhöyük'te kazı mesaisi haziranda başlayıp eylülde sona eriyor. Araştırmacısı, bekçisi ve mutfak çalışanlarıyla birlikte kazı merkezinde şu anda 160 kişi çalışıyor. Sahadaki araştırmacıların dışında laboratuvarlarda da Çatalhöyük'te yapılan her şey dijital olarak kayda geçiyor, 3D teknolojisiyle modeli çıkartılıyor. Dünyanın her yerinden yabancı araştırmacıların büyük bir kısmı bu bölümde. Türkiye'deki üniversitelerden ise 20 öğrenci bulunuyor.
Çatalhöyük kazılarında yemek molası. Türkiye'den 20 öğrencinin yer aldığı kazılarda yabancıların yoğunluğu dikkat çekiyor.
Çatalhöyük kazı alanın yemek hanesinde bögedeki köylerden, Küçükköy'deki kadınlar yemek pişirip çay servisi yapıyor.

100 bin ziyaretçi gelecek
2012'den bu yana Çatalhöyük'ün uluslararası ziyaretçi sayısı çok artmış. Uluslararası basın da ilgi gösteriyor. Ian Hooder, “Ama buraya daha fazla insanı çekebilmek ve daha büyük bir etki yaratabilmek için daha yapmamız gerekenler var. Gelecekte Çatalhöyük'te bir müze olur diye düşünüyorum. Ziyaretçi sayısının da 50-100 bine ulaşacağını tahmin ediyoruz.” diyor.   

2017'de uluslararası Çatalhöyük konferansı düzenlenecek
Çatalhöyük bulguları her yıl www.catalhoyuk.com'da tüm bilim camiasıyla paylaşılıyor. 2017'de uluslararası Çatalhöyük konferansı düzenlenecek. Konferansta Çatalhöyük'ün nasıl anlaşılması gerektiği tartışılacak.

Suriye'den keten kumaş almışlar 
 Son kazılarda çıkarılan önemli bulgular arasında 9000 yıllık bir duvar resmi, bir obsidyen ayna, yeraltının yapı planları, el izleri, nadir görülen dekoratif amaçlı kullanılan çakıl taşından yapılmış hançerler, çamurdan ya da taştan yapılan insan ya da hayvan figürleri dünyanın ilk kendirden dokunmuş kumaş parçalarından biri, alçılanmış kafatası, 2 insan 2 de boğa başı kazınmış demlik, yaşam döngüsünü temsil eden kafası olmayan kadın heykelciği bulunuyor. Hodder, “2013 yılında yapılan kazılarda bulunan ince dokunmuş keten kumaş parçasının Suriye'den geldiğini tahmin ediyoruz.” diyor.

Yeni bir DNA programı üzerinde çalışılıyor
Ian Hodder: “Dillerin ve genetiğin modern haritalarına baktığınızda çoğu haritada her şeyin başlangıç noktası Orta Anadolu gösteriliyor. Bugün Almanların genetik yapısına bakıldığında neolitik çağda Orta Anadolu'daki birçok genin Almanların gen yapısı içinde olduğunu görebilirsiniz. DNA'lar üzerinde çalıştığımız yeni bir programımız var. Bir önceki program çok başarılı olmamıştı. Çünkü buradaki kemiklerin korunma düzeyi oldukça kötü. Birkaç yıl içinde DNA'larla ilgili yeni bilgiler açıklayacağız.”

Sanata çok önem veriyorlar
Ian Hodder: "Çatalhöyük'ün birkaç temel özelliği bulunuyor. Bir kere çok büyük bir yerleşim yeri, sanata büyük önem veriyorlar. Korunma durumu çok iyi. Ciddi biçimde sanat öğretiyorlar. İnsan yüzü resmedilmiş çok güzel kaplar bile bulduk. Hiçbir yerde Çatalhöyük'e benzer bir yer olduğunu düşünmüyorum. Mesela Göbeklitepe'deki sanat, tapınaklarla ilgilidir. Buradaki sanat evlerde, gündelik hayatın içinde. Çatalhöyük'teki evler dip dibe. Bitişik düzende yaşıyorlar. Sokak yok. 22 kata kadar inen yerleşim alanları bulunuyor. Evlerin ömürleri 70-100 yıl. Ölüler, evlerin içine gömülüyor. Evler, yıkılmaya başlayınca ya da önemli biri öldüğü zaman terk ediliyor. Ve evi terk ederken ortada iz kalmayacak şekilde temizlik yapılıyor. Hiç savaşmamışlar, barışçıl insanlar. Altın veya başka bir metal yok bölgede ama tarım açısından zengin. Kadınların statüsü erkeklerle aynı. Eşitlikçi bir toplum. Kadın ve erkeğin beslenme şekilleri de aynı. Çoğu toplumlarda farklı.

Paylaşımcı bir toplum
Ian Hodder: "Çatalhöyük dünyadan birçok insanı heyecanlandıran bir yer. Çatalhöyük'le ilgili moda şovlarına gittim, piyano konçertoları dinledim, sanat galerilerinde yapılan gösterilerine katıldım. Çatalhöyük insanların hayal dünyasını neden bu kadar süslüyor? Ve bugün bile ilgimizi çeken bir şeyi neden üretmişler? En çok bunları merak ediyorum. Paylaşma üzerine odaklı bir toplum olmasından kaynaklanıyor olabilir. Merkezi bir otorite yok, kimse sizi paylaşmaya zorlamıyor, bireyin ciddi bir özgürlüğü var, ne zaman yeni bir ev kazsak, o eve has, bireysel bir şey buluyoruz."

Çatalhöyük kazılarına 22 yıldan bu yana Yapı Kredi Bankası sponsor. Basın gezisi Yapı Kredi Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik Yöneticisi Nurcan Erhan (sağda) ev sahipliğinde gerçekleşti. Yapı Kredi olarak Kurumsal Sosyal Sorumluluk yaklaşımlarının temelini kurumsal vatandaşlık bilinciyle sürdürdüklerini belirten Yapı Kredi Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik Yöneticisi Nurcan Erhan, ekonomik sorumluklarının yanı sıra doğal  çevreyi koruma, toplumun refah düzeyini yükseltecek eğitim ve kültür-sanat projelerini de yürüttüklerini ifade etti. Çatalhöyük kazılarını 19 yıldır desteklediklerinin altını çizen Erhan,Erhan,“Çatalhöyük kazılarında her yıl insanlık tarihine ışık tutan bulgular ortaya çıkarılıyor. Uzun yıllardır destek verdiğimiz Çatalhöyük neolitik kentinin, 2012 Temmuz ayında UNESCO Dünya Miras Komitesi tarafından Dünya Mirası Listesine kaydedilmesi ise ülkemiz için ayrı bir gurur kaynağı. Bu kültür abidesinin ortaya çıkarılmasına, korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunan bir kurum olmanın mutluluğunu yaşadığımızı belirtmek isteriz” şeklinde konuştu.





Kazı alanında yapılan deneysel evden çıkarken ben.
40 derece sıcaklıkta bizi serinleten ve ferahlatan, bu ıslak havlulardı. Buz kovalarında soğutulan ve gezi boyunca biz bunaldıkça, kovadan çıkarıp dağıtılan bu basit ama oldukça pratik ve işe yarayan yöntemi Yapı Kredi Kurumsal İleitşim Müdürü Uğur Nalbantoğlu (altta) düşünmüş. Kendisine çok teşekkürler. Dondurma dağıtılan çocuk sevinci yaşattı bize.


Çatalhöyük'ü ziyaren eden gazeteciler, en solda ben.
Çatalhöyük'te üç kazı alanı var. Üçü de böyle çatılarla kapatılmış.


BU DA HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ