11 Temmuz 2016 Pazartesi

Erol Büyükburç’un 300 fotoğrafı sahafa düştü

11 Temmuz 2016
12 Mart 2015’te hayatını kaybeden Erol Büyükburç’un 300 fotoğrafı sahafta satılıyor. Şişli’de dükkanı bulunan Ali Doğan, fotoğrafları sanatçının Alman eşi Ute User’den satın aldığını söylüyor. Arşiv değeri taşıyan kareleri ‘toplu halde’ satmak istediğini ifade eden Doğan 300 fotoğrafa 3 bin TL istiyor.
Müziği, sahne şovları ve giysileriyle Türk pop müziğinin öncü sanatçılarından Erol Büyükburç vefat edeli bir buçuk yıl oldu (12 Mart 2015). Sanatçının birinci ölüm yıl dönümü sessiz sedasız geçti. Acaba kıyafetleri, fotoğrafları ve arşivi ne oldu diye düşünürken 300 fotoğrafının yaklaşık bir ay önce Şişli’de bir sahafa satıldığını öğrendik. 2014’te boşandığı Alman eşi Ute User’in sattığı fotoğraflar arasında Türkiye’nin müzik ve sinema tarihini ilgilendiren kareler de bulunuyor.

Erol Büyükburç dört kez evlendi. İkinci eşi Emel Ayas’tan dünyaya gelen kızları Evren Büyükburçlu Erol (Erol Büyükburç’un asıl soyadında ‘lu’ eki var) Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano ana sanat dalında araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Son eşi Ute User ile 2002’de evlenip 2014’te boşandılar. Erol Büyükburç’un arşivinin önemli bir kısmı kızı Evren’de ve Ute User’de bulunuyor. Bir de “Hayatımı kaleme alacak yazarı sonunda buldum” dediği genç ve gelecek vaad eden araştırmacı-yazar Semih Çelik’te oldukça büyük bir kartpostal, kupür, plak ve kaset arşivi var. Çelik, Erol Büyükburç ile son 3 yıl uzun vakitler geçirmiş, ses kayıtları yapmış, şimdi de onun hayatını kaleme alıyor. Çelik, “Erol Abi, vefatından 2 hafta önce 28 Şubat 2015'te Beylerbeyi'nde çekindiğimiz bu kareyle, bir şarkı yarışması programında jüri üyeliği yaparken kendisine söz gelmeyince sinirlenerek söylediği 'Ben saksı mıyım’ sözüyle dalga geçmişti.” diyor.

300 fotoğrafa gelince… Erol Büyükburç’un hayatına dair kısa bir panorama sunan kareler arasında neler yok ki! Emel Ayas ile düğün davetiyesi, askerliği, rol aldığı Turist Ömer-Boğa Güreşçisi filminin kamera arkası, Metin Özülkü’nün de yer aldığı Grup Evren’in ilginç bir fotoğrafı, Gülhane Parkı’nda sahnelenen Tahir ile Zühre orta oyunu, hem dekorunu yaptığı, hem de oynadığı ilk müzikal Pamuk Prenses, Boğaziçi Müzik Festivali’nde aldığı birincilikler, güreş ve eskrim merakı, kuş sevgisi, kendisinin yaptığı 300 kukla, Cem Karaca, Beyazıt Öztürk ile kareleri…

El yapımı 300 kuklası ve 10 çocuk kitabı var

Erol Büyükburç’un el yapımı 300 kuklası bulunuyor. Evren Büyükburçlu Erol’un muhafaza ettiği bu kuklaları sanatçı, Muppet Show’un popüler olduğu zamanlarda bir ‘karşı duruş’ olarak yapmış. ‘Nasrettin Hoca, Tuzsuz Deli Bekir, İbiş gibi kahramanlarımız varken neden Muppet Show izleyelim’ düşüncesiyle yola çıkan Büyükburç, sahibi arkadaşı olan Suteks Oyuncak Fabrikası’nda hazırlamış kuklaları. Gülhane Parkı’nda da dört yıl boyunca kukla oyunları sahnelemiş. Büyükburç’un 10 çocuk kitabı da var. 1986’yı, UNESCO Dünya Çocuk Yılı ilan edince o da çocukları unutmamış, daha sonra da çocuk şarkıları bestelemiş… Velhasıl deli dolu, çılgın ve renkli bir kişiliğe sahipti Erol Büyükburç. 79 yıllık hayatına kim bilir daha neler sığdırdı… Hayatının bütün detaylarını yakında Semih Çelik’in hazırladığı biyografiden okuyacağız.
Eşi Emel Büyükburç'la birlike hazırladıkları Çocuk Kitapları serisinden.
Ölmeden önce kaydettiği şarkılar

Semih Çelik, Erol Büyükburç’un vefatından önce ara ara stüdyoya girip sevdiği şarkıları kaydettiğini söylüyor. Sanatçının ‘hiç yaşlanmama’ konusunda kendisine benzettiği ve çok sevdiği Hakan Peker’in Karam, Gülüm Benim (İbrahim Tatlıses), Tûtî-i Mûcize-Gûyem (Mustafa Itrî Efendi), Sarı Laleler (Mazhar Alanson), Hoş Gör Sen (Ajda Pekkan), Ceylan (Ayna) ve Yine Bir Gülnihal (Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi) şarkılarının yorumları nefis. Toplamda 20 civarı şarkının yer aldığı bu kayıtlar, bir albümde toplanırsa ilgi göreceği ve sevileceği aşikâr.

ALBÜMÜNDEN...
Sanatçı, ‘Turist Ömer-Boğa Güreşçisi’ filminde Rodrigez adlı İspanyol bir şarkıcıyı oynamıştı. Hulki Saner’in yönettiği filmin kamera arkası.
Erol Büyükburç, kızının adını verdiği Grup Evren’i 1978’de kurdu. Grupta, Metin Özülkü (sol başta), Cem Bezeyiş, S. Taşdöğen, Aziz Göksel ve N. Yavaşoğulları vardı.
Gülhane Parkı'nda sahnelenen, kendisinin de rol aldığı Tahir ile Zühre orta oyunundan sonra çekilen bir kare. Fotoğrafta Bedrettin Dalan da var.
Şanlıurfa'da askerken...
Erol Büyükburç çocukken güreş ve eskrim sporlarıyla ilgilenmiş.
Hem dekorunu yaptığı, hem de rol aldığı ilk müzikal Pamuk Prenses’ten bir kare. Şarkı söyleyen Füsun Önal.
Dönemin önemli festivali Boğaziçi Müzik Festivali’nde üst üste birinci olduğu yıllardan.
Kökeni Arap olan Büyükburç, Urfa'dayken şehrin ünlü fotoğrafçısı Foto Saba için poz vermiş.
Beyazıt Öztürk ile.
 
Akşehir'de.

Akşehir'de.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

7 Temmuz 2016 Perşembe

10 ciltlik savaş anıları belgesel oluyor

7 Temmuz 2016
Yönetmen Nefin Dinç, yaklaşık 2 bin sayfadan oluşan 10 ciltlik I. Dünya Savaşı anılarıyla Teksas’ta karşılaştı. Avusturya-Macaristan ordusunda askerlik yapan, Filisten Cephesi’nde savaşan Antoine Köpe’nin günlükleri, fotoğrafları, ses kayıtları ve yüzlerce karikatür belgesele dönüştürülüyor.
Kapitülasyonlar kaldırıldığında Sultanahmet’te yapılan kutlamadan bir kare... Antoine Köpe’nin kardeşinin çektiği bu fotoğrafla birlikte 1. Dünya Savaşı'na dair yayınlanmayan daha pek çok belge var.
1. Dünya Savaşı’na dair bilmediğimiz bir şey kaldı mı? Yayınlanmamış fotoğraf, bilgi, belge, anılar… Evet, hâlâ sürpriz belgeler ortaya çıkabiliyor. ‘Öteki Kasaba’ ve ‘Artık Hayallerim Var’ adlı belgeselleriyle dikkat çeken yönetmen Nefin Dinç, böyle bir sürprizle 2005’te Teksas’ta belgesel yapımı okurken karşılaşmış.

Teksaslı işadamı Tony Childress, dedesinin Fransızca yazdığı 10 ciltlik anıları, 2005'te İngilizceye çevirtmeye karar verir. 100 yıl önce yaşanan, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bu anıların, aile için manevi değeri vardır. Dedenin arşivine hürmet de önemlidir. Fransızca çeviriyi yapan isim ise Nefin Dinç’in üniversitedeki hocasıdır.

Childress'in dedesi Antoine Köpe, 1897 yılında İstanbul’da, Fransız ve Macar asıllı bir anne babadan dünyaya gelir. Babası Karaköy’deki Osmanlı Bankası’nda çalışan bir memurdur. Antoine Köpe, Saint Michel Fransız Lisesi’nde okurken, yani 17 yaşında I. Dünya Savaşı patlak verir ve tarihin en önemli olaylarından bazılarına tanıklık eder.

Gazze bozgununu yaşıyor
 
Macar kimliği olduğu için Avusturya-Macaristan ordusuna yazılması, Antoine Köpe’nin anılarını daha da değerli kılıyor. Köpe, asker olduktan sonra İstanbul’da orduda çevirmenlik yapıyor. Sonra Filistin Cephesi’ne gönderiliyor. Üçüncü Gazze bozgununu yaşıyor. Oradan Şam’a, daha sonra işgal altındaki İstanbul’a dönüyor. İşsiz kalınca karikatürlerini satarak geçinmeye çalışıyor. Daha sonra babası gibi Osmanlı Bankası’nın Anadolu’daki şubelerinde görev yapıyor. 1945’te yazmaya başladığı anılarını ise 1959’da bitiriyor. Bu tarihten sonra Türkiye’de çok fazla kalmıyor. 1962’de Amerika’ya ailesinin yanına göç ediyor, 1974’te de kanserden hayatını kaybediyor.

Yaklaşık 2 bin sayfadan oluşan 10 ciltlik anıların içinde sadece yazılar bulunmuyor. Yayınlanmamış fotoğraflar, savaş öncesinde ve sonrasında çizilmiş yüzlerce karikatür ve ses kayıtları ile Antoine Köpe’nin Pathé marka kamerayla çektiği filmler de yer alıyor. Şu an senaryosu yazılan ‘Antoine Köpe’nin Anıları’ adlı belgeselde bunların hepsine yer verilecek.

Karikatürlü savaş tarihi
Filistin Cephesi’nde bir yemek sırası.
Antoine Köpe'nin özellikle karikatürler ilginç. Yazmayı, not almayı ve çizmeyi seven Köpe, arşivci kişiliğe sahip bir asker. Anılarında savaşın insanî ve sosyolojik boyutunu anlatıyor. Gazze’de yaşadıklarını gün gün not etmiş, Filistin Cephesi’nde bir yemek sırasını karikatürleştirmiş. İstanbul’un kışlalarındaki deneyimleri; un ve şeker çalan askerleri, onların maaşları, karakter analizleri, nişanlısı ile tekneyle Boğaz’dan geçerken birdenbire yanmaya başlayan Haydarpaşa Garı’na dair hissettikleri, azınlıklardan oluşan amele taburlarında gördüğü sefalet… Köpe savaşta, halkın nabzını tutan bir gazeteci gibi gözlem yapıyor. Savaşın bitişinin 100. yılında (2018) gösterime girecek belgeselde Antoine Köpe’nin kızı Elizabeth ve torunu Tony ile yapılan röportajlar da izlenebilecek.
Nefin Dinç, belgesele eşzamanlı olarak bir de sergi hazırlıyor. Mekân henüz belli değil ama böyle bir arşivin sergisi en çok Osmanlı Bankası’nın tarihi binasından dönüştürülen Salt Galata’ya yakışır. Hem zaten Köpe, Osmanlı Bankası'nın memurlarından. Nefin Dinç’te kitabın dijital bir kopyası var. Bugüne kadar başka bir dilde yayınlanmayan 10 ciltlik bu devasa eser yayınlanmayı da bekliyor.

Ödüllü belgeseli bu ay gösterilecek

Bugüne kadar 6 belgesel hazırlayan Nefin Dinç, Reha Erdem’in çektiği reklamlarda ve Kaç Para Kaç filminde (Atlantik Film) asistanlık yaptı. Dinç, öğrencilere demokrasi ve insan hakları üzerine film yapımı imkânı sağlayan Film Turkey (www.filmturkey.net) projesinin de fikir sahibi. ‘Artık Hayallerim Var’ adıyla belgesele dönüştürülen bu proje, geçen yıl mayıs ayında ‘TRT Belgesel Günleri’nde en iyi belgesel ödülü aldı. Belgesel, tv’de ilk kez bu ay gösterilecek.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



28 Haziran 2016 Salı

Van Gogh ebrusu Hollywood’a kapı açtı

28 Haziran 2016
Vincent van Gogh’un ‘The Starry Night’ adlı tablosunu ve ressamın portresini ebru sanatına uygulayan Garip Ay Hollywood’dan teklif aldı. Ay, Charliez Theron, Ralph Fiennes gibi ünlü isimlerin seslendirdiği animasyon filmi Kubo’nun galasında gösteri yapacak. 

Genç sanatçı Garip Ay’ın hayatı 10 gün içinde değişti. Vincent van Gogh’un ‘The Starry Night Yıldızlı Gece) adlı tablosunu ve ressamın portresini ebru sanatı ile yaptığı 4 dakika 34 sn’lik videosu, hem dünyada hem Türkiye’de ses getirdi. ‘Van Gogh on Dark Water’ adlı video, kısa sürede sadece Facebook’ta 26 milyon kez görüntülendi, 64 bin kez paylaşıldı. CNN, Le Figaro, ABC News, Huffington Post, Le Monde başta olmak üzere pek çok medya kuruluşuna haber oldu. 32 yaşındaki sanatçı, şimdi de Hollywood’dan teklif aldı. Garip Ay, üç boyutlu animasyon filmi ‘Kubo and the Two Strings’in 18 Ağustos’ta Los Angelas’taki Hollywood Universal Studio’da yapılacak galasına katılacak ve bu sevimli Japon karakterini tıpkı Van Gogh gibi ebru üzerine yapacak.

Marmara Üniversitesi’nde resim, Mimar Sinan Üniversitesi’nde hat eğitimi alan Garip Ay, 2010 yılından bu yana ebru videoları hazırlayıp sosyal medya hesaplarından yayınlıyor. Bugüne kadar Yunus Emre, Piri Reis, İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşd, Mimar Sinan başta olmak üzere 200’e yakın video çekmiş. Sanat hayatına, yazısız, illüstratif karikatürler çizerek başlayan Ay’ın çalışmaları, Norveçli sanatçı Eva’nın ‘Senden Bana Kalan İzler’ (The Heartmaker) şarkısına çekilen klipte de kullanılmış. (www.facebook.com/garipayart)
 


Antik Japonya’da geçen ve olağanüstü güçleri olan masalcı çocuk Kubo’nun maceralarını anlatan filmin seslendirme kadrosunda Charlize Theron, Matthew McConaughey, Rooney Mara, Ralph Fiennes ve George Takei gibi ünlüler var. Kubo karakterine 14 yaşındaki bir çocuğun ses verdiği filmde, Charlize Theron maymunu, Ralph Fiennes kralı seslendiriyor. Ünlü animasyon yapım şirketi Laika’nın hazırladığı ‘Kubo and ‘Kubo and the Two Strings’ ABD’de 19 Ağustos’ta gösterime girecek. Filmin Türkiye’de gösterime girip girmeyeceği belli değil. (www.kubothemovie.com)

Ebru üstadlarını kızdırdı

Garip Ay’ın, Vincent van Gogh ebrusuna Alparslan Babaoğlu tepki gösterdi. Ebru üstadı Mustafa Düzgünman’ın öğrencilerinden olan Babaoğlu, “Bir ressam Van Gogh suretini karakalemle de resmetse, akrilikle de resmetse, hava tabancası ile de resmetse sonuçta ortaya çıkan Van Gogh resmidir… Ebru tekniği ile yapılmış perspektif içeren resimleri, çiçekleri ebru, bunları yapanları da ebru sanatçısı olarak isimlendirmek, Cemal Reşit Rey’in Yunus Emre Oratoryosunu ya da Fazıl Say’ın İstanbul senfonisini Klasik Türk Müziği sınıfına sokmaktan farksızdır.” dedi.

Garip Ay, ebru sanatçısı olduğunu iddia etmiyor, bu tür eleştirilerle pek ilgilenmediğini söylüyor. Ebruyu bir teknik, bir disiplin olarak değerlendiren sanatçı ekliyor: “Bu bir denemedir, ölene kadar denemeye devam edeceğim. İşin yağında, suyunda değilim, geliştirme, dönüştürme ve daha nitelikli olma kısmındayım.”

Garip Ay’ın, Van Gogh’u ebruya yapmasının bir nedeni var. Sanatçı diyor ki; “Onun fırça kullanma tekniği ebru tekniğine çok yakın. Yıldızlı Gece’deki ağacın yıldızlara uzanışında, Çığlık’taki dalgalanmalarda bence Van Gogh hep ebruyu aramış.”

 HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Yoko Ono’nun zeytin fideleri Ayvalık’ta büyüyecek

11 Mayıs 2016
Dünyaca ünlü sanatçı Yoko Ono’nun İstanbul Modern’de sergilenen ‘Ex It’ adlı yerleştirmesindeki fideler, artık Ayvalık Zeytin Çekirdekleri Korosu’nun çocuklarıyla birlikte büyüyecek.

İstanbul Modern’de 13 Ocak’ta açılan ‘Yok Olmadan: Doğa ve Sürdürülebilirlik Üzerine Bir Sergi’nde yer alan tabutların içindeki zeytin fideleri müzeden ayrıldı, artık Ayvalık Zeytin Çekirdekleri Korosu’yla birlikte büyüyecek. 1997’den bu yana ahşap tabutlar ve bitkilerle çalışmalar yapan, dünyaca ünlü sanatçı Yoko Ono’nun tabutlar ve zeytin ağaçlarından oluşan ‘Ex-It’ adlı yerleştirmesi en son 20 Mart’a İstanbul Modern’de sergilenmişti. TEMA Vakfı, İstanbul Modern ve Ayvalık Zeytin Çekirdekleri projesi işbirliğiyle fideler 2 hafta önce Ayvalık’ta getirildi.

48 fide şimdilik Zeytin Çekirdekleri Derneği’nin bahçesinde, 38 çocuğun ilgisine ve sevgisine emanet edildi. Tabi ki dernek yetkilileri, özellikle başkan yardımcısı Gül Gürsoy, fidelerle yakından ilgileniyor. Gül Gürsoy, “Zeytin ağaçları iki-üç hafta önce bize geldi. Şimdilik saksılarında muhafaza ediyoruz. Mevsim yaz olduğu için dikmedik. Onlar için çok güzel bir planımız var. Ayvalık’a güzel sanatlar lisesi yapılıyor. Eylülde 48 fidemizi lisenin bahçesine dikeceğiz. Müzeden, bir sanat ortamından, sanatın ta kendisi olarak gelen fideler yine bir sanat ortamına emanet edilecek.” diyor. ‘Ex-It’ İstanbul Modern’den uğurlandı ama Türkiye ve farklı coğrafyalardan yirmi sanatçı ve sanat grubunun eserlerinden oluşan ‘Yok Olmadan’ sergisi 5 Haziran’a kadar devam ediyor.
Yoko Ono
 Zeytin Çekirdekleri Korosu İstanbul’da konser verecek

Ayvalık’ta yaşayan çocuk ve gençlerin sosyal gelişimlerini güçlendirmeyi hedefleyen Zeytin Çekirdekleri Projesi, 2014 Haziran’dan bu yana faaliyetlerini sürdüyor. Projeyi desteklemek amacıyla kurulan Zeytin Çekirdekleri Derneği, şubatta çok sesli çocuk korosu çalışmalarına başladı. Ayvalık’ın değişik mahallerinden 38 çocuktan oluşan Zeytin Çekirdekleri Korosu, 4. İstanbul Çocuk ve Gençlik Sanat Bienali kapsamında 15 Mayıs’ta İstanbul’da konser verecek. 20 koristin katılımıyla Tophane’deki Antrepo 1 Sergi Salonu’nda saat 14.30’da gerçekleşecek konserin teması “Beni Duyuyor Musun”. Derneğin başkan yardımcısı Gül Gürsoy, herkesi olduğu gibi kabul etmeyi amaçladıkları için böyle bir tema belirlediklerini ifade ediyor. Neşeye Şarkı’yla başlayacak konserde Entarisi Ala Benziyor, Üsküdar’a Giderken, Kızılcıklar Oldu mu, Dağlar Gibi Dağlar Ben Aşarım ve Memleketim türküleri seslendirilecek. Çocukları İstanbul’a Pegasus Hava Yolları ücretsiz taşıyacak.
 
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ
 






1 Mart 2016 Salı

Mustafa Koç'un doğduğu köşk, sanat araştırmaları enstitüsü oldu

1 Mart 2016
Pakize Tarzi'nin 1949'da Şişli'de kurduğu Türkiye'nin ilk kadın-doğum kliniği, sanat araştırmaları enstitüsü oldu. Bugün açılan Bozlu Art Project Sanat Enstitüsü, ‘Türk resim sanatı kütüphanesi', güncel sanat galerileri ve ressamların atölye malzemelerinin sergilendiği bir mekân olarak tasarlandı. Bahçeli köşk içindeki iki katlı enstitü, Pakize Tarzi'nin oğlunun verdiği bilgiye göre, 21 Ocak'ta hayatını kaybeden Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un da doğum yeri.

Şişli'de, hemen Şişli Etfal Hastanesi'nin bir alt sokağında bugün yeni bir sanat merkezi açılıyor. Bozlu Holding'in yönetim binası olarak kullandığı Dr. Şevket Bey Sokak'taki bahçeli köşk, artık Bozlu Art Project Sanat Enstitüsü olarak hizmet verecek. Merkez, kütüphane, güncel sanat sergilerinin açılacağı galeriler ve Mehmet Güleryüz, Neş'e Erdok, Komet, Şevket Dağ, Fahrelnisa Zeyd gibi ressamların, atölye malzemelerinin sergilendiği iki katlı bir mekân olarak tasarlandı.


Bozlu Art Project'in aslında Nişantaşı'nda 2013 Aralık'tan itibaren bir galerisi vardı. Şişli'deki 400 metrekarelik yeni merkezde de sergiler açılacak, bunun yanı sıra sanatçı konuşmaları, konferanslar, arşiv ve belgesel çalışmaları olacak.


Merkezin yöneticisi, sanat tarihçisi Oğuz Erten, ‘Bozlu Art Kitaplığı' adı verilen bölümde, şimdilik Türk resmiyle ilgili 10 bin sanat kitabını bir araya getirdiklerini söylüyor. Yapacakları önemli bir iş de, 1870'ten bu yana Türkiye'de yayınlanan sanat eleştirilerini toplamak. Erten, “Hedefimiz resim ve heykel üzerine yayımlanmış tüm makale ve kitapları tek bir kitaplıkta buluşturabilmek. Araştırmalarımızda 60 bine yakın kaynak olduğunu tespit ettik. Sürecin çok meşakkatli ve zaman alan bir yanı var... 1933-49 arasında çıkan Yedigün dergilerini geçen hafta kütüphanemize kattık.” diyor.

İtalyan mimar Giulio Mongeri'nin, 1923'te ailesi için yaptığı köşk, 1949'da Pakize Tarzi'nin kurduğu Türkiye'nin ilk kadın-doğum kliniği olarak kullanıldı. Köşk, 21 Ocak'ta hayatını kaybeden Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un da doğum yeri. Cumhuriyet dönemi I. Ulusal Mimarlık Akımı'nın örneklerinden olan tarihi Mongeri Binası, 2008'de Bozlu Holding'in yönetim yeri oldu.
Sağlık ve teknoloji alanında faaliyet gösteren Bozlu Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolçay, aynı zamanda koleksiyoner. Cerrahpaşa'da tıp okurken, Ali Çelebi ve Turgut Atalay gibi ressamlarla tanışan ve resim sevgisi gelişen Bozluolçay'ın koleksiyonunda klasik ve modern Türk resminden 2 bin eser bulunuyor.

Bozlu Art Project'in ilk sergisi, bu koleksiyondan ve Bozlu Art Project sanatçılarından derlenen karma sergiden oluşuyor. Mübin Orhon, Şeref Akdik, Avni Arbaş, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Feyhaman Duran, Cevat Dereli, Turan Erol, Nuri İyem, Zeki Faik İzer, Halil Altındere, Burhan Doğançay, Özdemir Altan, Ergin İnan, Canan Tolon'un yanı sıra genç kuşak sanatçıların da eserleri, dönemlerine göre küçük galerilere dönüştürülen köşkün odalarında sergileniyor. (www.bozluartproject.com)



Bozlu Art Kitaplığı'nda şimdilik Türk resmiyle ilgili 10 bin kitap bulunuyor.




Ressamların atölye malzemeleri sergileniyor

Bozlu Art Project'in ilgiyle izlenecek bölümlerinden biri, ressamların atölye malzemelerinin sergilendiği oda. Hangi ressamlardan, neler var? Mehmet Güleryüz'ün resim yaparken kullandığı gömlek, Komet'in, ‘güle güle paletim' yazdığı ayaklı palet masası, Utku Varlık'ın atmaya kıyamadığı 30 yıllık bitmiş boya tüpleri, Neşe Erdok'un Akademi'de kullandığı önlüğü, Balkan Naci İslimyeli'nin Safranbolu ev maketlerinden yaptığı fırçalığı, Şevket Dağ'ın boya kutusu, Seyhun Topuz'un çekiçleri, Nur Koçak'ın, Nejad Melih Devrim ve Fahrelnisa Zeyd'in paleti, Adnan Çoker'in 1954'te Paris'e ilk gittiğinde aldığı fırçalarının da bulunduğu fırça ve boya karıştırma kutusu… Bu özel oda, daha sonra bir kitapla taçlandırılacak.

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ

22 Şubat 2016 Pazartesi

Duayen galericiler sanat piyasasını değerlendirdi: 'Tehlikeli bir sanat ortamındayız'

22 Şubat 2016, TEM Sanat ve Mine Sanat, galericilikte 30 yılı geride bıraktı. Galeri Baraz geçen yıl, Maçka Sanat ise bu sene 40. yılını dolduruyor. Türkiye'de özel galerilerin tarihi çok eski değil, sayıları da az. “Ben sanatseverim, tüccar değilim” diyen Besi Cecan (TEM Sanat), "Tehlikeli bir sanat ortamındayız." diyen Mine Gülener (Mine Sanat) ve artık Kurtuluş'taki merkezinde sergi açmayan, Anadolu'ya yönelen Yahşi Baraz, galericiliğin geldiği noktayı değerlendirdi.

Sanat galericiliğinde 30 yıl az değil. Hele, Türkiye gibi henüz yolun başındaki bir sanat ortamı için iyi bir istikrar sayılır. Mart 1985'te kurulan Mine Sanat, bir yıldır sergileriyle ve hazırladığı üç ciltlik kitapla 30. yılını taçlandırdı. Geçen hafta açılan, İstanbul'daki yeni ve yedinci yerleri ‘7 MEKAN' ile de galericilikteki istikrarını sürdürmeye devam ediyor. 18 Ocak 1986'da kurulan TEM Sanat ise otuzuncu yaş gününü, açılışını aynı güne denk getirdiği 'Devabil Kara' sergisiyle kutluyor.

Kurtuluş'taki mekânında 300'den fazla sergiye ev sahipliği yapan Yahşi Baraz ise artık burada sergi açmıyor. 40. yılını da sessiz sedasız geçirdi. Baraz, epeydir ‘Anadolu şehirlerinde sanatı geliştirmek' için işbirliği içinde. Sakarya Sanat Galerisi'ne sergiler hazırlıyor, danışmanlık yapıyor. Görüştüğümüzde 29 Mart’ta açacakları karma serginin hazırlığı içindeydi.

1980'ler, Türkiye'de özel galericiliğin yavaş yavaş hareketlendiği yıllardı. Adalet Cimcoz'un 1950'lerin sonunda Beyoğlu'nda açtığı Türkiye'nin ilk özel sanat galerisi Maya'nın kısa serüveninden sonra kimse özel galeri açmaya cesaret edemedi. Galeri Baraz (1975), Maçka Sanat (1976), Bakraç Sanat'ın (1979) girişimleri ve 80'lerin başlarından itibaren banka galerilerinin artması Cimcoz gibi 'sanatsever', 'sanatçı dostu' galerilere cesaret verdi. TEM Sanat, Mine Sanat, Galeri NEV, Doku Sanat, Urart Sanat galerilerinin kuruluşu bu yıllara denk geliyor.

Türkiye'de çağdaş sanat ortamı artık çok gelişti, ilerledi. Sergiler, fuarlar, galeriler arttı fakat farklı bir hava hakim. Eskiden sanatçı-galerici ilişkisi daha çok özveri üzerine kuruluydu. Galerilerin şekli bile bu amaca hizmet ederdi. TEM Sanat gibi daha çok eşyası; perdesi, masası, aile albümü olan, birkaç kedisi bulunan, sıkılmayacağınız, oturup çay kahve içebileceğiniz daha samimi yerlerdi galeriler. Yenileri, bir pazar alanı olarak tasarlanıyor.

 “Ben sanatseverim, tüccar değilim.” diyen Besi Cecan (TEM Sanat), "Tehlikeli bir sanat ortamındayız." diyen Mine Gülener (Mine Sanat) ve "Yanlış yatırımlar yapılıyor." diye Yahşi Baraz (Galeri Baraz) gibi ‘sanat ve sanatçı dostu' galeri sahiplerinin de nesli tükeniyor. Onlara kulak vermek lazım:


Besi Cecan (TEM Sanat Galerisi'nin kurucusu): 
‘Ben sanatseverim, tüccar değil' 

"O yıllarda ben bir şirkette dış ilişkiler müdürüydüm. Devamlı seyahat ediyorum, kamyon ve treyler satıyorum. Emekli olduktan sonra, ailemden de bir miktar miras kalınca kendimi sanata verdim. Çünkü ben sanatseverim, tüccar değil. İlgilendiğim sanatçılar vardı. Mesela 30 kuşağı sanatçılarından Ali Avni Çelebi'nin perişan hali beni çok üzmüştü. Büyük bir usta oysa. Fındıkzade'de beş katlı asansörsüz bir binada oturuyordu. Eşi de Parkinson hastası. 80 yaşındaydı o zaman. Galerilere resim yapıyor ama hiçbir zaman karşılığını alamamış ve artık resimden nefret eder hale gelmişti. Odun taşıyor, kömür taşıyor, kahvehanede pişti oynuyordu. Beni galeri açmaya iten sebeplerden biri budur.
    İlk etapta yurt dışına gitmeye karar verdim. Elimde fotoğraf makinemle yedi şehri dolaştım. Paris, Berlin, Torino, Floransa… Buralardaki galerileri etüt ettim, notlar aldım. Edindiğim izlenimlerle Nişantaşı'nda TEM Sanat'ı açtım. Zincirli asma sistemini İtalya'dan aldım. Sonra, ben burada perdenin üzerine resim asıyorum. Avrupa'da bütün galeriler o zaman öyleydi. Bu benim işime geldi. Çünkü dört duvar arasında yaşayamam, bütün günümü burada geçiriyorum. Benim ilk amacım satmaktan ziyade sanatı sevdirmek. 30 sene ayakta kaldığıma göre demek ki satmışım ve sanatçılara destek olmuşum da…
    Resim alan önce sanatsever olacak, sonra koleksiyoner. Ben sanatsever üretmeye çalışıyorum. Piyasamızda toplayıcılar var. Onlar benden resim almazlar. Çünkü pazarlık yapmam. Bu onlara uymaz. Sanatçımı korumak zorundayım. Pazarlık bizde bir spor gibi. Benim sanatçımla da, koleksiyonerle de aramda dürüstlük vardır. Fahiş fiyatla hiçbir zaman resim satmadım. Satsaydım burada olmazdım. 30 yıldır Nişantaşı gibi bir yerde mekanımı korudum. Dayandım. Her ay mutlaka bir sergi açtım. Yazın da açığız. 12 ay sanatçılarıma hizmet veriyorum.”

Mine Gülener (Mine Sanat Galerisi'nin kurucusu):  
‘Acı bir yozlaşma yaşanıyor'  


“Türkiye'de tarihini bir kitapla anlatan bir-iki galeri var. Biz onlardan biriyiz. İlk galerimi Altıyol'da açtım. Anadolu yakasında çağdaş sanat galerisi yoktu o yıllarda. Burası kültür faaliyeti daha az olan bir bölgeydi. Dolayısıyla direndik. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin hocaları da bana çok destek oldu. Kuruluşumda büyük katkısı olan Özdemir Altan, Adnan Çoker, Mustafa Ata, Yusuf Taktak, Zekai Ormancı olmazsa Mine Sanat olamazdı. Onlar da Türkiye'de çağdaş sanatın köprüyü geçmesini istiyorlardı.    
     Altıyol'dan sonra Bahariye, Caddebostan'dan derken Nişantaşı'na geldik ve artık buradayız. Biz tamamen idealist düşüncelerle galericilik yaptık. Bir arkadaşım bana ‘şövalye' adını koymuştu. O dönemde resim hiç satılmıyordu. İnsanları galeriye sokabilmek için kapıda dururduk. Nedir, ne değildir, ücretli mi, girelim mi, girmeyelim mi diye bir çekimserlik vardı. Zorla içeri alırdık insanları ve saatlerce anlatırdık yaptığımızı. Galeri zaten bir eğitim kurumu benim gözümde. Bir kişiyle 4-5 saat konuştuğum olurdu. Koleksiyoner de yetiştirdik. Tamamen amatör ruhla başladık, hep galeriye masraf ettim. İlk on yıl hiç resim satamadım. Eşimin müzik mağazası Melodi Müzik bizi ayakta tuttu. Bugüne kadar çizgimden hiç ödün vermedim. Fakat bir zamanlar müzikte yaşanan yozlaşma artık plastik sanatlara bulaştı. Acı bir şekilde yozlaşma yaşanıyor. Maalesef sahte resim piyasası gelişti. Tehlikeli bir sanat ortamındayız. İnsanlar hangi sanat eserini alacağını yarı biliyor, yarı bilmiyor. Bir geçiş dönemi yaşıyoruz.”  

Yahşi Baraz (Galeri Baraz'ın kurucusu): 
'Büyük bir kaos var'


"1970'li yıllarda Amerika'da bir galeride çalıştım, çok sevdim bu işi ve Türkiye'de yapayım dedim. Ama Türkiye sanatta daha yolun çok başındaydı. Müzeler, sanat galerileri açılmamıştı, birkaç koleksiyoner vardı, resim alım satımı yok gibiydi. Basın, sergilerle hiç ilgilenmezdi. Bir Akademi'nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) içinde sanat ortamı vardı. Bir de Taksim Sanat Galerisi. İnsanlar da sergilere ilgisizdi. Atölyesini Akademi'nin dışında kurmuş ressam yoktu. Sadece hocalık yapan ve o şekilde ayakta duran birtakım sanatçılarımız vardı. Hepsi benden 35-40 yaş büyüktü. Galeriyi açtığım zaman 30'lu yaşlardaydım. Ressamlar, hiçbiri de galeriyle çalışmamıştı. Dolayısıyla diyalog kurmak zor oldu. Çoğu resim yapmayı bırakmıştı. Resim yapın, sergi açalım diye yönlendirmeye çalıştık. Sabri Berkel'ler, Mahmud Cuda'lar, eserlerine ne kadar değer biçeceklerini bilemezdi. Mesela Neşet Günal 800 Dolar'dı, bugün 1 Milyon Lira'ya bulamazsınız.
    Son on yılda yurt dışında Türkiye'yle ilgili büyük bir reklam yapıldı. Türkiye çok büyük bir gelişme içinde diye. Ekonomi gelişti, milli gelir arttı. Şimdi dursa da bu dönemleri gördük. Bu propagandanın etkisini ben yaşadım, yurt dışında Türkiye'den geldiğimi duyan bizi milyoner zannetti. Amerikalılar, Avrupalılar… Bu galericilerin de hoşuna gitti ve burada pazar araştırması yaptılar. Buraya gelen galericilerin hiçbiri Türk ressamıyla, Türk resmiyle ilgilenmiyor, bir-iki tanesi hariç. Poul Casmin var, Taner Ceylan'ı satıyor, bir Fransız galerisi var, Ramazan Bayrakoğlu'nu satıyor. Yani kendi ressamlarını pazarlamaya çalışıyorlar.
Bizim için dezavantajları oldu bu durumun. Birçok koleksiyoner, yıllarca topladığı resimleri sattı, o parayla yabancı resim aldı. Ve bu devam ediyor. Yabancı galerilerden milyonlarca dolarlık resim alındı. Bu durum Türk sanatçılarını çok etkiledi; biz mahvolacağız, bütün para yabancılara gidiyor, pazarımız bozuldu diye endişeleri oldu. Bu olabilir fakat şöyle bir gelişme oldu. Belirli ressamların dışındaki; Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Ergin İnan Fahrelnisa Zeyd, Nejad Devrim, beş altı ressam daha sayabiliriz bunların dışındaki birçok ressam şu an ekonomik krizde. Hiçbir şey satamaz durumdalar. Türk alıcılar belirli ressamlara para yatırıyor, diğerlerini yok farz ediyor. Bu bir süre devam edecek.
    Bugünkü bir tehlike şu aslında: Yeni açılan galeriler, bir seçki yapmadan, hangisi sanatçıdır diye düşünmeden, herkese sergi açtırıyorlar. Bu bir kaos yarattı. Galerileri idare edenler de sanat kültüründen yoksun. Bunun getirdiği de başka bir kaos var. Çok aldatıcı sergiler açılıyor, yanlış yatırımlar yapılıyor. 20 sene sonra bugün açılan sergilerin hiçbirinin adını dahi duymayacaksınız. 2-3 kişi zor kalır.
    Türkiye'nin son bir yıldır yaşadığı siyasi durum da bizi çok etkiledi. Satışları aşağıya çekti. Bütün sanat piyasası böyle. Bazı açık artırma merkezlerinde her şey satıldı gösteriyorlar ama öyle olmadığına yüzde yüz inanıyorum. Piyasayı canlandırmak için söylenir böyle şeyler. Gerçekliği pek yoktur. Şu anda sanat piyasası çok sıkışık, daha da sıkışacağını tahmin ediyorum. Bugünler yine çok iyi günler." 

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ