29 Nisan 2015 Çarşamba

Afife'den Şehir Tiyatroları'na gecikmeli jest

29 Nisan 2015
19. Afife Tiyatro Ödülleri, önceki akşam sahiplerine verildi. Geçtiğimiz yıl 100. yılını kutlayan İstanbul Şehir Tiyatroları dört dalda ödül kazandı. Ödüllerden üçünü ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın alması gecikmeli de olsa ‘Afife’den ŞT’ye 100. yıl jesti’ yorumlarına sebep oldu. 
19. Afife Tiyatro Ödülleri önceki akşam Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Tören her zamanki gibi açılış konuşmaları ile başladı. Önce sahneye Haldun Dormen çıktı ve Afife Jale’yi, cesaretini anlattı. Sonra, Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri İcra Kurulu Başkanı Salih Başağa, her yıl yaptığı konuşmanın bir benzerini tekrarladı. Jürinin ne kadar şeffaf olduğu, puanlama sisteminin adaleti, üyelerin kaç oyun izlediği…

Afife jürisi bu yıldan itibaren oyunları bilet satın alarak seyretmiş. Bunun nedeni ‘davetimize kimse gelmedi, oyunumuzu hiçbir jüri üyesi izlemedi’ serzenişlerini kesmek. Başağa, törende yüksek ses tonuyla bu konuya dikkat çekti ve “Hiç kimse bizim oyunumuzu izlemedi diyemez.” dedi. Bugüne kadar düşünülmeyen bu basit önlem, umarız önümüzdeki yıl 20. yaşını kutlayacak Afife Tiyatro Ödülleri’ndeki klasik tartışmaları bitirir!

Gecenin sürprizi Makedon yönetmen Alexandar Popovski’ye gösterilen teveccüh ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na dört ödül verilmesiydi. Popovski, iki oyunuyla en iyi yönetmen dalında Afife’ye adaydı: Bir Yaz Gecesi Rüyası ve İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz… İlk oyunu yılın prodüksiyonu seçildi, ikinci oyunuyla en iyi yönetmen ödülüne uzandı. Fakat ‘vasat’ bulunan ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın ‘en iyi prodüksiyon’, ‘en iyi sahne tasarımı’ ve ‘en iyi yardımcı erkek oyuncu’ ödülüne layık görülmesi ‘Afife’den Şehir Tiyatroları’na yüzüncü yıl jesti’  yorumlarına neden oldu. Güzel bir jest fakat gecikmeli olduğu açık. İBB Şehir Tiyatroları, dişe dokunur bir iş yapamasa da 100. yılını geçen yıl kutladı, kurum artık 101. yaşında… 

KAYBETTİĞİMİZ USTALARA SAYGI DURUŞU   

Afife Jale Tiyatro Ödül töreninin en faydalı bölümlerinden biri bizce, bir yılda kaybedilen oyuncuların, sanatçıların hatırlatılması, onlara saygı duruşunda bulunulması. Talat Halman, Yavuz Şeker, Yaşar Kemal, Çolpan İlhan, Aytaç Yörükaslan, Melisa Gürpınar, Volkan Saraçoğlu, Alaattin Eraslan gibi isimler dışında yıllarca tiyatroya emek veren ama adını es geçtiğimiz ne çok sanatçıyı kaybettiğimizi bu törende öğreniyoruz: Ayla Aslan, Mustafa Şekercioğlu, Nedim Akkaya, Oğuz Oktay, Raif Hikmet Çam, Recep Yener, Sevda Şenol, Tuncay Gürel, Ümit İmer, Yalçın Otağ…  Törende, 2015’teki 100. doğum yılı (Aziz Nesin, Haldun Taner, İBBŞT) kutlamalarının hatırlatılması da hoştu fakat biraz eksikti.

İki buçuk saat süren ödül töreninde her zamanki gibi politik mesajlar verildi. Törenin 19 yıldır kadrolu sunucusu olan Korhan Abay, geçen yıl kaybedilenleri Yahya Kemal Beyatlı’nın aruz vezniyle yazdığını belirttiği “Sessiz Gemi” şiiriyle uğurladıktan sonra “Sanmayın lakin Osmanlı’ya hayranım /Cumhuriyettir ülküm, hem gururum hem aşkım” dizesiyle Osmanlı hayranlarına ilk politik mesajı gönderdi.

Gecede ödül almak için sahneye gelen herkes mikrofonun başından ayrılmayı bilmedi, teşekkür üstüne teşekkür edildi. En uzun konuşan 50. sanat yılını kutlayan, Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü’nün sahibi Prof. Zeliha Berksoy’du. Berksoy, oyunculuk serüvenini, Berlin yıllarını, öğrencilerini, hocalığını anlattı da anlattı, “Vallahi ben iyi hocayım, tiyatro zor, sanat zor” cümleleriyle davetlileri epeyce güldürdü. En başarılı genç kuşak sanatçısı seçilen Edip Tepeli, “Nükleer santral istemiyoruz.” diyerek, Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’nü alan Cambazın Cenazesi oyununun yazarı Firuze Engin ise babasının ‘Kızım sakın sahnede politik meselelere girme.’ uyarısını anlatarak sanatın, insanlığın geçtiği zor süreçlere dokundular…

2015 AFİFE TİYATRO ÖDÜLLERİ'NİN 'EN'LERİ
En başarılı prodüksiyon: Bir Yaz Gecesi Rüyası (İstanbul Şehir Tiyatroları)
Yönetmen: Alexandar Popovski (İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz)
Erkek Oyuncu: Tuğrul Tülek (İki Kişilik Yaz)
Kadın Oyuncu: Aslı Yılmaz (Tesir)
Yardımcı Erkek Oyuncu: Yavuz Şeker (Bir Yaz Gecesi Rüyası)
Yardımcı Kadın Oyuncu: Tomris İncer (Kral -Soytarım- Lear)
Sahne Tasarımı: Sven Jonke (Bir Yaz Gecesi Rüyası)
Giysi Tasarımı: Candan Seda Balaban (Kral -Soytarım- Lear)
Sahne Müziği: Orhan Enes Kuzu-Paşa Paşa Tiyatro Yahut Ahmet Vefik Paşa
Işık Tasarımı: Yakup Çartık (Hamlet Makinesi)
Genç Kuşak Sanatçısı: Edip Tepeli (Sırça Hayvan Koleksiyonu-ŞT)
Yapı Kredi Özel Ödülü: ŞAHİKA TEKAND
MUHSİN ERTUĞRUL Özel Ödülü:  SEMİHA BERKSOY
CEVAT FEHMİ BAŞKUT ÖZEL ÖDÜLÜ: Firuze Engin (Cambazın Cenazesi) 
Alexander Popovski
Tuğrul Tülek
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ
 




22 Nisan 2015 Çarşamba

Geleneksel sanatların önündeki engel: 'Hocam ne der' kaygısı

22 Nisan 2015
Hat, ebru, minyatür, tezhip, cilt gibi geleneksel sanatların ustalarını ve öğrencilerini bir araya getiren “60 Sihirli Dokunuş” sergisi Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde bugün açılıyor. Serginin fikir babası minyatür sanatçısı Taner Alakuş’un, ‘asla bir araya gelmeyecek’ pek çok sanatçıyı buluşturmasının tek nedeni var: Geçmiş ile bugün arasında sıkışıp kalan geleneksel sanatların önünü açmak, gençleri kaygılarından kurtarmak.
Taner Alakuş
Hasan Çelebi (hat), Hüsrev Subaşı (hat), Ali Toy (hat), Savaş Çevik (hat), Alparslan Babaoğlu (ebru), Sadrettin Özçimi (ebru), Cahide Keskiner (minyatür), Davut Bektaş (hat), Faruk Taşkale (tezhip), Mamure Öz (tezhip), Selim İrteş (tezhip), Orhan Dağlı (hat, tezhip), İslam Seçen (cilt), Taner Alakuş (minyatür) gibi pek çok hoca ve öğrenci bugün Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde açılan ‘60 Sihirli Dokunuş-2015’ sergisinde bir araya geliyor. Bir hafta açık kalacak sergi bundan sonra her yıl aynı adla düzenlenecek. Sergiye katılım için tek bir şart var: Eserlerin o yıl üretilmiş olması. 

“60 Sihirli Dokunuş-Ustalarla 2015 Buluşması”nın fikir babası Taner Alakuş’un yapmak istediği, geleneksel sanatların önünü açmak. Hem ustaları, hem de adayları buluşturarak gelişime, ilerlemeye katkı sağlayacak rekabet ortamı oluşturmak. Çünkü camiada ‘geleneksel’ciler ve ‘modern’ciler tartışması hızla devam ediyor. Kimi sanatçılar, Osmanlı döneminde gelişip serpilen bu sanatların aynen, geçmişe bağlı kalarak, geçmişte yapılanların tekrar edilmesi suretiyle yoluna devam etmesini, kimi sanatçılar da yeni ve farklı denemelerle daha modernleşmesini savunuyor. Kuşkusuz ki bu tartışmanın sanatı besleyen yönü var, fikirler çarpışa çarpışa ‘günümüz sanatı’ üretilecek. Fakat bir yandan da gençleri olumsuz etkiliyor, ‘hocam ne der’ kaygısı taşımalarına sebep oluyor.

‘Edep patlaması yaşanacak’          
‘Asla bir araya gelmeyecek’ bu kadar çok ustayı ve öğrenciyi buluşturmayı başaran Taner Alakuş, kendisinin ifadesiyle sanatında agresif hatta anarşist bir ruha sahip. Suriçinin popüler mahallesi Kariye’de 2010 yılında açtığı atölyesinde öğrenci yetiştiriyor ve enerjisi atölyesinden dışarı taşıyor. Her sabah seher vaktinde, kuşların senfonisi eşliğinde minyatür çalışmaya başlayan sanatçı, sanatın kalıplara konulmasını doğru bulmuyor ve gençlerin yaşadığı sıkıntıları, ‘edep engeli’, ‘hocam ne der’ kaygısı gibi kimsenin söylemeye cesaret edemediği konuları dile getiriyor. Fikirleri bize göre oldukça ufuk açıcı: “Bugün, ‘Hocam ne der’ diye üretmekten kaygı duyan sanatçılar var. Ya da ‘eyvah hocam görürse azarlayacak, niye böyle yaptın’ diyecek kaygısı taşıyanlar… Bunun adı edep değil. Bu şekilde ‘verem’ olan çok sanatçı gördüm. İçsel verem oluyor, üretemiyor. Yakında edep patlaması olacak. ‘Edepsizlik’ değil anlatmak istediğim. Edep tabii ki çok önemli ama şu anda geleneksel sanatların gelişmesinde, ilerlemesinde ‘edep engeli’ var. Bu olayı fazla içselleştirdik. Bazıları edepten ses çıkarmıyor, bazılarının da benim gibi diline vuruyor. Ben hocama asla küfretmem, saygısızlık etmem, ayağına çelme takmam ama benim yolum ayrı.”

Bugüne kadar, cumhuriyetin ilanıyla birlikte geleneksel sanatların sekteye uğradığı savunuldu, konuşuldu. Bu tezin doğru yanları var. Fakat artık yıl 2015. Hâlâ aynı sorundan bahsedilmesini kimse samimi bulmuyor. ‘Osmanlı’nın yaptığının bir adım önüne geçtik mi?’ sorusuna tatmin edici bir cevap verildiği zaman, geçmiş ile bugün arasında sıkışıp kalan geleneksel sanatlardaki düğüm çözülecek. Daha da önemlisi, bu topraklarda ortaya çıkan fakat uzun bir süreden beri ‘üvey evlat muamelesi’ gören hat, ebru, tezhip gibi sanatlar her kesim tarafından sahiplenilecek. Tabii ki, “60 Sihirli Dokunuş” gibi atılımlar hedefine ulaşır ve devamı gelirse…
Ceylan Harmancı’nın sanat danışmanlığında 30 Nisan’a kadar devam edecek olan sergi, İstanbul’dan sonra Sakarya Sanat Galerisi’nde açılacak.




HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ


20 Nisan 2015 Pazartesi

‘Bu şehirde hepimiz çok incindik'

20 Nisan 2015
Senaryosunu yazdığı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar' filmiyle tanıdığımız ve hâlâ o filmle hatırladığımız Feride Çiçekoğlu, artık mavi saçlı bir kadın. Fenerbahçe'de, yedi yıldır yaşadığı ve çok sevdiği apartmana yıkım kararı çıkınca bunalıma girmiş ve bir sabah kendini kuaförde bulmuş. Çiçekoğlu aslında, bu şehrin sakinlerine verilmeyen ‘söz hakkı'na böyle itiraz ediyor. Hem yeni kitabı Şehrin İtirazı'yla hem de tarzıyla...
Feride Çiçekoğlu, senaryolarını yazdığı Uçurtmayı Vurmasınlar (1989) ve yabancı dilde en iyi film Oscar'ını alan Umuda Yolculuk (1990) filmleriyle aklımıza kazındı. O günden beri kendisini unutamadık. Fakat titizliğinden olsa gerek daha sonra az üretti. Ara ara kendini hatırlatıyor. 2007'de başlayan ve üç sezon reyting almayı başaran televizyon dizisi Parmaklıklar Ardında'nın senaryosu ile yine kendisine yakışır bir işe imza atmıştı. En son ilk gösterimi 64. Berlin Film Festivali'nde yapılan, ardından geçen yılki İstanbul Film Festivali'nin ulusal yarışma filmleri arasına seçilen Kumun Tadı'nın senaryosunu Melisa Önel ile birlikte yazdı.

‘Türk sinemasının senaryo sorunu var' serzenişlerinin hâlâ yükseldiği bir ortamda sevenleri sanırız kendisinden daha fazla iş bekliyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Sinema ve Televizyon bölümünde öğretim üyesi olan Profesör Feride Çiçekoğlu ile yeni kitabı Şehrin İtirazı'nı (Metis Yayınları) konuşmaya giderken aklımızda biraz da bu meseleler vardı, fakat karşımızda ‘mavi saçlı bir kadın' görünce yaşadığı travmanın derinliklerine daldık.

     Feride Çiçekoğlu, geçtiğimiz şubat ayında saçlarını maviye boyatmış. Bu ne orta yaş bunalımından, ne de kadınsal triplerden kaynaklanıyor. Düpedüz şehir travması geçiriyor. Çiçekoğlu, bir yılda hayalet semte dönüşen Fenerbahçe'de, yedi yıldır yaşadığı Poyraz Apartmanı'nın da yıkılacağını öğrenince hem ruhen hem de fiziken çökmüş. Kasım 2014'te başlayan taşınma süreci psikolojisini oldukça etkilemiş. “O evi ben çok seviyordum, çok güzel bir balkonum ve balkondan seyrettiğim ağacım vardı. Bütün sokağımız boşaldı. Bir kısmı yıkıldı, bir kısmı yıkılıyor. O güzel yeşillikler içindeki sakin semt vinçlerle dolu. O süreç bana çok ağır geldi. Sanırım son on yılda bu şehirde yaşayan hepimiz çok incindik. Sadece yönetim biçiminin haksızlıklarından değil, şehre yapılan haksızlıklardan da incindik. Yaşam alanımız gasp edildi. Mahallem gasp edildi. Hiç bize sorulmadan bambaşka bir hayat tarzı üzerimize zorla giydirilmeye çalışıldı.” diyor.  

     2013 Haziran ayında yaşanan Gezi Parkı olayları, Çiçekoğlu gibi pek çok insana ‘şehir hakkı' konusunda umut olmuştu. Artık bundan sonra, şehrin herhangi bir yerinde ağaç sökülecekse, apartmanlar, hanlar yıkılacaksa semt sakinlerine sorulacağı, söz hakkı tanınacağı ümit edilmişti. Ama öyle olmadı. İşte Validebağ Korusu, Narmanlı Han meselesi hâlâ sıcak. Çiçekoğlu, bunun hayal kırıklığını en derinlerde yaşayan İstanbullulardan biri. Çok kızgın, çok öfkeli. “Gezi'yle birlikte sanki şehirle ilgili söz hakkımız olacak duygusuna kapılmıştık, hiç öyle bir şey olmadı, daha saygısızca üstümüze gelindi.” diyor.

Ona hak vermemek mümkün değil. Şehrin İtirazı'nı da apartmanlarının yıkılacağı konuşulmaya başladığı geçen yıl ocak ayında yazmaya karar veriyor. Yazar kitabında Gezi Parkı patlamasının birdenbire olmadığını, adım adım yaklaşan seslerini 2000'den sonra çekilen Türk filmleriyle ortaya koyuyor. Bunu yaparken 1848-1968 arasında aynı süreci yaşayan Paris'e ve o dönemin filmlerine uzanıyor, bizi o yıllarda literatüre giren ‘vinç yolu' kavramıyla tanıştırıyor. Bugün olanlar hakikaten tesadüf değil. İstanbul uzun bir süredir vinçler şehri değil mi? Başınızı ne tarafa dönseniz havada sallanıp duran vinç kuleleri…
Feride Çiçekoğlu'nun, beşinci kitabı Şehrin İtirazı (Metis Yayınları), 2013 Haziran ayında yaşanan Gezi Parkı olayının adım adım yaklaşan seslerini 2000 sonrası çekilen filmlerle ortaya koyuyor.
Çiçekoğlu'nun yabancı ve yerli filmlerde yakaladığı ortak imgeleri okuyunca oldukça şaşırıyorsunuz. Mesela Jean-Luc Godard'ın Alphaville, Haftasonu ve Onun Hakkında Bildiğim İki Üç Şey filmlerini, Paris'in kentsel dönüşüm ile geçirdiği sürece tepki filmleri olarak sunuyor. Türkiye'den Tayfun Pirselimoğlu'nun Pus, Ben O Değilim, Mahmut Fazıl Coşkun'un Yozgat Blues, Belmin Söylemez'in Şimdiki Zaman, Pelin Esmer'in 11'e 10 Kala, Reha Erdem'in Şarkı Söyleyen Kadınlar, Hayat Var gibi filmlerini de böyle okuyor.

Pus, ‘yüzünü kaybetmiş ve kâbusa dönüşmüş şehir peyzajına örnek olarak neredeyse kare kare çerçevelenip duvara asılabilecek kadar zengin malzeme taşıyor.' Ben O Değilim'de ‘bir kâbusa dönüşen ha İstanbul, ha İzmir ne fark eder hissi', Yozgat Blues'un da ‘Yozgat'ta bir otelin penceresinden bakıp deniz olsa aynı Zeytinburnu, diyen Yavuz'un (Ercan Kesal) cümlesiyle ironi boyutu kazanıyor.' Şimdiki Zaman'ın başkarakteri Mina'nın (Sanem Öge), ‘kaçmak istediği şehir, İstanbul'daki kentsel dönüşüm ve soylulaştırma süreciyle ilintili.' 11'e 10 Kala, İstanbul'da son on yılda yaşanan sayısız mizansenden ortak öğeler taşıyor. Nedir o mizansenler? Değeri iki kat artsın diye yıkılan binalar, deprem korkusuyla ikna edilen apartman sakinleri, keyfi yasal düzenlemelerle desteklenen inşaat sektörü ve tüm bunlardan çok az sayıda kişinin cebini doldurması… Şehrin İtirazı tüm bunlara bir tepki.
11'e 10 Kala

11'e 10 Kala

Hayat Var

Pus
Şimdiki Zaman
Aklımıza takılan bir soru. Bugün Paris başta olmak üzere Avrupa'nın pek çok şehri mimarisiyle, peyzajıyla bir marka. Yalan mı, herkes bayılıyor bu şehirlere. O zaman bu itirazları Çiçekoğlu nasıl değerlendiriyor? İşte cevabı: “Bence o şehirlerdeki sivil muhalefet sonradan birçok şeyi rayına oturtuyor, her şey yoluna giriyor mu, hayır ama şehrin yönetiminde daha çok söz sahibiler.”

“Hakkaniyet sağlayacağım diye gelen herkes şehri talan ediyor”
“Fenerbahçe'nin şöyle bir avantajı var: Denize çok yakın ama şehre de çok yakın. Altyapısı iyi, o yüzden yüksek bir kâr getirisi var. Bu yüzden yıkılıyor. Benim vurgulamak istediğim, 12 Eylül döneminde askerler orayı aynı şekilde talan ettiler, izinsiz lojmanlar yaptılar, parkın bir kısmına dinlenme tesisi yaptılar falan… Şimdi başkaları talan ediyor. Hakkaniyet sağlayacağım diye gelen herkes şehri talan ediyor. Dönem dönem bunu yaşıyoruz. Hak hukuk için geldiğini söyleyen parayı ve iktidarı ele geçirince değişen bir şey olmuyor. Gezi'deki isyanı böyle görüyorum. Beni en çok şu yaralıyor; başa gelenin iktidar sarhoşluğu ile ne yapacağını zaten tahmin ediyoruz, bizim için sürpriz değil ama insanların bu kadar çabuk saf değiştirmesi, destekleyici hale gelmesi, otoritenin yanında sesini kesmesi çok üzücü.”
     
Taşınma travması
“Taşınma travmasından sonra saçlarımı maviye boyattım. Oturduğum apartmanın da yıkılacağı belli oldu, o evi ben çok seviyordum, çok güzel bir balkonum ve balkondan seyrettiğim güzel bir ağacım vardı. O süreç bana çok ağır geldi. Bütün sokağımız boşaldı. Bir kısmı yıkıldı, bir kısmı yıkılıyor. O güzel yeşillikler içindeki sakin semt vinçlerle dolu. Bu süreçte çok üzüldüm. Taşınırken de yoruldum. Yine yakın bir yere taşındım ama orada değilim. O günlerde markete gitmiştim. Birden kasadakilerin bakışını fark ettim. Bana artık yaşlı kadın muamelesi yapıyorlardı. Yardım edelim mi teyze vs. diye. Bir şey yapmam lazım dedim ve saçımı maviye boyattım, henüz teyze olmak istemiyorum.”
     
Bugün olanlar tesadüf değil, ‘vinç yolu' kavramı çok eski
“1968'den önce Paris'te ‘vinç yolu' kavramı orada çıkmış. Vinçler şehri altüst etmiş. Bugün olanlar hakikaten tesadüf değil. Şehrin altüst oluş döneminden sonra insanlar isyan ediyor. Ufkunda bu kadar çok vinç olan ve insanların yaşama alanlarının gasp edildiği, alışkanlıklarının ezerek geçildiği yerde böyle bir isyan oluyor. Özellikle az sayıda belirli kişilerin kâr etmesi, bizim bunu görüyor olmamız ve sesimizi çıkardığımız zaman hiç ciddiye alınmaması ve sesini çıkaranların daha büyük bir baskıyla ezilmesi bunlar insanları isyana sürüklüyor.”

HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ



10 Nisan 2015 Cuma

Müze doğuracak sergi

11 Nisan 2015
İki yılda hazırlanan ‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı. 20 danışmanın yön verdiği sergiden yakında bir müze doğacak. Tabii, yer bulunabilirse… İstanbul’u açık hava müzesi gibi planlayan ve şehre pek çok eser hediye eden Mimar Sinan için hâlâ bir müze yapılmamış olması bir yana, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün beş yıldır yer sorununu çözememesi ironik olduğu kadar acı.

Mimar Sinan hakkında bugüne kadar açılmış ‘en kapsamlı’, ‘en teknolojik’ sergi iddiasıyla yola çıkan ve hazırlık aşaması iki yıl süren “Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün açıldı. Serginin kapsamı ve teknoloji konusundaki iddiasını bir kenara bırakırsak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile All Events Fuarcılık’ın işbirliği ve tarihçi, yazar, mimar ve akademisyenlerden oluşan 20 kişilik danışma kurulunun yön verdiği serginin iki önemli işlevi var.

İlki, Mimar Sinan’ı dünyaya tanıtmak. Elbette Mimar Sinan dünyada tanınıyor ama mimarlık tarihinde hak ettiği kadar değil. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Demet Binan’ın verdiği bilgiye göre Londra’daki Victoria Albert Museum’un ‘mimarlık sanatı’ bölümünde Mimar Sinan’ın eserlerini göremiyorsunuz. Binan, “Halbuki Mimar Sinan ve Osmanlı klasik mimarisi olmadan dünya mimarlık tarihi doğru anlatılamaz. Bu, bizlerin de eksikliği. Sergimizle onu daha iyi anlatacağız.” diyor. Bu nedenle Tophane’deki sergi 31 Mayıs’ta kapandıktan sonra Kayseri, Ankara, Edirne, Bursa ve İzmir’in yanı sıra Avrupa, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin önemli kentlerinde izleyicilerle buluşturulacak.

ESERLER MÜZEYE DEVREDİLECEK
İkinci önemli konu, “Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisinden bir araştırma merkezi ve müze doğacak. Tabii bir yer bulunabilirse… Sergi yurtiçi ve yurtdışındaki dolaşımını tamamlandıktan sonra tüm envanter ve materyalleri, nerede açılacağı muammaya dönen MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ne bağışlanacak. 427 yıl önce vefat eden, yere göğe sığdıramadığımız Mimar Sinan için şimdiye kadar bir müze açılmaması bir yana, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin yer talebine beş yıldır doğru dürüst cevap vermedi. En son, eskiden Sanatkarlar Okulu olan Tophane’deki arazide karar kılındı. Fakat orası da altından çıkan arkeolojik kalıntılar nedeniyle beklemede.

Aslında üniversite bünyesinde 1983 yılında kurulan bir Mimar Sinan Araştırma Merkezi var. Fakat bu merkez 1988’de maddi imkânsızlıklar yüzünden kapanıyor,
Demet Binan’ın gayretleriyle 2008’de tekrar açılıyor. Merkezin şu andaki yeri üniversitenin Bomonti kampüsünde 100 metrekarelik bir alan. Binan, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projeleri başladığından beri MSGSÜ Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi’ni kurmak ve merkezi aktif hale getirmek için uğraşıyor fakat gelinen noktada işler kilitlenmiş. Daha müzenin yer sorunu çözülememiş. Müze için önce Mimar Sinan’ın mezarının da bulunduğu Süleymaniye Külliyesi ve Salis Medresesi’nin olduğu bölge isteniyor. Talebi duyan İstanbul Üniversitesi, çabuk davranıp burasını alıyor. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yakınlığı sebebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kılıç Ali Paşa Medresesi’ni gösteriyor. Fakat burası başka bir vakfa tahsis ediliyor. Müdürlük, en son Tophane’deki, sergi mekânıyla aynı sırada yer alan, 19. yüzyılda inşa edilmiş Sanatkarlar Okulu’nu göstermiş.

"EN UYGUN YER SÜLEYMANİYE"
Demet Binan, müzede gelinen son durumu şöyle açıklıyor: “Şu anda Sanatkarlar Mektebi’nin arazisi kazı aşamasında, koruma kurulu bakıyor. O alana uygun proje yapılması lazım. Altta arkeolojik kalıntıları muhafaza eden, üst katta tek katlı bir merkez şeklinde bir proje. Bir proje sunuldu, fakat imar planları henüz çıkmadı. Müze için en anlamlı mekân, bence Süleymaniye’dir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, o yapı adasını şimdi kamulaştırdı. Biz de talebimizi yineledik, görüşmeler devam ediyor.”
 Müzenin neden Süleymaniye’de olması gerektiğini ve neden yapılmadığını ise serginin danışmanlarından mimar Cengiz Bektaş özetliyor: “Mimar Sinan’ın en önemli kentsel tasarım eseri Süleymaniye, Haliç’e Doğru basamak basamak iner. Mimar, o oylumu yaşatır insanlara. Avlusunda durduğunuzda İstanbul elinizde başka bir şehirdir. Ama bugün bakın, önü en kötü yapılarla dolu. Ben diyorum ki, orayı ne olur temizleyelim ve yavaş yavaş çıkarak görebileceğimiz bir Sinan müzesi yapalım. Ama oraları başka türlü görüyorlar ve müze yapmıyorlar.” Serginin biletleri www.tixbox.com.tr’de. (www.mimarsinansergi.com)
MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün düzenlenen basın toplantısına, MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Demet Binan, All Events Fuarcılık kurucusu Murat Akan, mimar Cengiz Bektaş katıldı.
All Events Fuarcılık kurucusu Murat Akan
Mimar Sinan mercek altında...
‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisine, Mimar Sinan’ı yıllardır araştıran danışmanların yanı sıra Harvard Üniversitesi Ağa Han İslam Sanatı Kürsüsü Profesörü ve Ağa Han İslam Mimarisi Programı’nın direktörü Gülru Necipoğlu’nun 20 yılda hazırladığı, geçen yıl yayımlanan Sinan adlı eseri yön veriyor. Sinan’ı Anlamak, Kültürel Etkileşimler, Mimari Adap, Himayeciler ve Mimar Sinan, Hassa Mimarlar Ocağı, Haritalar ve Silüetlerde Sinan, Mimar Sinan Sözlüğü, Mimar Sinan Mercek Altında, Kubbe Mapping adı altında dokuz bölüme ayrılıyor.

Sinan’ı Anlamak...
Mimar Sinan’ı her zaman sunulan, bilindik ya da tek taraflı anlatımın ötesinde; kendi ağzından, farklı bakış açılarından ve coğrafyalardan, zaman içinde ona mal edilmiş efsanevi özelliklerden görmek, dinlemek fırsatı sunan bu bölüm, mimarlık dehasının hayatına ve onu Sinan yapan özelliklere genel bir bakış sunuyor. İzleyiciler bu bölümde Sinan otobiyografisinden seçme bölümleri bir ekrandan sayfa sayfa açarak okuyabilecek, mimarbaşının çok yönlü dehasının farklı başlıklarını kulaklıklardan dinleyebilecek, çeşitli görüş ve bakış açılarını tek bir pano üzerinde görebilecek, hakkında üretilmiş mitleri ele alan animasyonu izleyebiliyor.

Kültürel Etkileşimler...
İzleyiciyerin yaşadığı coğrafya ve kültürün etkileri ile büyük mimara yeni bir gözle bakmasını sağlayacak olan bu bölüm Sinan’ı ve eserlerini, geçmişiyle, yaşadığı 16. yüzyıl içinde parlayan diğer kültürlerle karşılaştırarak görme olanağı sunacak. Sinan’ın çağdaşı Palladio ile karşılaştırıldığı, aynı dönemde İstanbul’un ve Venedik’in benzer yönlerini ortaya konduğu, detaylı bir şema üzerinde aynı çağda Doğu, Batı ve Osmanlı tarih ve sanatının aktarıldığı bu bölüm geçmişin ve çevrenin mimari eserler üzerindeki ilgi çekici etkilerini izleyicilere aktarmayı hedefliyor. Ayasofya’nın aşılamayan mimarisi ile Sinan’ın rekabeti ve bu rekabetin rövanşı da resimler ve ilgi çekici bilgilerle bu başlık altında yer alıyor.
Mimari Adap...
İzleyicilerin, Sinan’ın eserlerine, mimarlığın altında yatan hiyerarşik, kültürel, coğrafi, dini, yapısal adap kodlarını çözerek bakma imkanı bulabileceği bu bölümde, ışıklı piramitler, çizimler, haritalar ve seslendirmeler aracılığıyla, mimaride birinci dereceden etkisi olan kurallar ile dönemin toplumsal dokusunun dini yapıları nasıl şekillendirdiği aktarılıyor.

Himayeciler ve Mimar Sinan...
Bu bölümde ziyaretçiler mimarlığın destekçilerle var olduğu bir dönemde yapıların ortaya çıkmasında en önemli etken olan himayecilerin sponsorluk süreçlerini, mimarbaşıyla ilişkilerini, bulundukları statüye göre şekillenen eserlerin hikayelerini seslendirme aracılığıyla dinleme, dönemde kadının yeri ile himayeci kadınların hikayelerini illüstrasyonlar aracılığıyla izleme olanağı buluyor.

Hassa Mimarlar Ocağı...
İzleyicilerin Sinan’ı, kendisinden önce gelen ve kendisiyle birlikte gelişip büyüyen Hassa Mimarlar Ocağı’ndan ayrı tutmadan, mimari ve şehir planlamasının, bir ekip işi olduğunu ve bu düzenin nasıl yürüdüğünü fark ederek değerlendirebileceği bu bölüm, Sinan’ın meslektaşlarını, usta ve işçilerini, dönemin inşaat süreçlerini, bu süreçlerin devlet mekanizması ile bağlarını, canlandırılmış minyatürler aracılığıyla izlenebileceği bir projeksiyondan 16. yüzyılın yapı dünyasının kapılarını aralıyor.

Haritalar ve Siluetlerde Sinan...
Sinan’dan önce, Sinan sonrası ve bugün olarak üçe ayırabileceğimiz İstanbul şehir siluetinin gravürler ve fotoğraflar aracılığıyla kavranabileceği görsellerden oluşan bir gösterimin sunulduğu bu bölümde Sinan’ın şehir topoğrafyası ve peyzajına uyumlu, çağının ihtişamını yansıtan yeni şehircilik anlayışını görsel olarak algılamak mümkün. Bu bölüm izleyicileri yüzyıllar arası bir İstanbul yolculuğuna çıkararak, haritalar, gravürler, resimler, müzikler ve şiirlerle bir saltanat şehrinin şekil değiştirişine şahit olmalarını sağlıyor.

Mimar Sinan Sözlüğü...
Bu bölümde dönemin mimari ve kültürel kimi sözcükleri ile oyunlar, sorular ve bulmacalar yer alıyor.

Mimar Sinan Mercek Altında...
Sinan’ı daha profesyonel bir merakla incelemeyi tercih edenler için düşünülmüş olan bu bölümde, mimarın külliyatı, otobiyografisi, dönemin Hassa Mimarlar Ocağı görevlendirme ve ödeme tabloları, yapıların kroki, plan, gravür ve fotoğrafları 28 metre uzunluğundaki dev bir masada, ekranlar, mercekler ve kataloglar aracılığı ile aktarılıyor.

Kubbe Mapping...
Bu bölümde, Sinan’ın yapılarındaki kubbelerin inşa süreçleri MSGSÜ Tophane-i Amire binasının tek kubbesinde video-mapping yöntemi ile aşama aşama ve üç boyutlu olarak izleyiciye aktarılıyor.  

Sinan’ın minarelerinden dört mevsim İstanbul
Cüneyt Karaahmetoğlu
31 Mayıs’a kadar devam edecek olan sergiye Cüneyt Karaahmetoğlu’nun hazırladığı “5 Asır Sonra Sinan’ın Minarelerinden 4 Mevsim İstanbul” belgeseli eşlik ediyor. Belgesel, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki camilerinin minarelerinden 12 ay boyunca yılın 4 farklı mevsiminin çekimlerinden oluşan 16 dakikalık ‘time lapse’ten oluşuyor. Belgesel için proje boyunca 170 bin İstanbul fotoğrafı çekilmiş; filmde 21 bin kare fotoğraf kullanılmış.
‘Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri’ sergisi danışma kurulu
Mimar Prof. Dr. Bülent Özer, tarihçi Prof. Dr. Cemal Kafadar, mimar Prof. Dr. Demet Binan, mimar Prof. Dr. Doğan Kuban, müzebilim uzmanı Prof. Dr. Fethiye Erbay, sanat tarihçisi Prof. Dr. Gülru Necipoğlu, tarihçi Prof. Dr. Haluk Dursun, sanat tarihçisi Prof. Dr. Jale Nejdet Erzen, Mimar Prof. Dr. Reha Günay, sanat tarihçisi Prof. Dr. Selçuk Mülayim, geleneksel Türk el sanatları Uzmanı Prof. Dr. Sitare Bakır Turan, sanat tarihçisi Prof. Dr. Semra Germaner, mimar Prof. Dr. Suphi Saatçi, mimar Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, sanat tarihçisi Doç. Dr. Nurcan Yazıcı, mimar Cengiz Bektaş, kitap tasarımcısı Ersu Pekin ile arkeolog ve kültür tarihçisi Nezih Başgelen.
 

SERGİDEN FOTOĞRAFLAR



























 
HABERİN SAYFAMIZDAKİ GÖRÜNÜMÜ