8 Kasım 2019
Halime Gülsu’nun ikinci koğuş arkadaşı Z.A: Son günlerinde, lavoboya gidemiyordu, altını biz temizledik. Çok utanırdı, sıkılırdı. Gardiyanlar ayağa kalkamadığını görüyorlardı…
Halime Gülsu, Tarsus Cezaevi, 18 Nisan 2018. |
Çocukluğundan beri, ölümcül SLE hastası olan Gülsu (32), 28 Nisan 2018’de hayatını kaybettiğinde koğuşunda kendisi hariç 21 kişi vardı. 67 gün boyunca birlikte yaşadılar. Hepsi genç öğretmenin hastalığına ve maruz kaldığı hak ihlallerine yakından tanık oldu. Dün, F.D.’nin şahitliklerini yayınladık. Bugün diğer koğuş arkadaşı Z.A. şahitliğini anlatıyor.
Z.A.: GÜNLÜK, AYLIK, HAFTALIK İLAÇLARI OLDUĞUNU SÖYLÜYORDU
Halime ile aynı gün gözaltına alındık. 20 Şubat 2018’de Mersin’de büyük bir operasyon yapılmış, 98 kişi alınmıştı. Yarısından fazlası kadındı. Alınanlar arasında üniversite öğrencileri, yaşlı kadınlar, şalvarlı teyzeler vardı.
Halime ile biz nezarethanede tanıştık. Yenişehir’de. Sayı çok fazla olduğu için 21 kişiyi Yenişehir’e götürdüler. 3 nezarethane vardı. 7’şer kişi kalacak şekilde bölündük. Çok şükür hepimiz kadındık, başımızda duran polisler de.
12 gün aynı nezarethanede birlikte kaldık. Küçücük bir oda zaten. 3 yatak, 5-6 battaniye vardı. 7 kişi orada öyle yatıyorduk. Halime hep hastalığından bahsediyordu. Anlatıyor, şaşırıyoruz bu nasıl bir hastalık diye. Çok az rastlanıyormuş. Günlük, aylık, haftalık ilaçları olduğunu söylüyordu. Gözaltına alınışını da anlatmıştı. Evde tek başınaymış. İçeriye dalmışlar, ellerinde gözünün içine sokarcasına kamera…
İlk hafta 21 kişi orada kaldı. 10. günden sonra artık insanları teker teker çifter çifter alıyorlardı. Gidenler ya tutuklanıyordu, ya tahliye oluyordu, ne olduğunu bilmiyorduk.
Halime gözaltına alındığı zaman, tam kapıdan çıkarken, “Benim ilaç almam lazım, bekleyin” demiş polislere. Sonra evde elinin altında ne kullanıyorsa o ilaçlarını almış. Ama tabi gözaltındayken, çantası başka bir yere gidiyor, kendisi başka bir yere. Orada ilaç kullandı, kullanmadı değil, ama düzenli kullanamadı.
RAPORUNU EMNİYETTE KAYBETTİLER
“Benim ilaç kullanmam gerekiyor, benim aileme haber verin” diyordu. Polisleri demirlere vurup çağırıyorduk. Hepimiz tepki gösterince ailesi arandı. Raporunu istedi Halime. “Benim raporlu ilaçlarım var, ısrarla raporumun gelmesi lazım” dedi. Abisi getirdi. Tutuklanıp cezaevine gittiğinde raporu kaybettiklerini söylediler. Halime çok sinirlenmişti, üzülmüştü o zaman.
Cezaevinde aynı koğuşa düştük. Halime ilk başlarda biraz dinçti ama asıl martın sonu nisanın ilk haftaları çok halsizleşti. O eski Halime yoktu. Koğuşun işlerini sırayla yapıyorduk ama Halime’ye yaptırmıyorduk. Bir iş yapacağı zaman yardımcı olmaya çalışıyorduk.
ÇEŞMEDEN İÇİN SU DEDİLER, İÇENLER HASTANELİK OLDU
Yenişehir’de nezaretteyken “Çok su içmem gerekiyor” demişti. Bize fazla su verilmiyordu. Sabahları meyve suyu, öğlen bir pet şişe, akşam bir pet şişe. Yetmiyordu tabi ki… Birer şişemizi Halime’ye veriyorduk. Çeşmeden için diyorlardı, içenler hastanelik oldu. İshal, kusma vs. Halime zaten oradan içememişti.
Tarsus’a gittik, Halime her defasında “Benim romatolojiye gitmem gerek.” diyordu, o kadar çok dilekçe yazdı ki. Hemen hemen her hafta yazıyordu. Sürekli revir istiyordu. Halime’yi dahiliyeye götürdüler. “Bunlar benim hastalığımı bilemez, dahiliye anlayamaz” diyordu. Hep dahiliyeye sevk ettiler. Ramotoloji bölümü zaten her hastanede yok. Mersin merkezde var. Tarsus Devlet Hastanesi küçücük bir yer.
MAZGAL AÇILDI, RAPORU YÜZÜNE ÇARPARCASINA ATTI
Bir gün kan değerlerine bakılmasını istemişti. Mazgal açıldı ve Halime Gülsu dendi. Hepimiz aşağıya indik tabi, bir şey mi oldu diye. Bayan gardiyan geldi. Elinde bir kağıt vardı, Halime’nin suratına çarparcasına elini sallayarak, “Al hiçbir şeyin yokmuş” diye fırlattı. Biz öyle kaldık.
Halime eline aldı kağıdı, baktı ve acı acı gülerek “Bunlar benim istediğim değerler değil. Bunlar derdimi bilemez. Benim derdimi ancak benim durumuma düştüğünüz zaman anlarsınız. İnşallah benim derdime düşersiniz de beni anlarsınız.” dedi.
Nisan 2018’de oldu bu olay, tarih hatırlamıyorum. Onun bir fotoğrafı vardı, sarı kazağı çekimiş. O 18 Nisan 2018’de çekildi, onu unutmuyorum, çünkü o zaman görüş günüydü. Görüşten gelmiştik. Ondan sonra fotoğrafçı gelmişti koğuşa. Hatta biz toplu fotoğraf çekmek istiyorduk. O zaman OHAL’di. Yasak demişlerdi.
BANYOYA GİRİNCE KAPISINDA BEKLERDİK
Halime de hep yorgunluk, halsizlik vardı. Banyoya girerdi, kapısında beklerdik. “Halime iyi misin? Halime?” diye seslenirdik. Bize haber vermeden girmemesini istiyorduk. Koğuş iki katlı, yukarıda yatakhaneler var. Merdiveni çıkardı, oraya iskemle koymuştuk, köşeye oturur dinlenirdi, suyunu içerdi. Sonra hemen merdivenin bitiminde seccade seriliydi, namaz kılardı. Çok geç bitirirdi namazını. Halime bitti mi namazın derdim, dinleniyorum derdi. Nisanın 18’inden sonra namazlarını oturarak kılmaya başladı.
DİLİ BOĞAZINA KAÇTI, KAŞIKLA ÇIKARDIK
Bir gün ben aşağı kattaydım, son haftalardı. Bir bağırma sesi duydum, herkes bağırıyor, çığlıklar atıyor, ben aşağı kattayım, n’oluyor dedi kızlar, koşa koşa kızlar gelip tezgahtan kaşık aldılar, yukarı koştular. Halime’nin dili boğazına kaçmış. Çabuk kaşık yetiştirin, diyorlar. Sonrasında kendine geldi, ama o an kriz gibi bir şey olmuştu. Koğuşumuzda hakim, vali yardımcısı, öğretmenler, üniversite öğrencileri, biyolog, mühendis, birkaç yaşlı ev hanımları, teyzeler vardı.
HERKESE İĞNE VE MEKİK OYASI YAPARDI
Halime öyle bir arkadaştı ki iyi olduğu ilk zamanlarda koğuştaki bütün arkadaşlara iğne oyası yapardı. Hem öğretirdi hem de iğne oyasından çiçekler yapar hediye ederdi. Mekik oyası da biliyordu. Annesi Zeynep teyze, çok güzel şeyler öğretmiş kızına. Halime’nin iyi olduğu zamanlarda onunla oturur İngilizce çalışırdık. Hastalanmaya başlayınca bıraktık.
Son haftalarına gelecek olursak… Sürekli hastaneye gidip geliyordu, her defasında gitmesi gereken yerlere götürülmemiş, yapılması gerekli şeyler yapılmamış, morali bozuk bir şekilde gelirdi. Bizim de çok canımız sıkılırdı. Çantasını hazırlardık, hastaneye yatacak, gelmeyecek bu gece diye eline verirdik. Bir bakardık, akşamına Halime geri gelmiş. Çok sinirlenirdik. Halime niye yatmadın, yatırmadılar derdi, Halime niye yapmadın, yapmadılar derdi. Hasta bir insan olmasına rağmen elleri kelepçelenirdi.
Halime Gülsu'nun ölmeden 15 gün önce çektirdiği fotoğrafında giydiği sarı kazak, çiçekli başörtüsü ve bazı ilaçlarının kutuları Tenkil Müzesi koleksiyonunda bulunuyor. |
Son zamanlarında lavabo ihtiyacını karşılayamıyordu. Çok affedersiniz, altını temizledik. Çok utanırdı, sıkılırdı, çok üzülüyordu. Kendindeydi ama ayağa kalkacak hali yoktu. Ben ailesini daha çok üzmek istemediğim için bunları söylemedim.
Sara hastası gibi krizler, nöbetler geçirmeye başladı. Bir gün bir kriz geçiriyordu, herkes bağırıyor çağırıyor, bir teyze dizlerine vuruyor, gitti kız, gitti kız diyerek. Eli, ayağı, ağzı kitlendi. Gözleri kaydı. Sonra ambulans çağırdılar. Bir bayan iki erkek görevli vardı. Gencecik çocuklar, belki lise mezunudur.
Tüm arkadaşlar görevlilere, ‘bakın bu kızın durumu iyi değil, hastaneye gitmesi gerekiyor’ diyor. Halime’min yüzü sapsarı, dudakları mosmor. Kriz geçirdi yani, ne krizi biz de bilmiyoruz. Daha önce hiç böyle olmamıştım demişti düzelince.
Görevli kadın tansiyonunu ölçtü, tansiyonu biraz düşük. Tuzlu ayran getirin, tuzlu ayran getirin diye bağırdı. Emniyet amiri arkadaş ellerini vurarak, “Bana söyler misiniz madem bunun tansiyonu düşmüş neden yüzü sapsarı ve dudakları mosmor” dedi. O da tansiyon hastasıymış. Görevli kadın tansiyonu düşmüştür diyor, hiçbir şekilde bizi dinlemiyordu. Erkekler tamam götürmemiz gerekiyor demelerine rağmen, o bayan kabul etmedi ve Halime’yi bizimle beraber bıraktılar.
SABAH-AKŞAM SAYIMLARINA ÇIKAMIYORDU
En son hafta romatolojiye sevk aldı ama gitmek kısmet olmadı. Şöyle bir durum da oldu. Sabah sayımı- akşam sayımı oluyor. Sayıyorlar. 21 kişiyiz, 1 kişi nerede diyorlar. Yukarıda yatıyor diyoruz. 10 gün boyunca gardiyanlar Halime’ye yukarıda bakıyorlar, iniyorlar. Bir kere neden bu kadın yatıyor demediler. Sayıyorlar geri gidiyorlar, hasta diyoruz ama hepsi benim görevim değil, ben ne yapabilirim, şuna söyleyin, buna söyleyin diyerek sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor.
Halime’nin yatağını aşağıya taşımıştık, acil bir durumda hemen kapıdan gönderelim diye. Yukarı çıkacak gücü yoktu zaten. Kollarından omuzlarından girerek biri de ayaklarından tutarak 3 kişi taşıyorduk Halime’yi.
Son 2-3 gün boyunca hepimiz sandalyelerimizi Halime’nin yatağının etrafına birleştiriyorduk ve başında bekliyorduk. Kimi dua, Kur’an okuyordu, kimi tesbih çekiyordu.
Halime her hastaneye götürüldüğünde çantasında hem abisinin hem doktorunun numarasını koyuyorduk ama ne abisine ne doktoruna ulaşılmamış. Abisine “Hiç mi sizi aramadılar” dedim “Hayır kimse aramadı” dedi. Çamaşırlarımızı elimizde yıkardık. O utanırdı, bazen gizlice gidip bizden habersiz yıkardı. Biz kapıdan seslenirdik çık diye, hayır derdi.
BEN HİÇ BU KADAR KÖTÜ OLMAMIŞTIM
İlaçlarını düzenli alamıyordu, tombul bir ilaç şişesi vardı. Bir gün o şişesini eline aldı, “Ya acaba ben bu ilaçları aldığım için mi bu durumdayım, yoksa almadığım için mi? Çünkü ben hiç bu duruma gelmedim” derdi. Psikolojik olarak da çok kötü oldu, hem de yıllardır kullandığı ilaçlarda bir düzensizlik olunca, kendi anlattığı kadarıyla söylüyorum, bağışıklık sistemini etkiliyormuş. Bize bir keresinde, “Arkadaşlar benim hastalığım öyle bir şey ki beni bir gün yatakta ölü bulabilirsiniz.” demişti.
Halime “Bağışıklık sistemim baskılanıyor” derdi. O ne derdik, o anlatmaya çalışırdı. Biyolog arkadaş da bize anlatmaya çalışırlardı. Halime hatta bize ilk başlarda hastayım dediğinde inanmazdık, sapasağlam görünürdü. Arkadaşlar ben ilaç aldığım için bu durumdayım derdi.”